11 Mayıs 2007 Cuma

Geleneksel İslami Eğitime Dair Bazı Tespitler

GELENEKSEL İSLÂMİ EĞİTİME DAİR BAZI TESPİTLER (*)

Hüseyin Sönmez


“İslâmi eğitimin amacı, tam anlamıyla Allah’a ibadet eden, hayatının düzenini şeriata göre kuran ve imanla onu uygulayan, iyi ve erdemli insanın meydana getirilmesidir.”
(İslâmî Eğitim, s.7)

“Müslümanların eğitimi, yalnızca para kazanmaları için, eğitimli genç insanlara açık olan şu veya bu meslek için, gerekli olan bilgi ve yeteneği ve geçici dünya hayatında rahat ve saygın bir biçimde yaşamayı sağlayan bir makamı elde etmek için olmamalıdır; meşhur bir hadiste de belirtildiği gibi doğan her çocuğun sahip olduğu İslâm fıtratını geliştirmeye önem verilmelidir. İlk ve en önemli görev bu fıtratın tohumlarını bu dünya tarlasına ekmektir ki öte dünyadaki sonsuz hayat için mutluluk ve güzellikle çiçek açması beklenen bahçede fidanları çıksın.”
(İslâmî Eğitim, s.143)


(1) Geleneksel eğitim, kendi toplumunun ayrılmaz bir parçasıydı. Eğitim kurumları, toplumdan kaynaklanan, onun ihtiyaçlarına ve taleplerine cevap veren tabiî gelişmelerdi. Geleneksel İslâmî eğitim, toplumun diğer safhalarından ayrılmış bir faaliyet değildi. Ne eğitimci ne de öğrenci toplumun diğer kısmından tecrit edilmişti. Bunlar diğer fonksiyonları eğitiminkiyle birleştirdiler ve böylece gündelik hayatla yakın ilişkilerini sürdürdüler.

(2) Kuşkusuz başarı önemliydi; fakat başarısızlık, ferdi toplumun üzerinde gereksiz bir yük durumuna sokmazdı.

(3) Geleneksel sistemde başarı seviyesi, bir kişi olarak öğrencinin bütünlüğüyle ölçüldü. Onun dindarlığı ve ahlakî davranışı, diğer alanlardaki hünerine önem bakımından eşit ve hatta ondan üstün sayılırdı.

(4) Geleneksel eğitimde asıl ders Kur’an-ı Kerim’di. Müslüman çocuğun eğitimi, okumasını, ezberlemesini ve ezberden okumasını öğrendiği Kur’an-ı Kerim’le başlardı. Mektebin müfredatı Kur’an etrafında yoğunlaşmıştı ve çocuğa onu okuması ve ezberlemesi öğretilirdi. Çocuk ayrıca okumayı-yazmayı ve hesap yapmayı öğrenirdi. İslâm dünyasının bazı bölgelerinde, Kur’an ve hadisi daha iyi anlaması için Arap dili ve edebiyatı öğretilirdi.

(5) Öğrenmenin önemli bir kısmı –bazen anlamayı terketme pahasına da olsa- sürekli alıştırma veya tekrar şeklindeydi.

(6) İslâm’ın resmî eğitimindeki ilk aşama, günümüze kadar bu müfredata bağlı kalan mektep ve küttabdı.

(7) Mektep ilkokulun karşılığıydı, medrese orta öğretim aşamasıydı ve cami bu sistemin zirvesiydi. O, İslâmî eğitimin üniversitesiydi ve hâlâ da öyledir. (camia = üniversite)

(8) Toplumun önemli bir parçası olarak cami üniversitesinin, öğrenim faaliyetlerine ve onların genel eğitim çabasına katılmak isteyen herkese kapısı açıktı. Öğrenciler kendi istekleri doğrultusunda katıldılar ve ayrıldılar. Kendilerini zorlayan olmadı ve kendi eğilimlerine göre hareket ettiler.

(9) Öğrencilerin yükselmesi, hepimizin yakından tanıdığı mekanik sınav sistemi yoluyla olmadı. Öğretmen öğrencinin gelişimini değerlendirir ve uygulanması gereken bir sonraki aşamayı belirlerdi.

(10) Cami üniversitesinde eğitim, hem öğrencinin hem de öğretmenin yer aldığı bütüncül bir faaliyetti. Öğrenci öğretilmek yerine ikna edilmeliydi ve öğretmen de zorla kabul ettirmektense kendi görüşünü savunmalıydı. Bu şekilde öğrencinin kişiliği ve entelektüel yeteneği, gelişmesi ve büyümesi için serbest bırakılırdı.

(11) Toplumdaki ve eğitim alanındaki rolünden dolayı öğretmen, sadece daha iyi bilgiye götüren bir kılavuz olarak değil, aynı zamanda güzel ahlâk örneği olarak hareket etti. Öğretim, basitçe satılması gereken bir meslek değil, aksine tümüyle ve gereği gibi yerine getirilmesi gereken bir görevdi.

(12) Gücü yetenin ve çalışanın kendi hızıyla ilerlemesine izin verilirdi ve böyle kimseler ne katı bir müfredatla sınırlandılar ne de kendi akranlarına katılmaya zorlandılar. Geride olan önde olandan faydalandı ve yetenekli olan ağır ilerleyenin hem problemlerini hem de kapasitesini anladı ve takdir etti. Hepsinden önemlisi okul, cami gibi sınıfsızdı.

(13) Önceleri İslâm’da öğretim bir ibadet sayıldı ve bu yüzden öğretmenler ücret almaktan alıkoyuldu. Öğretmenlik herhangi bir hükümet organı tarafından verilen önemsiz bir belgeyle elde edilen bir meslek değildi; tersine gerçek yetenek ve hakikî hizmetle erişilen bir şeydi.

(14) Doğrudan doğruya İslâmî çalışmalarla ilgili olmayan diğer bilim dalları ihmal edilmedi yada sistemden atılmadı. (Sonraki tespitlerde görüleceği üzere Fazlur Rahman bu konularda Zeki Bedevi’den farklı düşünmektedir.) Tıp, fen ve diğer teknik bilimler çıraklık yoluyla öğrenildi. Mektep sürecinden geçen ve temel dinî bilgiyi zaten elde eden talebe, kendisine yol göstermesi ve öğretmesi için bir üstadla biraraya gelerek tahsiline devam eder, herhangi bir yeteneğe olan hevesini tatmin edebilirdi.

(15) Geleneksel eğitimin ayırdedici özelliği, devam durumu ve yaş grubu konusundaki esnekliğiydi. Öğretim sabah erkenden akşam geç vakitlere kadar herhangi bir zamanda yapıldığından, yetişkinlerin iş veya aile yükümlülükleri gibi diğer sorumluluklarla beraber eğitimi bir arada yürütmesi de imkân dahilindeydi.

(16) İslâm geleneğinde genel imtihan yoktu. Öğrenci istediği eğitim düzeyinde yetişir ve gelişimi öğretmeni tarafından yakından incelenir ve değerlendirilirdi.

(17) Geleneksel yüksek İslâm eğitimi, kendi ilgi alanını seçmesi ve bu alandaki bilgisini bir engelle karşılaşmadan geliştirmesi konusunda öğrenciye önemli ölçüde serbesti verdi.

(18) İslâm eğitim kurumları kendi toplumlarının insanlığını ve sadeliğini yansıtır. Çağdaş okul sistemi ise Batı sanayii toplumunu yansıtır. Öğrencilere sanki bir üretim hattındaki nesnelermiş gibi davranılır. Onlar beşerî çabaların en soylusunun peşinde olan kimseleri değil, istatistik tablolarındaki sayıları temsil ederler.

(19) İslâm eğitim sistemi öğreten ve öğretilen arasındaki derin şahsî ilişkiye dayalıydı. Öğretmen meslekî kılavuzluğun olduğu kadar manevî rehberliğin de kaynağıdır.

(20) İslâmî eğitim kurumları toplumun değerlerinin muhafızları ve mirasının koruyucularıydı.

***

(21) Geleneksel İslâmî görüşe göre, Kur’an bütün bilgi kaynaklarını ihtiva eder; ancak bazı muhaliflerin ima ettikleri gibi onu bir tedrisat kitabına çevirecek bilgi ayrıntılarını içermez. Kur’an-ı Kerim’in her zaman kaynak ve gaye, ilham ve rehber olarak İslâm eğitimi ve biliminin sebebi ve sonucu olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.

(22) İslâm’da bilgi asla kutsal olandan kopartılmamış, hem eğitim sistemi hem de bilimleri ihtiva eden bu durum kutsal bir evren içinde süregelmiştir.

(23) Kutsallık ile, bu yüzden de bütünlükle ilgili olduğu için, İslâm eğitimi eğitmeye çalıştığı insanların bütün varlığı ile ilişkilidir. Onun amacı yalnız aklı değil, kişiyi bütünüyle eğitmektir. Bu yüzdendir ki bu eğitim ders verme veya bilginin aktarılmasının (ta’lim) yanında, öğrencinin bütün varlığının geliştirilmesi (terbiye) de demektir. Öğretmen yalnız bir muallim, yani bilgiyi aktaran değil, ayrıca bir mürebbi yani ruhları ve kişilikleri eğitendir.

(24) İslâm eğitimi, geleneksel Müslüman'ın tüm hayatını kucaklasa da, bu organik bütünde tespit edilmesi gereken belirli devre ve aşamalar vardır. Herşeyden önce, anne ve babanın birlikte dinî olduğu kadar dil, kültür, sosyal âdetler vb. ile ilgili konularda öğretmenlik ve eğitimcilik görevi üstlendikleri aile eğitimi gelir. Batıdaki bugünkü anaokulu öncesi döneminden daha uzun süren bu devreden hemen sonra, büyüyen çocuk yaklaşık şimdiki ilkokula denk ve ortaokulun başlangıcı demek olan Kur’an okullarına gider. Sonra lise veya fakülte ayarındaki medreselere ve en son olarak da en üst resmî eğitim derecesi olan camiaya devam eder. İslâm dünyasının pek çok yerinde medrese, camiayı da kapsayarak ortaokul, lise ve üniversite eğitimine denk bir eğitim vermiştir.

(25) İslâm, bilgiyi kutsal olandan ayırmadığı ve kutsal olanda ve özellikle onun özünde İlahî Güzellik’in kokusunu duyduğu için, İslâm eğitimi her zaman güzel bir çevrede yürütülmüştür.

(26) Medreselerin ana faaliyetleri, dinî bilimlerin, özellikle şeriat, fıkıh, usûl vb. öğretimi idi. Şeriatın incelenmesi, Kur’an ve tefsirlerinin, Peygamberin hadislerinin ve hadise dayanan İslâm tarihinin ele alınmasını ihtiva ediyordu.

(27) Naklî ilimler de denilen dinî ilimlerin dışında kalan aklî ilimler -mantık ve felsefe dışında-, matematik ve tabiat bilimleri büyük ölçüde medreselerin dışında öğretilmekteydi.

(28) Geleneksel İslâm toplumundaki medrese faaliyeti, diğer iki tür çevre ile bütünleşmiş ve desteklenmiştir: bilimsel kurumlar ve özel çevreler. Özellikle tıp tahsili için hastaneler; matematik ve astronomi tahsili için de rasathaneler yüksek öğrenime imkân tanıyan bilimsel kurumlardı. Seçilmiş öğrenci gruplarına yönelik daha samimi ortamlarda ve daha az ilgi duyulan disiplinler için (aklî ilimler ve özellikle felsefe) özel çevreler her zaman var olmuşlardır.

(29) İslâm eğitimi üzerinde büyük etkiye sahip diğer bir kurum da Arap dünyasında ‘zaviye’, Fars, Hind ve Türk aleminde ‘hânkâh’ ve bazı Osmanlı merkezlerinde ‘tekke’ olarak da anılan tasavvuf merkezleri olmuştur. Asıl işlevi en üst bilgi türünün yani İlahî bilgi (marifet-irfan) olarak adlandırılan bilgi türünün aktarımı olan bu merkezlerde her zaman yoğun bir eğitim faaliyeti görülmüştür. Tasavvuf merkezleri, Allah dostlarının toplandığı ve İlahî Birliğin yaşandığı ve yüceltildiği yerler olduğu kadar, İslâm eğitiminin en temel kurumlarından biri olmuşlardır.

(30) İslâm eğitiminin ayrı bir yönünü sanat ve zanaatlerin pratik öğrenimi oluşturmaktadır. Loncalarda, ayrıca evlerde ve ustanın atölyesindeki ferdî eğitimde yalnız halıdan çiniye üretim teknikleri değil, mikrokozmik ve makrokozmik bir anlam taşıyan bir ilim de öğretilmekteydi. Bu eğitim, geleneksel sanatla birlikte öğrencinin ruhunu da eğitmekteydi.

(31) Geleneksel İslâmî eğitimin temel hususiyetlerinden biri de, yazılı tedrisatın yanında sözlü aktarımın da (şifahî gelenek) önemli bir yerinin olmasıdır. Yazılı metnin ancak kendisiyle anlaşıldığı şifahî geleneği, yetişmiş öğrenciye aktaracak gerçek bir hoca ile onu anlamaya çalışmak bir zorunluluktur. Bu nedenledir ki felsefede olduğu gibi marifette de konuyu gerçekten bilenlere “üstad görmüş” denilir. Bu kimseler, şifahî öğretilerden ve bizzat bu öğretileri taşıyan ve onları yaşayarak yeniden canlandıran üstad ile birlikte olmaktan faydalanmış kimselerdir. Şunu hiçbir zaman unutmamalı ki, birşeyi gerçekten iyi bilmek ve onu kalıcı bir şekilde ezberlemek demek, onu kalben bilmek demektir. İşte sadece tasavvufta değil aynı zamanda felsefede de sürekli yenilenen bir şifahî geleneğin devamını sağlayan bu kalbî bilgi olmuştur. Bu şifahî gelenek İslâm eğitim sisteminde ve asırlardan beri hocadan talebeye bilgi akışında önemli bir rol oynamıştır.

***

(32) Kur’an’ı öğrenme ve bu çerçevede takva sahibi olma anlamındaki ilk İslâmî eğitim sisteminin başlangıcını Peygamberin zamanına kadar dayandırmak mümkünse de, ilim sahibi kişiler çevresinde oluşan belli eğitim merkezlerinin teşekkülü, daha ziyade hicrî 1. ve 2. yüzyılda olmuştur.

(33) İlk dönemlerden itibaren göze çarpan en önemli husus, hocanın talebesine icazet vermesi usulüdür.

(34) Belli bir ders programı olan okullar ilk önce Şiî’ler tarafından, akidelerini öğrencilere telkin etmek ve bilgi vermek amacı ile kurulmuştur.

(35) Özellikle Selçuklular ve Eyyubiler zamanında Sünnî akideyi savunan medreselerle İslâmî eğitim sistemli hâle getirilmiştir.

(36) Medreselerde verilen yüksek öğrenimin ağırlıklı kısmını Hukuk ve Kelâm teşkil etmektedir.

(37) Genel olarak okuma-yazmanın öğretildiği, Kur’an’dan bazı sure ve duaların ezberletildiği, ayrıca başlangıç düzeyinde aritmetik bilgisinin verildiği mektep veya küttablarda verilen ilk öğrenim bağımsız üniteler olarak kalmakta ve yüksek öğrenime geçiş için bir hazırlık bilgisi vermemekte idiler. Baştan sona tüm eğitimi kuşatan sistem, Fatih devrinde Fatih Medresesi’nde kurulan ve ilk öğrenimden başlayıp yüksek düzeyde belli bir ihtisaslaşmayla son bulan sistemdir.

(38) Çok gariptir ki Kur’an, bizzat kendi başına hiçbir zaman medreselerde tedrisat konusu olmamış, daha çok onun icaz ve belâgat yönlerine ağırlık verilmiş, öğretim faaliyeti deyince gramer tahlilleri anlaşılmıştır. (21. maddedeki Nasr’ın görüşü ile karşılaştırınız.)

(39) Ortaçağ İslâm eğitim sisteminde öğrenim düzeyini olumsuz yönde etkileyen önemli bir gelişme, yüksek öğrenimde ders kitabı olarak kullanılan özgün kelâm, fıkıh, felsefe vs. kitaplarının şerhler ve haşiyeler yoluyla tekrarlanmasıdır. Şerhler üzerinde çalışma, kılı kırk yaran ayrıntılarla uğraştırıp, ilmin asıl meselelerine çözüm getirici çabaların önlenmesine sebep olmuştur.

(40) İslâm’ın ilk devirlerinden beri, ilköğretim (mektep yahut küttab) ve yüksek öğretim (medrese) yanında iki ayrı tip eğitim mevcuttu. Birincisi, geleceğin sultanlarını yetiştirmek üzere veliahtlar için kurulmuş saray okulu eğitimi idi. Bu tip eğitimde, din eğitimi de olmakla beraber, hitabet, edebiyat vb. faaliyetlere ve herşeyden önce yiğitlik (mürüvvet) üzerine ağırlık verildi. İkinci tip eğitime, okuma-yazma öğretmekten ziyade, Kur’an ve akaid hakkında bilgi vermek üzere halka yönelik olduğu için “yetişkin eğitimi” denebilir.

(41) Eğitim faaliyetleri ilk dönemlerde camilerde yürütülmekle beraber, çoğu kez alimlerin ve onlara hamîlik edenlerin evleri de ilmî faaliyetlere merkezlik etmişlerdir.

(42) Kurulan kütüphaneler, medreseler ve diğer ilmî faaliyetler daha ziyade himmet ehlinin şahsî gayret ve katkılarıyla gelişmiştir.

(43) İslâm’ın ilk dönemlerinde İslâm öğreniminin başlayış ve yayılışına, okullardan çok kişiler önayak olmuşlardır. Bu nedenle bütün ortaçağ boyunca devam eden öğretim sürecinde göze çarpan başlıca özellik, öğretmenin şahsî önemidir.

(44) Medreselerin teşekkülüyle birlikte icazet usulünün yanında bazı sınav sistemleri belirlense de, hocanın merkezî rolü devam etmiştir.

(45) “Amelle doğrudan ilişkisi olmayan her türlü bilgiyle uğraşman haramdır” (Şâtıbî) sözü, ortaçağ ulemasının mizacını ortaya koyan bir özelliktir. Bu eğilim sebebiyle, genel düşünce ve tabiî bilimler yerine, müfredat, dinî ilimlere inhisar etti.

(46) Özgün çalışmalar ortaya koyan ve devirlerinde ön plana çıkan alimlerin varlığı, resmî medrese eğitiminden çok, özel eğitim ve şahsî gayretlerin sonucudur.
(*) Bu çalışmadan maksat, günümüz eğitim faaliyetleriyle bir mukayese imkânı sağlamak ve yeni atılımlar için ufuk açıcı veriler ortaya konulmasına katkıda bulunmaktır. Tespitlerin doğruluğu ya da yanlışlığı derinlikli çalışmalarla ele alınabilir. Biz farklı bakış açılarıyla meseleye dair mülâhazaları tahlilî (analiz) metodla derlemeye gayret ettik. Daha verimli değerlendirme girişimlerine ve terkibi (sentez) çalışmalara yardımcı olması dileğiyle...

Çalışmaya esas teşkil eden kaynaklar:

1-20. maddeler için bkz. M. E. Zeki Bedevî, “Geleneksel İslâmî Eğitim: Günümüzdeki Hedef ve Emelleri”, İslâmî Eğitim, (İstanbul: Endülüs Yay., 1991), s.159 vd.
21-30. maddeler için bkz. S. Hüseyin Nasr, Modern Dünyada Geleneksel İslâm, (İstanbul: İnsan Yay., 1989), s. 133 vd.
31. madde için bkz. S. Hüseyin Nasr, Makaleler-I, (İstanbul: İnsan Yay., 1995), s.91 vd.
Nasr’ın bu tespitleri için ayrıca bkz. “İslâm Eğitim Sistemi”, İslâm ve İlim, (İstanbul: İnsan Yay., 1989), ss.13-24.
32-39. maddeler için bkz. Fazlur Rahman, İslâm ve Çağdaşlık, (Ankara: Fecr Yay., 1990), s. 110 vd.
40-46. maddeler için bkz. Fazlur Rahman, İslâm, (Ankara: Selçuk Yay., 1993), s.252 vd.

Ayrıca tespitlerle ilgili tarih, yer, şahıs isimleri ve genel bir perspektif için bakınız: Ahmet Çelebi, İslâm’da Eğitim-Öğretim Tarihi, Çev. Ali Yardım, (İstanbul: Damla Yay., 1976)

Hiç yorum yok: