Dücane Cündioğlu ile
KUR’AN’I YENİDEN DÜŞÜNMEK
Seminerlerimizin 10. haftasında değerlendireceğimiz çalışma, şimdiye kadar ele aldığımız eserlerden birkaç yönüyle ayrılıyor. Bu çalışmayı farklı kılan husus, henüz kitap formatında yayınlanmamış olması. Kitap olarak yayınlandığında yaklaşık 100 sayfalık bir kitap hacminde olan çalışma, Kazım Dönmez tarafından hazırlanmış ve Dücane Cündioğlu’nun “Kur’an Tetkikleri Serisi” adı altında neşretmeye başladığı kitaplardan ilk 5 tanesiyle yine Dücane Cündioğlu’nun bu alandaki diğer çalışmaları merkeze alınarak ortaya konulmuş.
Çalışmanın bölümleri şu şekilde sıralanmaktadır:
Giriş. (Bu bölümde çalışmanın genel çerçevesi, Dücane Cündioğlu’nun kısa özgeçmişi ve
eserleri tanıtılmaktadır.)
A. KUR’AN’I BİLMEK
1. Kur’an’ın Ne Olduğunu Bilmek
a. Kur’an’ın Doğru Tasavvuruna Ulaşmak
b. Kur’an’ın Mahiyet ve Muhtevasını Ayırmak
c. Kur’an’ın Özelliklerini Bilmek
c.1. Kelamullah Olması
c.2. Vahiy Olması
c.3. Tedricen İndirilmesi
c.4. Arap Dilinde Olması
c.5. Sözlü İfadelerden Oluşması
c.6. Muhataplarınca Doğrudan Anlaşılması
c.7. Mütevatir Olması
c.8. Dili ve Bağlamının Tarihselliği
c.9. Anlam ve Amacının Evrenselliği
c.10. Kur’an’ın Unsurlarının Bozulmaması
2. Kur’an’a Muhatap Olmayı Bilmek
a. Doğrudan Muhatap Olmak
b. Dolaylı Muhatap Olmak
c. Modern Muhatap Olmak
3. Kur’an’ı Anlamayı Bilmek
a. Anlama Süreci ve Unsurları
b. Anlamların Anlamsızlığı
c. Anlamanın Öznelleştirilmesi
d. Anlamın Bütünlüğü
e. Anlamın Soru(n)ları
f. Anlamanın İlkeleri
B. KUR’AN’I ANLAMAYA YARDIMCI İLİMLERİ BİLMEK
1. Kur’an İlimlerini Bilmek
2. Kur’an Yorumlarını Bilmek
3. Kur’an Tarihini Bilmek
Sonuç: Kur’an’ı Anlama Yöntemi
Kaynaklar
Çalışmayı yapan arkadaşımız Kazım Dönmez’in sonuç kısmında işaret ettiği şekliyle “Kur’an’ı Anlama Yöntemi” üzerine bir düzenleme ve özetlemeyi (Dücane Cündioğlu’nun eserlerinden hareketle) şöylece yapabiliriz:
Kur’an’ı anlamak için, ilkin Kur’an’ı bilmek yani ne olduğunu ve ne tür bilgiler içerdiğini bilmek gerekmektedir. İkinci olarak bu bilgilere nasıl muhatap olacağımızı bilmek, son olarak da bu bilgileri nasıl anlayabileceğimizi bilmek gerekmektedir.
Bunları yaparken ilk elde bize Kur’an ile ilgili ilimleri bilmek yardımcı olacaktır. Bunun yanı sıra alimlerin Kur’an hakkında yaptıkları yorumları bilmek, bize kısa zamanda anlama ulaştıracak desteği ve tecrübeyi sağlayacaktır. Kur’an ilimleri ve yorumlarının tarih içinde izlediği yol ve gelişimi bilmek ise bizi doğru anlama ile yanlış anlama konusunda uyanık tutacak, dışarıdan müdahalelere ve anlamdan sapmaya karşı hazırlıklı kılacaktır.
Bu değerlendirme çalışması kendi alanında yapılmış özgün bir çalışma olduğu gibi, ele aldığı kitaplardan ve bizatihi tanışıklığı üzerinden hareketle Dücane Cündioğlu ve eserleri hakkında da şöyle bir sonuca ulaşmaktadır:
“Bütün bunlardan sonra gayet rahatlıkla belirtebiliriz ki Dücane Cündioğlu’nun çalışması ve “Kur’an Tetkikleri Serisi” (diğer uzantılarıyla birlikte) tüm çağdaş tefsir çalışmaları içinde en derin ve anlamlı çalışmalardan biridir.”
Not: Kazım Dönmez'in bu çalışması bizim seminerlerimizden sonra Rağbet Yayınları tarafından kitap olarak yayınlanmıştır.
16 Mayıs 2007 Çarşamba
Kur'an-ı Kerim'i Okuma ve Anlama Adabı 9
KUR’AN-I KERİM’İ OKUMA ADABI
“Kur’an’ı Okuma ve Anlama Adabı” başlığıyla yapageldiğimiz seminerler dizisinin 9. haftasında değerlendireceğimiz çalışma bir bitirme tezi. Bahattin Ataklı tarafından sunulan bu bitirme tezi, 1983 yılında Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde, Suat Yıldırım Hoca’nın nezaretinde hazırlanmış.
Çalışmanın bölümleri aşağıda sıralanmıştır:
Önsöz
Giriş: Kur’an-ı Kerim’in Müslümanın Hayatındaki Yeri.
Birinci Bölüm: Kur’an-ı Kerim’in Öğrenilip Öğretilmesi
İkinci Bölüm: Kur’an-ı Kerim’in Tilaveti
1. Tilavetten Önceki Şartlar
A. Manevi Hazırlık
a. Kur’an Okumak İbadettir.
b. Kur’an Okumak Cenab-ı Hak’la Mükalemedir.
c. Kur’an Okurken Zihin ve Kalp Derli Toplu Olmalı.
B. Harici Şartlar
a. Taharet
b. Zaman Seçimi
c. Mekanın Temizliği ve Özellikleri
d. Oturuş Şekli
e. Umumi Yerlerde Okuyup Okumama Meselesi
f. Yürürken Okumanın Hükmü
2. Tilavet Esnasında Dikkat Edilecek Hususlar
a. İstiaze
b. Tertil
c. Arapça Aslıyla Okumanın Hükmü
d. Sesi Manaya Göre Ayarlamak
e. Okuyanın Cevap Vermesi Gereken Yerler
f. Secde Ayetleri
g. Vakf Yerlerine Riayet
h. Tefekkürle Okumak
i. Ağlamak
j. Güzel Sesle Okumak
k. Yüksek Sesle Okumak
l. Tilavet Mertebeleri
m. Kıraat Çeşitleri
n. Kıraatlerin İnfirad ve Cem’i
o. Şâz Kıraatlerle Okuma
p. Namazda Okuma
q. Zaruret Halinde Kıraati Kesme
r. Kıraate Son Verme
3. Hatimle İlgili Meseleler
4. Dinleme Adabı (Ehemmiyeti ve Hükmü)
a. Okuyanın Oturması
b. Huşu İle Dinleme
c. Mukabele
d. Dinleyenin Sessizce Okuması
e. Cemaat (Koro) Halinde Okunur mu
f. Elektronik Cihazdan Dinleme
5. Müteferrik Meseleler
a. Şifa Niyetiyle Okuma
b. Kur’an’ı Unutmanın Hükmü
c. Kur’an-ı Kerim’in Ezber Veya Yüzünden Okunması
d. Mushaf’a Hürmet ve Ta’zim
e. Mushaf Hakkında Caiz Olan ve Olmayan Meseleler
Sonuç
Bibliyografya
Not: Bu bitirme tezi toplam 86 sayfadır.
“Kur’an’ı Okuma ve Anlama Adabı” başlığıyla yapageldiğimiz seminerler dizisinin 9. haftasında değerlendireceğimiz çalışma bir bitirme tezi. Bahattin Ataklı tarafından sunulan bu bitirme tezi, 1983 yılında Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde, Suat Yıldırım Hoca’nın nezaretinde hazırlanmış.
Çalışmanın bölümleri aşağıda sıralanmıştır:
Önsöz
Giriş: Kur’an-ı Kerim’in Müslümanın Hayatındaki Yeri.
Birinci Bölüm: Kur’an-ı Kerim’in Öğrenilip Öğretilmesi
İkinci Bölüm: Kur’an-ı Kerim’in Tilaveti
1. Tilavetten Önceki Şartlar
A. Manevi Hazırlık
a. Kur’an Okumak İbadettir.
b. Kur’an Okumak Cenab-ı Hak’la Mükalemedir.
c. Kur’an Okurken Zihin ve Kalp Derli Toplu Olmalı.
B. Harici Şartlar
a. Taharet
b. Zaman Seçimi
c. Mekanın Temizliği ve Özellikleri
d. Oturuş Şekli
e. Umumi Yerlerde Okuyup Okumama Meselesi
f. Yürürken Okumanın Hükmü
2. Tilavet Esnasında Dikkat Edilecek Hususlar
a. İstiaze
b. Tertil
c. Arapça Aslıyla Okumanın Hükmü
d. Sesi Manaya Göre Ayarlamak
e. Okuyanın Cevap Vermesi Gereken Yerler
f. Secde Ayetleri
g. Vakf Yerlerine Riayet
h. Tefekkürle Okumak
i. Ağlamak
j. Güzel Sesle Okumak
k. Yüksek Sesle Okumak
l. Tilavet Mertebeleri
m. Kıraat Çeşitleri
n. Kıraatlerin İnfirad ve Cem’i
o. Şâz Kıraatlerle Okuma
p. Namazda Okuma
q. Zaruret Halinde Kıraati Kesme
r. Kıraate Son Verme
3. Hatimle İlgili Meseleler
4. Dinleme Adabı (Ehemmiyeti ve Hükmü)
a. Okuyanın Oturması
b. Huşu İle Dinleme
c. Mukabele
d. Dinleyenin Sessizce Okuması
e. Cemaat (Koro) Halinde Okunur mu
f. Elektronik Cihazdan Dinleme
5. Müteferrik Meseleler
a. Şifa Niyetiyle Okuma
b. Kur’an’ı Unutmanın Hükmü
c. Kur’an-ı Kerim’in Ezber Veya Yüzünden Okunması
d. Mushaf’a Hürmet ve Ta’zim
e. Mushaf Hakkında Caiz Olan ve Olmayan Meseleler
Sonuç
Bibliyografya
Not: Bu bitirme tezi toplam 86 sayfadır.
Kur'an-ı Kerim'i Okuma ve Anlama Adabı 8
KUR’ANÜ’L-MECİD
M. İzzet Derveze (1888-1984) tarafından kaleme alınan Kur’anü’l-Mecid isimli eser, aynı adla ve “Kur’an’ı Anlamada Bir Yöntem Çalışması” alt başlığıyla Ekin Yayınları arasında 1997 yılında, Vahdettin İnce’nin çevirisiyle Türkçe’ye kazandırılmış.
Kitap, aşağıda sıralandığı şekliyle dört bölüm halinde kaleme alınmış:
1. Bölüm: Kur’an’ın Üslubu, Vahyedilişi ve Tesiri.
2. Bölüm: Kur’an’ın Cem’i, Tedvini, Okunuşu, Mushafların İmlası ve Düzenlenmesi.
3. Bölüm: Kur’an’ı Anlamanın ve Tefsir Etmenin İdeal Yöntemi.
4. Bölüm: Müfessirlerin Kitaplarına ve Metotlarına İlişkin Yorum ve Görüşler.
Kitabın seminerlerimiz çerçevesinde bizi doğrudan ilgilendiren bölümü 3. bölümdür. Bu bölümde müellifin ele aldığı yaklaşımları şu şekilde özetlemek mümkündür:
(Müellife göre; Kur’an’ı anlamanın ve onu tefsir etmenin en ideal yöntemi, aşağıdaki hususların bir bütün olarak gözetildiği yöntemdir.)
1. Kur’an ve Peygamberimizin Hayatı: Kur’an, Peygamberimizin hayatını ve hayatındaki gelişmeleri baştan sona kadar birbiriyle bağlantılı, birbirini açıklayan bir dizi anlatım niteliğindedir. (s. 119) Kur’an’ın her suresinde, her bir ayet grubunda ve her bir bölümünde Peygamberimizin Arap veya Arap olmayan müşriklerden ve ehl-i kitaptan oluşan toplumuna karşı takındığı tavırlardan, ya da onların Peygamberimize ve çağrısına karşı sergiledikleri davranışlardan biri yansıtılmaktadır. Aynı şekilde Peygamberimizin davetine olumlu karşılık verenlere ve onların Peygamberimize karşı sergiledikleri tutuma, yahut kafirlerin onlara karşı belirledikleri konuma ilişkin bir tabloyu da kapsamaktadır. (s. 120)
Bunlar davet, açıklama, delil, öğüt, uyarı, müjde, korkutma, teşbih, kıssa, örneklendirme, teşvik, vaad, tehdit, tartışma, meydan okuma, inat, büyüklenme, burun kıvırma, eziyet etme, dikkat çekme, teselli etme, benzetme, tatmin etme, yorumlama, soru, cevap, cihad ve yasama şeklinde somutlaşmaktadır. (s. 120)
Kur’an’ın konularını, açıklamalarını, boyutlarını ve ruhunu anlamada bu hususların göz önünde bulundurulması son derece önemlidir. Kur’an’ı bu gözle inceleyenler realiteden uzaklaşmazlar; tahminlerin, gereksiz eklemelerin, kuru tartışmaların, Kur’an ifadelerini kastetmedikleri anlamlara yormanın disiplinsizliğine dalmazlar. (s. 120)
2. Kur’an ve Peygamberimizin Yetiştiği Çevre: Peygamberimizin yetiştiği toplum ve dönemin gelenekleri, görenekleri, inançları, fikirleri ve alışkanlıkları ile Peygamberimizin gönderilişi, pratik hayatı, dolayısıyla Kur’an’ın vahyi ve vahye muhatap olan toplumun genel durumu arasında çok sağlam ve güçlü bağlar vardır. (s. 122)
Bundan önceki konuda olduğu gibi, bu konunun da göz önünde bulundurulması, Kur’an’ın anlaşılması, açıklamalarının, ruhunun ve mesajının boyutlarının kavranması açısından son derece önemlidir. (s. 124)
Bu gözle Kur’an’a bakan bir kimse, bir anda kendisini reel olayla ve pratik sonuçları arasında görür. Pratik gerçekten ve olayların asıl ekseninden uzaklaşmaz. Amaçsız ve yararsız eklemelerin, mesnetsiz yorumların, tartışmaların, ibareleri eğip bükmenin girdabına düşmez. (s. 124)
3. Kur’an’ın Dili: Yalın ve bileşik ifadeleriyle, ıstılahlarıyla, üslubuyla, örnekleriyle, teşbihleriyle, istiareleriyle ve mecazi ifadeleriyle Kur’an’ın dili, Peygamberimizin yaşadığı toplumun diliydi. (s. 125)
Kur’an’ı etüd eden bir kimse, kendini onun dilinin, üslubunun ve ıstılahlarının oluşturduğu bir ortamda bulur. Ki bu, Kur’an’ın indiği dönemin dili, üslubu ve ıstılahlarıdır. Bu dil bize, Kur’an’a muhatap olan ortamın havasını yansıtır. Kur’an’ı bu yaklaşımla etüd eden bir kimse, sırf bu tavrından dolayı bir çok mesele, bir çok anlamın gerçek niteliği ile ve gerçek boyutları ile karşılaşır. Kendisine Kur’an inen Peygamberin görevi ile ilgisi bulunmayan meselelere dalmaz, vaktini ve enerjisini boşuna tüketmez. (s. 134)
4. Kur’an’ın Prensipleri. Temel Prensipler ve Araç Niteliğinde Olanlar: Kur’an’ın içeriği birbirinden belirgin bir şekilde ayrılan iki kategoride incelenebilir. Birinci kategoriye temel prensipler girer. İkincisine de araçlar diyebileceğimiz hususlar girer. Kur’an mesajının özünü, bu temel prensiplerin oluşturduğu kategori temsil etmektedir. Bunun kapsamına peygamberlik misyonunun ve Kur’an vahyinin ana hedefini oluşturan ilkeler, kurallar, yasalar, hükümler ve telkinler girmektedir. (s. 134)
Allah’ın birliği, her türlü şirk şaibesinden ve evlat edinmekten münezzeh olması, tüm kemal sıfatlarına sahip olması, evren üzerinde mutlak ve tek egemenliğin O’na ait olması, yalnızca O’nun ibadete ve huzurunda boyun eğmeye layık olduğu, O’ndan başka düzmece ilahların bir kenara atılması gerektiği, bu yüzden O’na karşı kulluk görevlerini yerine getirmenin gerekliliği gibi… İnsanlığın iyiliğini, huzurunu, birey ve toplum olarak dayanışma içinde bir hayat sürdürmesini garanti eden ilkeler, emir ve yasaklar, olumlu olumsuz, ahlaki, toplumsal, siyasal, hukuksal, pratik ve ekonomik direktifler ve bunlara halel getirici şeylerin yasaklanması gibi hususlar da bu kategoriye girer. (s. 134-135)
Bunların dışında Kur’an’da yer alan kıssalar, örnekler, vaatler, tehditler, teşvikler, korkutmalar, eleştiriler, tartışmalar, kanıtlamalar, kabul ve redler, hatırlatma ve belgelendirmeler, kesin kanıtlayıcı deliller, evrensel yasalar sistemine dikkat çekmeler, Allah’ın kudretini ve görülür, görülmez yaratışını gözlemlemeler gibi tüm hususlar, yukarıda sözünü ettiğimiz temel prensipleri ve hedefleri pekiştirici, destekleyici, gerçekleşmelerini sağlayıcı araçlar niteliğindedir. (s. 135)
5. Kur’an Kıssaları: Müellife göre Kur’an kıssalarında anlatılanlardan murad kıssaların bizatihi kendisi olmayıp, bu kıssalar üzerinden verilmek istenen dersler, öğütler, hatırlatmalar, uyarılar, dikkat çekmelerdir. Dolayısıyla bu konuda kıssaların ayrıntılarına dalmaya, istenmeyen tartışmalara girmeye gerek yoktur. (s. 142)
6. Kur’an’da Melekler ve Cinler: Müellife göre Kur’an’da melekler ve cinlerden bahsedilmesi de Kur’an kıssalarında ve diğer pek çok hususta olduğu gibi temel ilkelerin pekiştirilmesi ve ana hedeflerin desteklenmesi amacıyladır. (s. 156) (ayrıca bkz. s. 160)
7. Kur’an’da Evrensel Sahneler ve Yasalar: Kur’an-ı Kerim’de evrensel sahneler ve yasalarla ilgili olarak yer alan bilgiler, Kur’an’a muhatap olanların dikkatini Allah’ın azametine, egemenlik alanının sonsuzluğuna, yaratmasının eşsizliğine ve sağlamlığına çekme amacına yöneliktir. Bununla kastedilen, nebevi davetin temel prensiplerinin desteklenmesidir. (s. 160)
8. Kur’an’da Ahiret Hayatı: Kur’an-ı Kerim’de ahiret hayatıyla , sahneleriyle, manzaralarıyla, dehşetiyle, korkusuyla, azabıyla ve nimetleriyle ilgili olarak yer alan ifadeler, dinleyicilerin alışık oldukları kavramlarla ve zihinlerinde bulunan motiflerle uyumlu bir üslupla sunulmuşlardır. Anlayış ve duyularıyla örtüşen bir üslup kullanılmıştır. Özellikle Kur’an’ın ilk muhatapları konumundaki Arapların durumu bu noktada belirleyici olmuştur. Bu tür ifadelerde kullanılan üslupta yakınlaştırma amacı gözetilmiştir. Burada sapıkların yüreğinde korku uyandırmak hedeflenmiştir ki, kendilerine gelsinler ve hareketlerine çeki düzen vererek dosdoğru yolda hareket etsinler. Bu tür ifadelerle güdülen bir diğer hedef de mü’minlerin yüreklerine güven duygusunu aşılamak ve üzerinde bulundukları doğru yolda yürümelerini teşvik etmektir. (s. 163)
9. Kur’an’da Allah’ın Zatı: Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın zatı ile ilgili olarak yer alan el, sağ, sol, yüz, istiva etme, inme, gelme, üst, alt, ön, dürme, kabzetme ve üfleme gibi ifadeleri dinleyenlere çağrışımla algılatma amacına yönelik bir üslup ve ifade tarzı içinde sunulmuşlardır. Çünkü Kur’an’a muhatap olanlar, güç, ihata, kapsayıcılık, her an hazır olma ve sürekli hareket etme gibi anlamları ancak bu tür ifadelerle anlayabilecek bir zihinsel yapıya sahiptiler. Bu tür anlamlar da ancak bu tür ifadelerle gereği gibi vurgulanabilirdi. (s. 167)
10. Kur’an Bölümlerinin Sürekliliği ve Akışı: Kur’an surelerindeki bölüm ve ayet gruplarının çoğu sıralanış, konu, ifade tarzı ve iniş sırası itibariyle birbirleriyle bağlantılıdır. Bunların boyutlarını, anlamlarını, konjonktürel ve objektif koşullarını, özel ya da genel nitelikli oluşlarını, telkin ve direktiflerini ve içerdikleri hükümleri doğru biçimde anlamak ancak akışın sürekliliği ve uyumu göz önünde bulundurularak mümkün olur. Kur’an’ı ayet ayet, ibare ibare ele almak, bir çok konu ve konumla ilgili akış birliğini bozar. Doğru anlama, doğru düşünme ve doğru kavrama noktasında karışıklığa yol açar. Kur’an’ın gerçekleştirmek istediği asıl hedeften uzaklaşılmasına neden olur. (s. 169)
11. Kur’an’ın Kur’an’dan Anlaşılması: Kur’an mesajının boyutlarını, işaret ettiği nesnelerin, telkinlerin, hatta ayetlerinin indiği atmosferi ve ayetlerin birbiriyle ilintisini anlamanın en üstün, en sağlam ve en güvenilir yolu Kur’an’ın bir kısmını diğer bir kısmıyla tefsir etmek, bir kısmını bir kısmına atfetmek, bir kısmını bir kısmıyla irtibatlandırmaktır. (s. 178)
M. İzzet Derveze (1888-1984) tarafından kaleme alınan Kur’anü’l-Mecid isimli eser, aynı adla ve “Kur’an’ı Anlamada Bir Yöntem Çalışması” alt başlığıyla Ekin Yayınları arasında 1997 yılında, Vahdettin İnce’nin çevirisiyle Türkçe’ye kazandırılmış.
Kitap, aşağıda sıralandığı şekliyle dört bölüm halinde kaleme alınmış:
1. Bölüm: Kur’an’ın Üslubu, Vahyedilişi ve Tesiri.
2. Bölüm: Kur’an’ın Cem’i, Tedvini, Okunuşu, Mushafların İmlası ve Düzenlenmesi.
3. Bölüm: Kur’an’ı Anlamanın ve Tefsir Etmenin İdeal Yöntemi.
4. Bölüm: Müfessirlerin Kitaplarına ve Metotlarına İlişkin Yorum ve Görüşler.
Kitabın seminerlerimiz çerçevesinde bizi doğrudan ilgilendiren bölümü 3. bölümdür. Bu bölümde müellifin ele aldığı yaklaşımları şu şekilde özetlemek mümkündür:
(Müellife göre; Kur’an’ı anlamanın ve onu tefsir etmenin en ideal yöntemi, aşağıdaki hususların bir bütün olarak gözetildiği yöntemdir.)
1. Kur’an ve Peygamberimizin Hayatı: Kur’an, Peygamberimizin hayatını ve hayatındaki gelişmeleri baştan sona kadar birbiriyle bağlantılı, birbirini açıklayan bir dizi anlatım niteliğindedir. (s. 119) Kur’an’ın her suresinde, her bir ayet grubunda ve her bir bölümünde Peygamberimizin Arap veya Arap olmayan müşriklerden ve ehl-i kitaptan oluşan toplumuna karşı takındığı tavırlardan, ya da onların Peygamberimize ve çağrısına karşı sergiledikleri davranışlardan biri yansıtılmaktadır. Aynı şekilde Peygamberimizin davetine olumlu karşılık verenlere ve onların Peygamberimize karşı sergiledikleri tutuma, yahut kafirlerin onlara karşı belirledikleri konuma ilişkin bir tabloyu da kapsamaktadır. (s. 120)
Bunlar davet, açıklama, delil, öğüt, uyarı, müjde, korkutma, teşbih, kıssa, örneklendirme, teşvik, vaad, tehdit, tartışma, meydan okuma, inat, büyüklenme, burun kıvırma, eziyet etme, dikkat çekme, teselli etme, benzetme, tatmin etme, yorumlama, soru, cevap, cihad ve yasama şeklinde somutlaşmaktadır. (s. 120)
Kur’an’ın konularını, açıklamalarını, boyutlarını ve ruhunu anlamada bu hususların göz önünde bulundurulması son derece önemlidir. Kur’an’ı bu gözle inceleyenler realiteden uzaklaşmazlar; tahminlerin, gereksiz eklemelerin, kuru tartışmaların, Kur’an ifadelerini kastetmedikleri anlamlara yormanın disiplinsizliğine dalmazlar. (s. 120)
2. Kur’an ve Peygamberimizin Yetiştiği Çevre: Peygamberimizin yetiştiği toplum ve dönemin gelenekleri, görenekleri, inançları, fikirleri ve alışkanlıkları ile Peygamberimizin gönderilişi, pratik hayatı, dolayısıyla Kur’an’ın vahyi ve vahye muhatap olan toplumun genel durumu arasında çok sağlam ve güçlü bağlar vardır. (s. 122)
Bundan önceki konuda olduğu gibi, bu konunun da göz önünde bulundurulması, Kur’an’ın anlaşılması, açıklamalarının, ruhunun ve mesajının boyutlarının kavranması açısından son derece önemlidir. (s. 124)
Bu gözle Kur’an’a bakan bir kimse, bir anda kendisini reel olayla ve pratik sonuçları arasında görür. Pratik gerçekten ve olayların asıl ekseninden uzaklaşmaz. Amaçsız ve yararsız eklemelerin, mesnetsiz yorumların, tartışmaların, ibareleri eğip bükmenin girdabına düşmez. (s. 124)
3. Kur’an’ın Dili: Yalın ve bileşik ifadeleriyle, ıstılahlarıyla, üslubuyla, örnekleriyle, teşbihleriyle, istiareleriyle ve mecazi ifadeleriyle Kur’an’ın dili, Peygamberimizin yaşadığı toplumun diliydi. (s. 125)
Kur’an’ı etüd eden bir kimse, kendini onun dilinin, üslubunun ve ıstılahlarının oluşturduğu bir ortamda bulur. Ki bu, Kur’an’ın indiği dönemin dili, üslubu ve ıstılahlarıdır. Bu dil bize, Kur’an’a muhatap olan ortamın havasını yansıtır. Kur’an’ı bu yaklaşımla etüd eden bir kimse, sırf bu tavrından dolayı bir çok mesele, bir çok anlamın gerçek niteliği ile ve gerçek boyutları ile karşılaşır. Kendisine Kur’an inen Peygamberin görevi ile ilgisi bulunmayan meselelere dalmaz, vaktini ve enerjisini boşuna tüketmez. (s. 134)
4. Kur’an’ın Prensipleri. Temel Prensipler ve Araç Niteliğinde Olanlar: Kur’an’ın içeriği birbirinden belirgin bir şekilde ayrılan iki kategoride incelenebilir. Birinci kategoriye temel prensipler girer. İkincisine de araçlar diyebileceğimiz hususlar girer. Kur’an mesajının özünü, bu temel prensiplerin oluşturduğu kategori temsil etmektedir. Bunun kapsamına peygamberlik misyonunun ve Kur’an vahyinin ana hedefini oluşturan ilkeler, kurallar, yasalar, hükümler ve telkinler girmektedir. (s. 134)
Allah’ın birliği, her türlü şirk şaibesinden ve evlat edinmekten münezzeh olması, tüm kemal sıfatlarına sahip olması, evren üzerinde mutlak ve tek egemenliğin O’na ait olması, yalnızca O’nun ibadete ve huzurunda boyun eğmeye layık olduğu, O’ndan başka düzmece ilahların bir kenara atılması gerektiği, bu yüzden O’na karşı kulluk görevlerini yerine getirmenin gerekliliği gibi… İnsanlığın iyiliğini, huzurunu, birey ve toplum olarak dayanışma içinde bir hayat sürdürmesini garanti eden ilkeler, emir ve yasaklar, olumlu olumsuz, ahlaki, toplumsal, siyasal, hukuksal, pratik ve ekonomik direktifler ve bunlara halel getirici şeylerin yasaklanması gibi hususlar da bu kategoriye girer. (s. 134-135)
Bunların dışında Kur’an’da yer alan kıssalar, örnekler, vaatler, tehditler, teşvikler, korkutmalar, eleştiriler, tartışmalar, kanıtlamalar, kabul ve redler, hatırlatma ve belgelendirmeler, kesin kanıtlayıcı deliller, evrensel yasalar sistemine dikkat çekmeler, Allah’ın kudretini ve görülür, görülmez yaratışını gözlemlemeler gibi tüm hususlar, yukarıda sözünü ettiğimiz temel prensipleri ve hedefleri pekiştirici, destekleyici, gerçekleşmelerini sağlayıcı araçlar niteliğindedir. (s. 135)
5. Kur’an Kıssaları: Müellife göre Kur’an kıssalarında anlatılanlardan murad kıssaların bizatihi kendisi olmayıp, bu kıssalar üzerinden verilmek istenen dersler, öğütler, hatırlatmalar, uyarılar, dikkat çekmelerdir. Dolayısıyla bu konuda kıssaların ayrıntılarına dalmaya, istenmeyen tartışmalara girmeye gerek yoktur. (s. 142)
6. Kur’an’da Melekler ve Cinler: Müellife göre Kur’an’da melekler ve cinlerden bahsedilmesi de Kur’an kıssalarında ve diğer pek çok hususta olduğu gibi temel ilkelerin pekiştirilmesi ve ana hedeflerin desteklenmesi amacıyladır. (s. 156) (ayrıca bkz. s. 160)
7. Kur’an’da Evrensel Sahneler ve Yasalar: Kur’an-ı Kerim’de evrensel sahneler ve yasalarla ilgili olarak yer alan bilgiler, Kur’an’a muhatap olanların dikkatini Allah’ın azametine, egemenlik alanının sonsuzluğuna, yaratmasının eşsizliğine ve sağlamlığına çekme amacına yöneliktir. Bununla kastedilen, nebevi davetin temel prensiplerinin desteklenmesidir. (s. 160)
8. Kur’an’da Ahiret Hayatı: Kur’an-ı Kerim’de ahiret hayatıyla , sahneleriyle, manzaralarıyla, dehşetiyle, korkusuyla, azabıyla ve nimetleriyle ilgili olarak yer alan ifadeler, dinleyicilerin alışık oldukları kavramlarla ve zihinlerinde bulunan motiflerle uyumlu bir üslupla sunulmuşlardır. Anlayış ve duyularıyla örtüşen bir üslup kullanılmıştır. Özellikle Kur’an’ın ilk muhatapları konumundaki Arapların durumu bu noktada belirleyici olmuştur. Bu tür ifadelerde kullanılan üslupta yakınlaştırma amacı gözetilmiştir. Burada sapıkların yüreğinde korku uyandırmak hedeflenmiştir ki, kendilerine gelsinler ve hareketlerine çeki düzen vererek dosdoğru yolda hareket etsinler. Bu tür ifadelerle güdülen bir diğer hedef de mü’minlerin yüreklerine güven duygusunu aşılamak ve üzerinde bulundukları doğru yolda yürümelerini teşvik etmektir. (s. 163)
9. Kur’an’da Allah’ın Zatı: Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın zatı ile ilgili olarak yer alan el, sağ, sol, yüz, istiva etme, inme, gelme, üst, alt, ön, dürme, kabzetme ve üfleme gibi ifadeleri dinleyenlere çağrışımla algılatma amacına yönelik bir üslup ve ifade tarzı içinde sunulmuşlardır. Çünkü Kur’an’a muhatap olanlar, güç, ihata, kapsayıcılık, her an hazır olma ve sürekli hareket etme gibi anlamları ancak bu tür ifadelerle anlayabilecek bir zihinsel yapıya sahiptiler. Bu tür anlamlar da ancak bu tür ifadelerle gereği gibi vurgulanabilirdi. (s. 167)
10. Kur’an Bölümlerinin Sürekliliği ve Akışı: Kur’an surelerindeki bölüm ve ayet gruplarının çoğu sıralanış, konu, ifade tarzı ve iniş sırası itibariyle birbirleriyle bağlantılıdır. Bunların boyutlarını, anlamlarını, konjonktürel ve objektif koşullarını, özel ya da genel nitelikli oluşlarını, telkin ve direktiflerini ve içerdikleri hükümleri doğru biçimde anlamak ancak akışın sürekliliği ve uyumu göz önünde bulundurularak mümkün olur. Kur’an’ı ayet ayet, ibare ibare ele almak, bir çok konu ve konumla ilgili akış birliğini bozar. Doğru anlama, doğru düşünme ve doğru kavrama noktasında karışıklığa yol açar. Kur’an’ın gerçekleştirmek istediği asıl hedeften uzaklaşılmasına neden olur. (s. 169)
11. Kur’an’ın Kur’an’dan Anlaşılması: Kur’an mesajının boyutlarını, işaret ettiği nesnelerin, telkinlerin, hatta ayetlerinin indiği atmosferi ve ayetlerin birbiriyle ilintisini anlamanın en üstün, en sağlam ve en güvenilir yolu Kur’an’ın bir kısmını diğer bir kısmıyla tefsir etmek, bir kısmını bir kısmına atfetmek, bir kısmını bir kısmıyla irtibatlandırmaktır. (s. 178)
Kur'an-ı Kerim'i Okuma ve Anlama Adabı 7
TEMEL KAYNAĞIMIZ KUR’AN
Fevzi Zülaloğlu tarafından hazırlanan ve Ekin Yayınları’nın kitapları arasında TEMEL KAYNAĞIMIZ KUR’AN ismiyle yayınlanan çalışma Ekim 2004 tarihinde 2. Baskı olarak çıkmış.
Kitabın önsözünde ve arka kapağa alınan paragrafta çalışmanın üç amacı olduğu belirtilmektedir:
Birincisi; sorunları çözme niyetini izhar ettiği halde, sözde evrenselcilik adına –aslında tağutlar adına- “Rasulullah ile Kur’an arasında var olan irtibatı koparıp yerine kendi hevasını yerleştirenleri teşhir etmek.
İkincisi; ilahi vahyi modern hayata hakim kılma iddialarına rağmen, Kur’an ile hayat arasında kurulması gereken zorunlu ilişkiyi Kitab’ın bir bölümü ile sınırlayan –bir kısmını da fî tarihine kilitleyip gömen- tarihselcilik tartışmaları etrafında gündeme gelen yaklaşımları değerlendirmek.
Üçüncüsü ise; Kur’an ile hayat ve Kur’an ile Rasulullah arasında kurulması gereken doğru münasebeti oluşturarak, sahih bir anlama ve amelleştirme yöntemini göstermeye çalışmak.
Kitap, önsöz ve girişten sonra aşağıda belirtilen başlıklarla dört bölüme ayrılmış ve en sonunda “bitirirken” başlıklı bir bölümle sona erdirilmiş.
1. Bölüm: Kur’an’ın Önüne Geçen Yöntem Arayışları.
2. Bölüm: Kur’an’ın Onayladığı Kaynaklar.
3. Bölüm: Kur’an Tek Kaynak mı, Temel Kaynak mı?
4. Bölüm: Kur’an’ın Rehberliğinde Kur’an’ı Anlama Usulü.
Biz seminerlerimiz çerçevesinde kitabın dördüncü bölümünü değerlendirmek durumundayız.
Yazar dördüncü bölümü üç ana başlık altında ele almaktadır.
1. Hem Kitab’ın Hem de Hikmet’in Kaynağı Olarak Kur’an.
2. Kur’an Nasıl Bir Kitaptır?
3. Kur’an’ı Nasıl Okumalıyız?
Kur’an’ı Nasıl Okumalıyız? başlıklı kısımda yazarın önerdiği yaklaşımlar kitapta şu şekilde sıralanmaktadır:
A. Yöntemin Temel İlkelerini Kur’an’dan Çıkararak.
B. Kur’an’ı, Tefsir Usulü’nün Anahtar Terimlerini Bilerek Okumalıyız.
1. Muhkem.
2. Müteşabih.
C. Amacına Uygun Olarak Okumalıyız.
1. Allah’ın Adı İle ve Arınmak İçin Okumalıyız.
2. Tağutları İnkar Ederek Okumalıyız.
3. Müdahanesiz Okumalıyız.
4. Arınmak İsteyenlere Öncelik Vererek Okumalıyız.
D. Sürekli Olarak Okumalıyız.
1. Kur’an Tezkiredir.
2. Kur’an Zikrullahtır.
E. Gayeli Okumalıyız.
1. Hikmetlerini Tefekkür Ederek Okumak.
2. Sorumluluklarımızı İdrak Etmek İçin Okumak.
F. Bilinçlenmek İçin Okumalıyız.
Bizi Alim Yapacak Bir Okuyuş Hedeflemeliyiz
G. Huşu İle Okumalıyız.
1. Huşu İle Okumanın Vakitleri.
2. Makam-ı Mahmuda Erişmeyi Hedefleyen Bir Okuyuş.
H. Bütüncül Okumalıyız.
I. Tertîlen Okumalıyız.
1. Kaynağından Tertîlen- Tenzîlen İnmiş Bir Kitap Olarak Kur’an.
2. Tenzilin Hikmetleri, Münezzel Oluşunun Hikmetleri.
3. Tertîlin Hikmetleri, Tertîlen Kıraatin Vakti.
İ. Amel Etmek İçin Okumalıyız.
1. İnanç ve Eylem İçin Bilgilenmek.
2. Gereğince Okumanın Anlamı.
Fevzi Zülaloğlu tarafından hazırlanan ve Ekin Yayınları’nın kitapları arasında TEMEL KAYNAĞIMIZ KUR’AN ismiyle yayınlanan çalışma Ekim 2004 tarihinde 2. Baskı olarak çıkmış.
Kitabın önsözünde ve arka kapağa alınan paragrafta çalışmanın üç amacı olduğu belirtilmektedir:
Birincisi; sorunları çözme niyetini izhar ettiği halde, sözde evrenselcilik adına –aslında tağutlar adına- “Rasulullah ile Kur’an arasında var olan irtibatı koparıp yerine kendi hevasını yerleştirenleri teşhir etmek.
İkincisi; ilahi vahyi modern hayata hakim kılma iddialarına rağmen, Kur’an ile hayat arasında kurulması gereken zorunlu ilişkiyi Kitab’ın bir bölümü ile sınırlayan –bir kısmını da fî tarihine kilitleyip gömen- tarihselcilik tartışmaları etrafında gündeme gelen yaklaşımları değerlendirmek.
Üçüncüsü ise; Kur’an ile hayat ve Kur’an ile Rasulullah arasında kurulması gereken doğru münasebeti oluşturarak, sahih bir anlama ve amelleştirme yöntemini göstermeye çalışmak.
Kitap, önsöz ve girişten sonra aşağıda belirtilen başlıklarla dört bölüme ayrılmış ve en sonunda “bitirirken” başlıklı bir bölümle sona erdirilmiş.
1. Bölüm: Kur’an’ın Önüne Geçen Yöntem Arayışları.
2. Bölüm: Kur’an’ın Onayladığı Kaynaklar.
3. Bölüm: Kur’an Tek Kaynak mı, Temel Kaynak mı?
4. Bölüm: Kur’an’ın Rehberliğinde Kur’an’ı Anlama Usulü.
Biz seminerlerimiz çerçevesinde kitabın dördüncü bölümünü değerlendirmek durumundayız.
Yazar dördüncü bölümü üç ana başlık altında ele almaktadır.
1. Hem Kitab’ın Hem de Hikmet’in Kaynağı Olarak Kur’an.
2. Kur’an Nasıl Bir Kitaptır?
3. Kur’an’ı Nasıl Okumalıyız?
Kur’an’ı Nasıl Okumalıyız? başlıklı kısımda yazarın önerdiği yaklaşımlar kitapta şu şekilde sıralanmaktadır:
A. Yöntemin Temel İlkelerini Kur’an’dan Çıkararak.
B. Kur’an’ı, Tefsir Usulü’nün Anahtar Terimlerini Bilerek Okumalıyız.
1. Muhkem.
2. Müteşabih.
C. Amacına Uygun Olarak Okumalıyız.
1. Allah’ın Adı İle ve Arınmak İçin Okumalıyız.
2. Tağutları İnkar Ederek Okumalıyız.
3. Müdahanesiz Okumalıyız.
4. Arınmak İsteyenlere Öncelik Vererek Okumalıyız.
D. Sürekli Olarak Okumalıyız.
1. Kur’an Tezkiredir.
2. Kur’an Zikrullahtır.
E. Gayeli Okumalıyız.
1. Hikmetlerini Tefekkür Ederek Okumak.
2. Sorumluluklarımızı İdrak Etmek İçin Okumak.
F. Bilinçlenmek İçin Okumalıyız.
Bizi Alim Yapacak Bir Okuyuş Hedeflemeliyiz
G. Huşu İle Okumalıyız.
1. Huşu İle Okumanın Vakitleri.
2. Makam-ı Mahmuda Erişmeyi Hedefleyen Bir Okuyuş.
H. Bütüncül Okumalıyız.
I. Tertîlen Okumalıyız.
1. Kaynağından Tertîlen- Tenzîlen İnmiş Bir Kitap Olarak Kur’an.
2. Tenzilin Hikmetleri, Münezzel Oluşunun Hikmetleri.
3. Tertîlin Hikmetleri, Tertîlen Kıraatin Vakti.
İ. Amel Etmek İçin Okumalıyız.
1. İnanç ve Eylem İçin Bilgilenmek.
2. Gereğince Okumanın Anlamı.
Kur'an-ı Kerim'i Okuma ve Anlama Adabı 6
KUR’AN’I ANLAMAYA GİRİŞ
Abdullah Yıldız ve Şemsettin Özdemir tarafından hazırlanan “Kur’an’ı Anlamaya Giriş” kitabı, Pınar Yayınları tarafından yayınlanmış. İlk baskısı “Kur’an’ı Anlamak Farzdır” ismiyle yapılan kitabın ikinci baskısı Eylül 2003’de yapılmış.
Kitap, bir takdim yazısı, bir giriş, dört bölüm ve bir sonuç bölümü olmak üzere kısımlara ayrılmış. Kitap, bölümler arasında yer verilen okuma parçalarıyla zenginleştirilmiş.
Kitabın bölümleri:
Giriş: Bu başlık altında kitaba aşağıdaki alt başlıklardan oluşan bir giriş yapılmış.
Kurtuluş Kur’an’dadır.
Kur’an Bir Emanet ve Sorumluluktur.
Kur’an’a Sımsıkı Yapışmak.
1. Bölüm: KUR’AN NASIL BİR KİTAPTIR? üst başlığını taşıyan bu bölümde “Allah Katından Gönderilmiş, Eksiksiz, Çelişkisiz, Değişmeyen Hak Kitap”, “İnsanları En Doğru Yola Ulaştıran Bir Rehber ve Kılavuz”, “İnsanlığı Karanlıklardan Aydınlığa Çıkaran Bir Nur”, “Gönüllere Huzur ve Şifa, Kalplere Sükunet, Zihinlere Basiret” gibi alt başlıklar yer alıyor. Toplam 13 alt başlık altında Kur’an’ın temel özelliklerinden bazıları ele alınmış. Bu bölümün sonunda “Kur’an’ı Hayatın Merkezine Yerleştirmek” başlıklı bir okuma parçası var.
2. Bölüm: KUR’AN’I ANLAMAK FARZDIR. Bu bölümde “Kur’an’ın Anlaşılması Zor Bir Kitap Olduğu İddiaları”, “Kur’an Apaçık, Anlaşılır, Basitleştirilmiş Bir Kitaptır”, “Nasih-Mensuh, Muhkem-Müteşabih, Mukattaat vb. Kur’an’ı Anlamaya Engel mi?” gibi alt başlıklarla anlama meselesi etrafında bazı yaklaşımlar ele alınmış.
3. Bölüm: KUR’AN’I NASIL OKUMALIYIZ? Bu bölüm, seminerimizin başlığıyla direkt alakalı olduğu için aşağıda ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bu bölümün sonunda “Yusuf’un Üç Gömleği” başlıklı bir okuma parçası bulunmaktadır.
4. Bölüm: YENİDEN KUR’AN’A DÖNMEK. Bu bölümde de “Kur’an’ı Terk Edilmiş Bırakmak ve Sonuçları”, “Kur’an’ı Yeniden Hayat Rehberi Edinmek”, “İnsanları Doğrudan Kur’an’a Davet Etmek”, “Küfre, Nefse ve Şeytana Karşı Kur’an’la Cihad Etmek” gibi alt başlıklarla yeniden Kur’an’a dönüşün bazı meseleleri ele alınmış.
Bu bölümün sonunda “Kur’an İnsanı (Homo Kur’anicus)” başlıklı bir okuma parçası
var.
Sonuç. Kitabın bu sonuç kısmında ise, “karanlık günlerde” “Kur’an’a dönmenin” gereği hatırlatılmış, “yeniden dirilişin” Kur’an’la mümkün olacağına işaret edilmiş.
Seminer sunumlarımız çerçevesinde kitabın bizi doğrudan ilgilendiren bölümü 3. bölümdür. Bu bölümde “KUR’AN’I NASIL OKUMALIYIZ?” başlığı altında zikredilenler şu şekilde sıralanmaktadır:
1. Şeytandan Allah’a sığınarak, Allah’ın adıyla Kur’an okumak
2. Kur’an’ı “Tilavetin Hakkını Vererek” okumak.
3. Kur’an’ı tertil üzere okumak.
4. Kur’an’ı yavaş yavaş, dura dura okumak.
5. Kur’an okumak için en uygun zamanı seçmek.
6. Kur’an’ı huşu içinde ve hissederek okumak.
7. Kur’an’ı düşüne düşüne okumak.
a. Tefekkür ederek okumak.
b. Tedebbür ederek okumak.
c. Tezekkür ederek okumak.
d. Aklederek okumak.
e. Fıkhederek okumak.
f. Şuurlu olarak ve ibret almak (i’tibar) kastıyla okumak.
g. Can kulağıyla dinleyip, kalp gözüyle ve ibret nazarıyla okumak.
8. Kur’an’ı kendi bütünlüğü içinde okumak.
9. Kur’an’ı konularına göre tasnif ederek okumak.
10. Kur’an’ı cemaat halinde ders yaparak okumak.
11. Kur’an’ı uygulamaya yönelik olarak okumak.
12. Kur’an’ı “teori ve pratiğin birlikteliği” ilkesine göre okumak.
13. Kur’an’ı kesintisiz ve sürekli olarak, tekrar tekrar okumak ve onunla irtibatı kesmemek.
Abdullah Yıldız ve Şemsettin Özdemir tarafından hazırlanan “Kur’an’ı Anlamaya Giriş” kitabı, Pınar Yayınları tarafından yayınlanmış. İlk baskısı “Kur’an’ı Anlamak Farzdır” ismiyle yapılan kitabın ikinci baskısı Eylül 2003’de yapılmış.
Kitap, bir takdim yazısı, bir giriş, dört bölüm ve bir sonuç bölümü olmak üzere kısımlara ayrılmış. Kitap, bölümler arasında yer verilen okuma parçalarıyla zenginleştirilmiş.
Kitabın bölümleri:
Giriş: Bu başlık altında kitaba aşağıdaki alt başlıklardan oluşan bir giriş yapılmış.
Kurtuluş Kur’an’dadır.
Kur’an Bir Emanet ve Sorumluluktur.
