16 Mayıs 2007 Çarşamba

Kur'an-ı Kerim'i Okuma ve Anlama Adabı 5

KUR’AN’I NASIL OKUYALIM

Üstad Mevdudi’nin “Kur’an’ı Nasıl Anlayalım” isimli kitabı gibi Üstad Muhammed Kutub’un “Kur’an’ı Nasıl Okuyalım” isimli kitabı da Bekir Karlığa tarafından dilimize çevrilmiş ve İşaret Yayınları tarafından yayınlanmış. İlk baskısı 1984 yılında yapılan kitabın 1993 yılında 7. baskısı yapılmış. Aşağıda verilen sayfa numaraları 7. baskıya göredir.
Kitap 5 bölümden oluşmaktadır.

1. Bölüm: “Kur’an’ı Nasıl Yaşayalım” başlığını taşıyor. Bu bölüm kitabın mütercimi tarafından kaleme alınmış. (s. 7-24 arası)
2. Bölüm: “Kur’an’ı Nasıl Okuyalım” başlığını taşıyor. Ele alacağımız kısım burası. Bu kısım kitabın 25-70. sayfaları arasında.
3. Bölüm: “Kur’an” başlığını taşıyor. 71-76. sayfalar arasında.
4. Bölüm: “Mekke Döneminde Kur’an” başlığını taşıyor. 77-100. sayfalar arasında.
5. Bölüm: “Medine Döneminde Kur’an” başlığını taşıyor. 101-126. sayfalar arasında.

Kitapta ele alınanları şu şekilde özetlemek mümkündür:

1. Kur’an okumanın, Kur’an dinlemenin, Kur’an’dan etkilenmenin ve huşu ile kendini ona vermenin yegane amacı hidayete erişmektir. Allah’ın kitabında indirdiği hayat yolunu benimseyip, O’na uymaktır. Bir başka ifadeyle, dinlenen ve okunan kitabın bir hayat görüşü haline dönüşmesidir. (s. 29)

2. Kur’an, insanın bu hayattaki gezi rehberidir. Nasıl yolcuya, yolun nerede başladığını, nerede ayrıldığını ve nerede son bulduğunu bildirmek için bir rehber eşlik ederse, aynı şekilde müslümana da, bu yeryüzü gezisi esnasında bir gezi rehberinin eşlik etmesi gerekir. Bu rehber, onun Kur’an’ıdır. Yolun nerede başladığını, nerede bittiğini ve dönemecin ne tarafta olduğunu ondan öğrenir. Gezi rehberi, yolcunun yolu yitirmesini önler. Boşlukta kaybolup gitmesine engel olmaya çalışır. Kur’an da dünya hayatında –ona başvurduğu sürece- müslümanın kaybolup gitmesini önler. (s. 29-30)

3. Kur’an okurken şu hakikatın şuurumuza eşlik etmesi gerekir: Gerçekten uluhiyet davası, geçmişte cereyan eden bir dava değil, bu günün ve yarının davasıdır. Bu, bizim davamızdır ve burada hitap bizzat kendimizedir. (s. 33)

4. Uluhiyet konusunu insan hayatının baş meselesi haline getiren sürekli sebebe ilave olarak, çağdaş İslam düşüncesinin karşı karşıya bulunduğu izafi gerçekler de mevcuttur. Ve bunlar bizden, Kur’an’ı okurken uluhiyet meselesi hususunda bizzat onun muhatabı olduğumuzun idraki içinde bulunmamızı gerekli kılmaktadır. Geçmiş tarihi çağlardan birinin hikayesiymiş gibi mütalaa ve etüd şeklinde okumanın zamanı olmadığını göstermektedir. (s. 35)

5. Ayrıca Kur’an, bu ümmetin terbiye ve yönetim kitabıdır. Odur, insanlar arasından “ümmetlerin en hayırlısını” çıkarıp kurmuş olan. Odur, Hz. Peygamber’in ümmetini terbiye ettiği nizam. Daha sonra da ümmetinin terbiyesini kendinden aldığı terbiye nizamı. Öyleyse biz Kur’an’ı şu esasa göre okumalıyız: Kur’an, bizim terbiye metodumuzu vaz’ eden ve aynı zamanda bizi eğitip yetiştiren bir kitaptır. (s. 35)

6. Bu din bir şekil ve gösteriş dini değildir. Havada kalmış hayaller dini de değildir. Zihnen kafalarda yoğrulup beslenen fikri değerler dini de değildir. Bu din, yaşanan hayatın realitesidir. İşte Kur’an’da yer alan en büyük terbiye ve yönlendirme prensibi bu gerçeğe dayanır. (s. 35-36)

7. Bu ilk ümmeti terbiye eden Kur’an, bizim bugün okuduğumuz Kur’an’ın kendisidir. Öyleyse onu okurken yakin duyguları içerisinde ve kesin olarak onun bir terbiye sistemi olduğunu bilmeliyiz. Elinde eğitilip, yetişmemiz gereken bir mürebbi olduğunu kabul etmeliyiz. İster Kur’an’daki itikadi dersler, peygamber kıssaları, ister Adem ve şeytan kıssası veya ahlaki ve sosyal emirler, yahut savaş ve nizamlarla ilgili hükümler veya uyarma-korkutma ve teşvik telkinleri olsun, Kur’an’daki her harfin terbiye için geldiğini kesinlikle bilmeliyiz. (s. 41)

8. Biz, Kur’an’ın ayetlerini okurken ashab-ı güzinden ilk neslin o ayetlerle terbiye edildiği gibi terbiye edilmeye muhtacız. Ancak o zaman bu ayetler zihni bir bedahet arz etmekten çıkar, akide haline dönüşür. Kalpte yer eden sağlam bir şey olur. Pratik hayatımızda itici bir güç haline gelir. Mükemmel bir düşünce ve bu düşünceden kaynaklanan bir davranış şeklini alır. İşte İslam’da akide, insanın hayatında böylece yer eder. Akide saf bir fikirden ibaret değildir. Vicdanlarda yer eden gizli bir duygu da değildir. Akide, bir hayat sistemidir. Bu kelimenin ifade ettiği ve taşıdığı pratik, ciddi, bilinçli ve fikri davranış gibi bütün manaları ile birlikte akide, bir hayat sistemidir. İşte biz Kur’an’ı okurken en çok dikkat etmemiz gereken nokta burasıdır. Ancak böylece bizden istenen düşünceyi kaybetmemiş ve bu düşüncenin beklenen mahsüllerini pratik hayatımızda ve davranışlarımızda gözden uzak tutmamış oluruz. (s. 43)

9. Kur’an-ı Kerim’in akide gerçeklerini, ruhların düzeltilip terbiye edilmesi konusunda en iyi biçimde kullandığı yerlerden birisi de kıyamet sahneleri ve ahiret gününden söz eden bölümleridir. Ahirete iman konusu, Kur’an’ın çeşitli yerlerinde doğrudan doğruya Allah’a iman konusuyla bağlantılı ve onun devamı şeklinde yer alır. Kur’an’ın akide konusunu sergileyişinin ardından terbiyevi prensiplerden söz ederken, bir kere daha diyoruz ki: Kur’an, akide meselesini yani uluhiyet davasını ruhların terbiye edilip düzeltilmesinde nasıl bir araç olarak kullanıyorsa, ahiret mevzuunu da aynı şekilde ve aynı hedefe yönelik olarak kullanmaktadır. (s. 43-44)
Görülüyor ki, nimet ve azaplarıyla birlikte Kur’an’da yer alan kıyamet tabloları, bütünüyle birer terbiyevi ders olmuştur. Ve biz onları, ayetin bütününden ayrı olarak, sırf dünya hayatının nimetlerinden uzaklaşmaya çalışmak için etkilenmek üzere okumamalıyız. Aksine, dünyada yaşarken davranışlarımızı ona göre ayarlayıp düzeltmeliyiz. (s. 49)

10. Keza biz Kur’an’da, Allah’ın yeryüzünde insanlığın hayatını idare etmek üzere koyduğu Rabbani buyrukların açıklamasını da buluyoruz. Elbetteki beşer hayatı kontrolsüz, kılavuzsuz ve başıboş değildir. Tıpkı evrene hükmeden kanunlar gibi, insan hayatına da hükmeden değişmez kanunlar vardır. (s. 50). İnsanlığın yeryüzündeki hayat akışını düzenleyen ilahi kanunları düşünmek, incelemek ve Kur’an okurken bunları göz önünde bulundurmak, Müslüman için hem zorunludur, hem de hayati bir önem taşır. Ve ancak böylelikle Rabbani sistemin ışığı altında insanlığın dış çizgileri belirebilir. Ve ancak böylelikle Müslüman, olayların akışı içerisinde yaşadığı anın durumunu ve yerini görebilir. (s. 51).

11. Müslüman, yaşadığı dönemin olayları içerisinde yüzerken de Kur’an’ın kendisine “o anda iniyormuş gibi” olduğunu görecektir. Kur’an ona kendisinin ve düşmanlarının durumunu anlatacak, onların bölük pörçük düşünce ve heveslerini açıklayacak, plan ve oyunlarını keşfettirecektir. Müslüman, bizzat Kur’an’la beraber yaşarken on dört asır önce geçmiş bir zaman diliminde hayat sürüyor değildir. Bunun tamamıyla aksine, yüzünün çizgileriyle, kalbinin atışlarıyla ve her şeyiyle, şu anda inen yepyeni bir Kur’an’la yaşıyor gibidir. (s. 63-64). O, “la ilahe illallah” düşmanlarıyla savaşarak hayatını devam ettirirken, içinde bulunduğu mücadeleyi sürdürürken, Allah’ın kelamı da an be an onu destekler, adım adım ona yol gösterir. Sanki şu anda Allah tarafından indirilen bir kitapmış gibi, duygu ve düşüncelerini, kalbinin isteklerini yönlendirerek onunla birlikte yol alır. İşte bu konularda da Müslüman, bu gerçeği iyice düşünüp, hakkıyla takdir etmek zorundadır. (s. 64). Çünkü Kur’an, ona şahıs olarak hitap eder ve yaşadığı anda hitap eder. Ona, kendisinin dışında, geçmişte yaşanmış bir olaydan söz ederek veya tarihi bir vakayı anlatarak hitap etmez. Aksine başkalarının kişiliğinde bizzat kendisinin kıssasını ona anlatır. Dolayısıyla bu hitabın taşıdığı yönlendirme ve hükümler, şahıs olarak kişinin bizzat kendisine yöneliktir. Onu korumak, sorularına cevap vermek, problemlerini çözmek, davranışlarına, duygu ve düşüncelerine şekil vermek için ona hitap eder. Bir başka ifadeyle, kişiyi terbiye etmek, Allah yolunda atacağı adımları doğrultmak için ona hitap eder. (s. 64-65)

12. Son olarak Müslüman, Allah’ın kitabında bu dine davet metotlarını da bulur. Biz bu sözle Allah Teala’nın sadece “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et…” (Nahl/125) ayetini kastetmiyoruz. Bu ayet davetin yalnızca üslubunu belirtir. Bu davetin konusunu ve keyfiyetini kastediyoruz ki bu husus Allah’ın kitabında açıkça belirtilmiştir. (s. 67)

Hiç yorum yok: