Ana hatlarıyla
NEFİS TEZKİYESİ
Yusuf Erdem
“Kendini arıtan (nefsini tezkiye eden) felâha erer. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğrar.” (Şems, 9-10)
“Kendini arıtan, Rabbini zikredip namaz kılan, felâha erer.” (A’lâ, 14-15)
“Nitekim Biz size ayetlerimizi okuyacak, sizi arıtacak, size Kitab’ı ve Hikmet’i öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek, aranızdan bir peygamber gönderdik.” (Bakara, 151)
“And olsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitab ve Hikmet’i öğreten ve kendilerinden olan bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar önceleri apaçık bir şaşkınlıkta idiler.” (Âl-i İmran, 164)
“Kim arınırsa kendisi için arınmış olur. (Biliniz ki) Dönüş ancak Allah’adır.” (Fâtır, 18)
“Rabbine inanmış olarak ve yararlı işler yaparak gelenlere, işte onlara en üstün dereceler, zemininden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları Adn cennetleri vardır. Bu, arınanların mükafatıdır.” (Tâhâ, 75-76)
“(Yusuf dedi ki:) Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhameti olmadıkça nefs kötülüğü emreder. Doğrusu Rabbim bağışlayandır, merhamet edendir.” (Yusuf, 53)
“Mücahid, Allah için nefsiyle cihad edendir.” [i]
Peygamberlerin görevleri arasında zikredilen nefis tezkiyesi, insanın kendini çirkin davranışlardan ve kötü huylardan sakındırıp, fıtrat dinine uygun, hoş ve güzel ahlâk ile vasıflandırma çabasıdır.
İslâm’ı tüm rükünleriyle yaşayıp, Allah’ın rızasına nail olma arzu ve gayretinde olan kimseler için, iman-ibadet-ihlâs üçlüsü içerisinde nefis tezkiyesinin çok önemli bir yeri vardır. İman, insanı insan eden en önemli âmildir. Onsuz hiçbir şey olmaz. İbadet ise Yüce Allah’ın şu ayette buyurduğu gibi yaratılış gayesidir. “Ben cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56) İhlâsa gelince, o da imanın ve İslâm’ın, yapılan ibadetlerin kabulünde, geçerli oluşunda yegâne şarttır. Bu dinin temel hedefi her türlü fitne, kötülük, aşırılık ve rezilliğin ortadan kaldırılması, dini yalnız Allah’a has kılarak, O’nun rızasına uygun hareket edilmesidir.
İşte nefis tezkiyesi, Allah’ın rızasını kazanabilme yolunda nefsi kötülüklerden alıkoyup iyiliklere sevketme aşamasında gündeme gelmektedir ki, yukarıda geçen temel hedefe ulaşmada zorunlu bir ameliyedir. Kişi, nefsini arındırıp Allah’ın rızasına kavuşabilmek için, O’nun rızasına uygun olan ve olmayan davranışları bilmek durumundadır.
NEFİS TEZKİYESİNDE ANA UNSURLAR
1. İMAN
Kişinin her şeyden önce tam ve sağlam bir imana sahip olması gerekir. İman bu yolun ilk basamağı, giriş kapısıdır. İman olmaksızın ‘Allah rızası’ diye bir şeyden bahsetmek mümkün değildir. Nefisle ilgili yönüne gelince, iman, nefsin rububiyet iddia etmesine, kibirlenmesine karşı vazgeçilmez bir eylemdir. Gerçek manada bir iman kişiyi küfür, şirk, isyan, fısk, zulüm gibi tehlikeli durumlardan alıkoyduğu gibi, salih ameller dediğimiz Allah’ın rızasına uygun hareketlere de zemin oluşturur.
İman kişiye bir dayanak noktası sağlar, ayaklarını sağlam basabileceği bir yer ve olaylara nasıl bakacağını belirleyen bir bakış açısı, bir hareket noktası temin eder. İnsanlar ancak iman sayesinde hayatlarını belirsizlikten, kargaşa ve kaostan kurtarıp; anlamlı, izahı mümkün ve yaşanılır hâle getirebilirler.
Kaygılar, korkular, ümitsizlikler, muammalar, meçhuller, geleceğe dair endişeler ve tüm bunların oluşturduğu karanlık ve kasvetli halet-i ruhiye ancak imanla ortadan kalkar; huzur, güven, sükûnet gibi insanlığın arzuladığı ortamlar ancak imanın aydınlığında yaşanabilir.
İman huzurun, inkâr ise sıkıntının kaynağıdır.
2. NAMAZ
Rükûları, secdeleri, zikirleri, dua ve tesbihatıyla namaz, kişiyi Allah’a kulluk yönüyle ortaya koyan, nefsi Allah’ın emir ve istekleri doğrultusunda olmaya yönelten çok kapsamlı bir ibadettir. Dinin direği, mü’minin miracıdır. “Muhakkak ki namaz, her türlü kötülükten ve fenalıktan alıkor...” (Ankebût, 45) Namazın ayette geçen fonksiyonu icra edebilmesi için, mesela huşû içerisinde kılınması gerekir. Çünkü Allah u Teâlâ, “Mü’minler felâha ermişlerdir. O mü’minler ki namazlarında huşû içindedirler.” (Mü’minûn, 1) buyurmaktadır. Ayrıca namazın devamlı kılınması gerekmektedir: “Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol.” (Tâhâ, 132) “Namazlara ve orta namaza devam edin, gönülden, boyun eğerek Allah için namaza durun.” (Bakara, 238) Maûn sûresinde başka bir şarta değinilmektedir ki o da kılınan namazdan gafil olunmamasıdır: “Vay o namaz kılanların haline ki onlar namazdan gafildirler.” (Maûn, 4-5) Diğer bir husus namaza karşı istekli olmak, bu konuda tembellik göstermemektir. Namaza dair tembellik gerçekten üzerinde durulması gereken bir olgudur. Çünkü Allah u Teâlâ münafıkları anlatırken, “... onlar namaza tembel tembel kalkarlar...” (Nisa, 142) buyurmaktadır.
Namazda kalp huzurunu sağlayacak çareler :
Namazda kalp huzurunu elde edebilmek için kalp huzuruna engel olan şeyleri önceden bertaraf etmek gerekir. Bu engelleyici faktörler ya dışarıdan ya da kişinin kendisinden kaynaklanır.
Birincisi, kişinin namaz kıldığı yerde kalbini meşgul edecek bir şeyler görmesi veya duymasıdır. Kalp huzuru için öncelikle bunların ortadan kaldırılması, namazın mümkün olduğu kadar görüş alanının dar olduğu, kuytu köşelerde kılınması gerekir. İnsanın kendi üzerinde ve namaz kıldığı yerde zihnini meşgul edecek herhangi bir şey bulundurmaması gerekir. Bunlar yalnız kılınan namazlar içindir. Cemaatla kılınan namazlarda ölçü; sağında ve solunda olanın kim olduğunu bilmeyecek derecede kendini ibadete vermektir.
İnsanın kalbini meşgul eden batınî sebeplere gelince, bunları iki kısımda incelemek mümkündür:
a) Kalbi belirli bir dönem meşgul eden istekler: Bunun çaresi, her ne ise o meşgul eden şeyi namaza başlamadan evvel bertaraf etmektir. Birisine bir şeyler söylemesi gerekiyorsa önce onu söylemeli, sonra namaza durmalıdır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyuruyor : “Yemek hazır olunca ve namaz vakti ise önce yemeği yiyiniz.” [ii]
b) Kalbi devamlı meşgul eden istekler: Bunlardan kurtuluşun çaresi, okunan ayetlerin manasını düşünerek zihnin başka şeylerle dağılmasına engel olmaya çalışmaktır. Şayet kalp yine bu istekleri düşünüyorsa ve namazdan gafilse, o zaman bu istekleri oluşturan sebeplerin ortadan kaldırılması gerekir. Bir kimse ağaç altında uyumak veya namaz kılmak istiyorsa ve ağaçtaki kuşların seslerinden rahatsız oluyorsa, o kuşları kovduktan sonra namaza başlaması gerekir. Ama kovulan kuşlar tekrar geliyorsa, adamın ya o ağacın altını terketmesi ya da ağacı kesmesi gerekecektir. İşte huşû içinde namaz kılmak isteyen kimse de zararlı düşünceler karşısında aynı konumdadır. O kimsenin ağacı kesmesi demek, Allah’ın huzuruna durduğunda ahireti hatırlaması, dünya ile tüm ilişkilerini kesmesi, dünyaya ve içindekilere karşı (mal, evlat vs.) zahid olması demektir. Dünyaya değer vermeyen birinin dünyevî isteklerle huzursuz olması diye bir şey olmaz.
3. ZEKÂT
Toplum için ortaya koyduğu faydalar yanında, kişiyi cimrilikten ve malıyla kibirlenmekten alıkoyan eşsiz bir uygulamadır. Mülkün sahibinin yalnız Allah olduğunu hatırlatır.
Zekât, fakirin zengin üzerindeki, sınırları Allah ve Rasulü tarafından çizilmiş zorunlu hakkıdır. Bunun yanında ‘sadaka’ ve bolca ‘infak’ etmek de vardır ki, nefis tezkiyesi açısından vazgeçilmez değerdedir. Birçok ayette zekâtı ve infak etmeyi emreden Allah u Teala şöyle buyurmaktadır: “Ey Muhammed! Mallarının bir kısmını kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al, onlara dua et; senin duan onlar için bir güvendir. Allah işitir ve bilir.” (Tevbe, 103)
Zekât, insanda bulunan mal sevgisini köreltir ve kişiyi cimrilikten alıkoyar. Ayrıca, zekât veren kişi bu ameliyle Allah’a şükür vaziyetindedir. Namaz, oruç gibi ibadetler beden nimetine karşı bir şükür olduğu gibi, zekât da mal nimetinin şükrünü ifa etmek demektir.
İnfak, bir mü’min için ‘birr’e ulaşmanın da en önemli vasıtasıdır. Yüce Mevlâmız, “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe birre ulaşamazsınız (iyilerden olamazsınız)” (Âl-i İmran, 92) buyurmaktadır.
Zekât, kelime anlamı itibariyle de temizlik ve arınma manasına gelir. Zekât sayesinde kişi her türlü kirlerden arınma imkânını elde eder. Zekât veren kişi malî, bedenî ve ruhî yönleriyle temizlenip, arınmaktadır.
Öte yandan zekât, insandaki merhamet duygusunun gelişmesine, hayır işleme arzusunun artmasına vesile olur. Gönül zenginliği kazandırır. İnsanı inceltir ve yüceltir.
4. ORUÇ
Kişiyi nefsin isteklerine karşı engelleyip, insanın bunlara hâkim olmasını sağlayan ve dahası kişiye itaat ve sabrı uygulamalı olarak belleten en önemli amildir. Oruç, nefis tezkiyesinin en yüksek makamlarından biri olan sabrı nefse öğretir. Şehevî istekleri frenleme ve onların esiri olmaktan kurtulma yolunda büyük rol oynar. Oruç, fertlerin ahlâkı üzerinde derin ve devamlı tesirler bırakır. Onları terbiye eder, edeblendirir, huylarını düzeltir, ahlâklarını güzelleştirir, iradesine hakim olmasını, nefsine galip gelmesini sağlar.
Orucun gerçek manada bir ibadet olabilmesi için kişinin açlık, susuzluk ve cinsel istekler dışında şunlara da dikkat etmesi gerekir:
a- Gözü haramlardan sakınmak: “Gözün harama bakışı, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah korkusuyla bu şekilde bakmayı terkederse, Allah ona öyle bir iman nasip eder ki onun tadını kalbinde duyar.” [iii]
b- Dili korumak: Yalan, gıybet, çirkin söz ve alaycı ifadeleri terketmek. Süfyan-ı Sevrî: “Gıybet orucu bozar”, Mücahid: “Yalan ile gıybet orucu bozar” demişlerdir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyuruyor: “(Oruçlu) Eğer yalan sözü ve onunla ameli bırakmazsa, Allah’ın onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” [iv] “Oruç (bütün fenalıklara ve cehennem ateşine karşı) bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu vakit cahillik edip de kem söz söylemesin. Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya çirkin söz söylemeye kalkarsa, ‘ben oruçluyum’ diye mukabelede bulunsun.” [v]
c- Diğer uzuvları haramdan korumak: Peygamber Efendimiz (s.a): “Nice oruç tutanlar vardır ki tuttukları oruçtan açlık ve susuzluk dışında kârları yoktur”[vi] buyurmuşlardır. Âlimlerin bir kısmı bunları ‘iftarlarını haram şeylerle açanlar’, bazıları da ‘gıybet edenler’ olarak anlamışlardır. Bir kısmı da bunların ‘uzuvlarını haramdan korumayan kimseler’ olduğunu söylemişlerdir. Oruçlu kimse bunların hepsinden sakınmalıdır.
5. HAC
Hac, hem bedenî hem de malî bir ibadet olduğundan, namaz ve oruç gibi bedenî ve zekât gibi malî ibadetlerdeki hikmet ve faydaların hepsi onda toplanmıştır. Hac, nefsi cidalden, münakaşadan alıkoyup, kötülüklerden uzaklaşmayı sağlar. Kişiye feragati, fedakârlığı ve teslimiyeti öğretir. Yardımlaşma, tanışma ve kulluk şuurunun kazanılmasına vesile olur.
Gayesine uygun olarak yapılan hac (hacc-ı mebrur) insanı maddî ve manevî kirlerden arındırır. Zira hadis-i şerifte: “Kim Allah için hac edip de (ihramlı iken) cima etmez ve günah işlemezse; annesinin doğurduğu günde olduğu gibi günahlarından arınmış olarak döner” [vii] buyurulmuştur.
Hacda ferdî şuur asgarî seviyeye iner, ma’şerî ve içtimaî şuur azamî seviyeye yükselir. Çok kapsamlı bir ibadet olan haccın bütün menasik ve merasimlerinde ayrı ayrı hikmetler, kişiyi yücelten ve arındıran uygulamalar vardır. Arafat’ta vakfe, kurban kesmek, şeytan taşlamak, Kâ’be’yi tavaf vb. hac menasiki, nefis tezkiyesi açısından derin manalar içermektedir.
Hacca helal para ile gitmek, haraç vermek suretiyle Allah düşmanlarına yardım etmemek, refes (her türlü lüzumsuz ve çirkin konuşma), fısk (Allah’a itaatten uzaklaştıran herşey), cidal (güzel ahlâka yakışmayan tavır, hareket) gibi şeylerden uzak durmak ve her ibadette olduğu gibi Allah rızası için yapmak haccın edeplerindendir.
6. KUR’AN OKUMAK
En faziletli ibadetlerden biridir. Kur’an okumak kalbi nurlandırır ve uyandırır. Nefsin isteklerine karşı koymada insanı destekleyen ve doyuran bir ibadettir. Namazın olmazsa olmaz unsurudur. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyuruyor:
“Ümmetimin en faziletli ibadeti Kur’an okumaktır.” [viii]
“Her kime Kur’an okumak nimetini verilir de, (o), başka bir kimseye kendine verilenden daha büyük bir nimet verildiğini kabul ederse , Allah’ın büyük saydığı Kur’an’ı küçümsemiş olur.” [ix]
“Muhakkak şu kalpler, demir gibi pas tutar. Bunun üzerine: ‘Ey Allah’ın Resulü! O kalplerin pası ne ile çıkarılır (cilâsı nedir)? denildiğinde buyurdu ki: Kur’an okumak ve ölümü hatırlamaktır.” [x]
Okunan Kur’an’dan istenen faydanın hasıl olabilmesi için gerekenler :
Abdestli ve edepli bir şekilde okumak. Belli zamanlarda belli miktarda okumayı âdet edinmek. Tertil ile düşüne, taşına, ağır ağır okumak. Okurken duygulanmak, manaya uygun olarak sevinmek veya hüzünlenmek. Kur’an’ın azamet ve ulviyetini kavrayıp, indirdiği için Allah’ın lütfuna şükretmek. Kalp huzuru ve sükunetle okumak.
7. ZİKİR
Sevgi ve yakınlık, sevileni zikretmek, isteklerini yerine getirmek, her zaman onu düşünüp, ondan gafil olmamakla mümkündür. Allah’ı çokça zikretmek nefsi kötülüklerden alıkoyup, iyi şeylerle meşguliyeti sağlar. Çünkü kişi zikir vesilesiyle sürekli bir denetim ve gözetim altında olduğunu düşünür. Zaten zikir, mü’minler için güvence kaynağı, kalpleri huzura ve sükûna kavuşturan bir vesiledir. Kur’an’da, “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur” (Ra’d, 28) buyurulmaktadır.
Bütün ibadetler her yönüyle Allah’ı anma ve zikretme vasıtalarıdır. İbadetlerin esası Allah’ı zikir ve dolayısıyla O’nu şuura yerleştirme faaliyetidir. İbadetler, maksat ve gaye itibarıyla Allah şuurunu nefse yerleştirmek ve insanî benliği temizlemek için yapılır. İnsanın şahsiyet ve irade gelişimine katkıda bulunan ibadetler, güzel ahlâk, iyilik ve doğruluk gibi neticeler yanında kişinin beden ve ruh sağlığını da temin eder.
Enfâl suresinde mü’minlerin vasıfları anlatılırken şu hususa dikkat çekilmektedir:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer ve Allah’ın ayetleri okunduğu zaman bu onların imanını artırır. Ve Rablerine güvenirler, namazı gereği gibi kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarf ederler.” ( Enfâl, 2-3)
Yine Kur’an’da pek çok ayette zikirden, tezekkürden bahsedilmektedir:
“Sabah akşam Rabbinin adını an ...” (İnsan, 25)
“Geceleyin ve secdelerin ardından O’nu tesbih et.” (Kâf, 40)
8. TEFEKKÜR
Nefis tezkiyesinde tefekkürün de önemli bir yeri vardır. Kur’an-ı Kerîm’de sıkça vurgulanan hususlardan biri olan tefekkür, marifetullahı kalbe yerleştiren âmillerden biridir. Bundan maksat kişinin kendi nefsinde (enfüsî) ve dış dünyada (afakî-kevnî) Allah’ın zat, sıfat ve fiillerinin tecelliyatını görmesi, görmeye çalışmasıdır.
Nitekim ayet-i kerîmelerde şöyle buyurulmaktadır :
“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinde Allah’ın varlığına nice deliller vardır. Görmez misiniz?” (Zâriyât, 20-21)
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için deliller vardır.” (Âl-i İmran, 190)
“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık. Biz onları ancak gerektiği gibi yarattık. Ama insanların çoğu bilmez.” (Duhan, 38-39)
9. ÖLÜMÜ HATIRLAMAK VE KISA EMEL
Nefis, ölümü hiç hatırına getirmeksizin uzun emellere dalmaya, planlar yapmaya, çirkin ve şehevî duygulara atılmaya müsaittir. Ölümü hatırlamak, kısa emel sahibi olmak ise nefsin bu hastalıklarına devadır. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a) şöyle buyuruyor :
“Zevkleri yok eden ölümü çok anın.” [xi]
“Akşama ulaştığın vakit sabaha çıkacağını hatırına getirme. Sabaha çıktığın vakit de akşama varacağını düşünme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık hâlin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap.” [xii]
“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet bil :
a) İhtiyarlık gelmeden gençliği,
b) Hastalık gelmeden sıhhati,
c) Yoksulluk gelmeden zenginliği,
d) Meşguliyet gelmeden boş zamanı,
e) Ölüm gelmeden hayatı.” [xiii]
“(Müminlerin en akıllıları) ölümü en çok anan ve kendilerine gelmezden önce onun için en iyi hazırlığı yapanlardır.” [xiv]
10. MUHÂSEBE (nefsi hesaba çekme) ve MURÂKABE (nefsi kontrol altında tutma)
Kişi nefsini her zaman hesaba çekmeli ve daima kontrol altında bulundurmalıdır. Çünkü genel özelliği itibarıyla –kötülüğü emreden- nefis, serbest bırakıldığı zaman azar. Bu bağlamda Hz. Ömer’e izafe edilen, “Bugün Allah için ne yaptın?” sorusunu düşünürsek, nefsi hesaba çekme açısından çok güzel ve yerinde bir söz olduğunu anlarız.
Yine Hz. Ömer (r.a)’dan: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin; tartılmadan önce amellerinizi tartın ve böylece büyük huzura arz edilmeye hazırlanın.”
“Ey Mü’minler! Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin. Herkes yarına ne hazırladığına bir baksın.” (Haşr, 17)
“Akıllı kimse, nefsini muhâsebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz olan ise nefsini hevâsının peşine takan ve Allah’tan temennide bulunan kimsedir.” [xv]
11. MUÂTEBE (nefsi kınama)
Kişinin nefsine yönelik muhâsebe ve sorgulaması neticesinde, ‘nefs-i emmare’ basamağında bulunan nefis, uyarı, kınama ve levm ile ‘nefs-i levvâme’aşamasına gelir. Hem takvaya hem de fücura yönelebilen ve kendisine takva ve fücur ilham edilen ‘nefs-i mülhime’nin, ‘nefs-i mutmainne’ seviyesine yükselebilmesi, ardından ‘nefs-i raziye’ ve ‘nefs-i marziyye’ makamlarına ulaşabilmesi için bir an bile gafil olmaması ve sürekli bir çaba içerisinde bulunması gerekmektedir.
12. EMR-İ Bİ’L MA’RUF , NEHY-İ ANİ’L MÜNKER VE CİHAD
“Nefsini arıtan kurtulmuştur. (felâh bulmuştur)” ayetini “İçinizde hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir cemaat bulunsun. Muradına erenler (Müflihûn) işte bunlardır.”(Âl-i İmran, 104) ayeti ve “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz (felâh bulasınız)” (Mâide, 35) ayetiyle beraber düşündüğümüzde, nefsin kurtuluşa ermesinde emr-i bi’l ma’ruf, nehy-i ani’l münker ve cihadın fonksiyonunu iyice anlarız.
Bu ibadetler, kişide bulunan çekingenlik, ölüm korkusu, dünya sevgisi, mal ve can sevgisi gibi durumları ortadan kaldırıp, kişinin kendini canıyla, malıyla, bilgisiyle, mesaisiyle ve sahip olduğu bütün özellikleriyle Allah’a adamasını temin eder.
13. TEVBE
Allah u Teâlâ’nın kullarına en büyük lütuflarından olan tevbe, sağladığı yararlar itibarıyla nefis tezkiyesinin temel taşlarından biridir. Tevbe, yapmış olduğu hatadan pişmanlık duyup bir daha yapmamak üzere Allah’a söz vermek ve önceki hataların affını dilemektir. “Tevbe geçmiş hataların verdiği iç sancısıdır”, “Eziyet veren elbiseyi atıp, faydalı elbiseyi giymektir”, “Kötü huyları iyi huylarla değiştirmektir.”
Günahlara tevbe etmek mü’minler üzerine vaciptir.
“Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah’a dönün.” (Nur, 31)
“Ey mü’minler! Nasuh tevbe ile Allah’a tevbe edin.” (Tahrîm, 8)
“Muhakkak Allah hem çok tevbe edenleri, hem de çok temizlenenleri sever.” (Bakara, 222)
“... Allah u Teâlâ günahlarından tevbe edip, kendine yönelen kuluna, çölde azığını ve devesini kaybedip ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kaldıktan ve ümidini kestikten sonra devesini bulanın sevinmesinden daha çok sevinir.” [xvi]
Sahîh-i Buhârî ve Müslim’de geçen “Yüz kişinin katili olan adamın kıssası”[xvii] bu bağlamda tevbenin önemini kat kat artırmaktadır.
“Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde, Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah’tan başka bağışlayan kim vardır ? Bir de onlar hatada bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmran, 135)
“Hayırlınız, her aldanışında tevbe edendir.” [xviii]
“Her Âdemoğlu hata işler. Hatalıların en hayırlıları, tevbe ve istiğfar edenlerdir.” [xix]
Not:
Bu çalışma, dergi sayfalarının yer verebileceği ölçülerde ihtisar ve hulâsa yoluyla yapılmış bir derlemedir. Konuya ilgi duyanlar ve daha geniş bir okuma yapmayı düşünenler ilk etapta şu eserlere bakabilirler:
· Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d Dîn yahut Kimya-yı Saadet
· Said Havva, İslâm’da Nefis Tezkiyesi, Yenda Dğt.
· Mehmet Bayraktar, İslâm İbadet Fenomenolojisi, Akçağ Yay.
· Süleyman Uludağ, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, Diyanet Vakfı Yay.
(1) Tirmizî, Sünen, Fazailü’l-Cihad, 2 (1621); Ahmed, Müsned, C. VI, ss. 20-22
(2) Buhârî, Sahîh, Et’ime, 58, Ezân, 42; Müslim, Sahîh, Mesâcid, 65
(3) Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, C. X, s.173; Hakim, Müstedrek, C. IV, s.349
(4) Buhârî, Sahîh, Savm, 8
(5) Buhârî, Sahîh, Savm, 2, 9; Müslim, Sahîh, Siyâm, 161-164
(6) İbn Mâce, Sünen, Siyâm, 21; Ahmed, Müsned, C. II, s.373, 441; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, C. III, s.202
(7) Buhârî, Sahîh, Umre, 9-10; Müslim, Sahîh, Hacc, 438
(8) Kudaî, Müsnedü’ş-Şihab, C. II, s.246; Ebu Nuaym, Fazailü’l- Kur’an
(9) Taberânî, Hatib, (bkz. Ramûz el-Ehâdis, 438.2)
(10) Kudaî, Müsnedü’ş-Şihab, C. II, s.198; Beyhakî, Taberânî (bkz. Ramûz el-Ehâdis, 134.1)
(11) Nesâî, Sünen, Cenaiz, 3; Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 26; İbn Mâce, Sünen, Zühd, 31; Ahmed, Müsned, C. II, s.293
(12) Buhârî, Sahîh, Rikak, 3; Tirmizî, Sünen, Zühd, 25
(13) Hakim, Beyhakî (bkz. Ramûz el-Ehâdis, 75.6)
(14) İbn Mâce, Sünen, Zühd, 31
(15) Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 26
(16) Buhârî ve Müslim, Sahîh, Tevbe (bkz. Riyâzü’s-Sâlihin, Hadis nr. 15)
(17) Buhârî, Sahîh, Enbiya, 54; Müslim, Sahîh, Tevbe, 46-48
(18) Beyhakî, Şuabü’l-İman
(19) Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 49; İbn Mâce, Sünen, Zühd, 30; Darimî, Sünen, Rikak, 18; Ahmed, Müsned, C. III, s.198
1 yorum:
çok güzel hazırlanmış ayetlerle desteklenmiş hadisler sahih buhariden alınmış.
Yorum Gönder