Kur’an’a Sımsıkı Yapışmak.
1. Bölüm: KUR’AN NASIL BİR KİTAPTIR? üst başlığını taşıyan bu bölümde “Allah Katından Gönderilmiş, Eksiksiz, Çelişkisiz, Değişmeyen Hak Kitap”, “İnsanları En Doğru Yola Ulaştıran Bir Rehber ve Kılavuz”, “İnsanlığı Karanlıklardan Aydınlığa Çıkaran Bir Nur”, “Gönüllere Huzur ve Şifa, Kalplere Sükunet, Zihinlere Basiret” gibi alt başlıklar yer alıyor. Toplam 13 alt başlık altında Kur’an’ın temel özelliklerinden bazıları ele alınmış. Bu bölümün sonunda “Kur’an’ı Hayatın Merkezine Yerleştirmek” başlıklı bir okuma parçası var.
2. Bölüm: KUR’AN’I ANLAMAK FARZDIR. Bu bölümde “Kur’an’ın Anlaşılması Zor Bir Kitap Olduğu İddiaları”, “Kur’an Apaçık, Anlaşılır, Basitleştirilmiş Bir Kitaptır”, “Nasih-Mensuh, Muhkem-Müteşabih, Mukattaat vb. Kur’an’ı Anlamaya Engel mi?” gibi alt başlıklarla anlama meselesi etrafında bazı yaklaşımlar ele alınmış.
3. Bölüm: KUR’AN’I NASIL OKUMALIYIZ? Bu bölüm, seminerimizin başlığıyla direkt alakalı olduğu için aşağıda ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bu bölümün sonunda “Yusuf’un Üç Gömleği” başlıklı bir okuma parçası bulunmaktadır.
4. Bölüm: YENİDEN KUR’AN’A DÖNMEK. Bu bölümde de “Kur’an’ı Terk Edilmiş Bırakmak ve Sonuçları”, “Kur’an’ı Yeniden Hayat Rehberi Edinmek”, “İnsanları Doğrudan Kur’an’a Davet Etmek”, “Küfre, Nefse ve Şeytana Karşı Kur’an’la Cihad Etmek” gibi alt başlıklarla yeniden Kur’an’a dönüşün bazı meseleleri ele alınmış.
Bu bölümün sonunda “Kur’an İnsanı (Homo Kur’anicus)” başlıklı bir okuma parçası
var.
Sonuç. Kitabın bu sonuç kısmında ise, “karanlık günlerde” “Kur’an’a dönmenin” gereği hatırlatılmış, “yeniden dirilişin” Kur’an’la mümkün olacağına işaret edilmiş.
Seminer sunumlarımız çerçevesinde kitabın bizi doğrudan ilgilendiren bölümü 3. bölümdür. Bu bölümde “KUR’AN’I NASIL OKUMALIYIZ?” başlığı altında zikredilenler şu şekilde sıralanmaktadır:
1. Şeytandan Allah’a sığınarak, Allah’ın adıyla Kur’an okumak
2. Kur’an’ı “Tilavetin Hakkını Vererek” okumak.
3. Kur’an’ı tertil üzere okumak.
4. Kur’an’ı yavaş yavaş, dura dura okumak.
5. Kur’an okumak için en uygun zamanı seçmek.
6. Kur’an’ı huşu içinde ve hissederek okumak.
7. Kur’an’ı düşüne düşüne okumak.
a. Tefekkür ederek okumak.
b. Tedebbür ederek okumak.
c. Tezekkür ederek okumak.
d. Aklederek okumak.
e. Fıkhederek okumak.
f. Şuurlu olarak ve ibret almak (i’tibar) kastıyla okumak.
g. Can kulağıyla dinleyip, kalp gözüyle ve ibret nazarıyla okumak.
8. Kur’an’ı kendi bütünlüğü içinde okumak.
9. Kur’an’ı konularına göre tasnif ederek okumak.
10. Kur’an’ı cemaat halinde ders yaparak okumak.
11. Kur’an’ı uygulamaya yönelik olarak okumak.
12. Kur’an’ı “teori ve pratiğin birlikteliği” ilkesine göre okumak.
13. Kur’an’ı kesintisiz ve sürekli olarak, tekrar tekrar okumak ve onunla irtibatı kesmemek.
Kur'an-ı Kerim'i Okuma ve Anlama Adabı 5
KUR’AN’I NASIL OKUYALIM
Üstad Mevdudi’nin “Kur’an’ı Nasıl Anlayalım” isimli kitabı gibi Üstad Muhammed Kutub’un “Kur’an’ı Nasıl Okuyalım” isimli kitabı da Bekir Karlığa tarafından dilimize çevrilmiş ve İşaret Yayınları tarafından yayınlanmış. İlk baskısı 1984 yılında yapılan kitabın 1993 yılında 7. baskısı yapılmış. Aşağıda verilen sayfa numaraları 7. baskıya göredir.
Kitap 5 bölümden oluşmaktadır.
1. Bölüm: “Kur’an’ı Nasıl Yaşayalım” başlığını taşıyor. Bu bölüm kitabın mütercimi tarafından kaleme alınmış. (s. 7-24 arası)
2. Bölüm: “Kur’an’ı Nasıl Okuyalım” başlığını taşıyor. Ele alacağımız kısım burası. Bu kısım kitabın 25-70. sayfaları arasında.
3. Bölüm: “Kur’an” başlığını taşıyor. 71-76. sayfalar arasında.
4. Bölüm: “Mekke Döneminde Kur’an” başlığını taşıyor. 77-100. sayfalar arasında.
5. Bölüm: “Medine Döneminde Kur’an” başlığını taşıyor. 101-126. sayfalar arasında.
Kitapta ele alınanları şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. Kur’an okumanın, Kur’an dinlemenin, Kur’an’dan etkilenmenin ve huşu ile kendini ona vermenin yegane amacı hidayete erişmektir. Allah’ın kitabında indirdiği hayat yolunu benimseyip, O’na uymaktır. Bir başka ifadeyle, dinlenen ve okunan kitabın bir hayat görüşü haline dönüşmesidir. (s. 29)
2. Kur’an, insanın bu hayattaki gezi rehberidir. Nasıl yolcuya, yolun nerede başladığını, nerede ayrıldığını ve nerede son bulduğunu bildirmek için bir rehber eşlik ederse, aynı şekilde müslümana da, bu yeryüzü gezisi esnasında bir gezi rehberinin eşlik etmesi gerekir. Bu rehber, onun Kur’an’ıdır. Yolun nerede başladığını, nerede bittiğini ve dönemecin ne tarafta olduğunu ondan öğrenir. Gezi rehberi, yolcunun yolu yitirmesini önler. Boşlukta kaybolup gitmesine engel olmaya çalışır. Kur’an da dünya hayatında –ona başvurduğu sürece- müslümanın kaybolup gitmesini önler. (s. 29-30)
3. Kur’an okurken şu hakikatın şuurumuza eşlik etmesi gerekir: Gerçekten uluhiyet davası, geçmişte cereyan eden bir dava değil, bu günün ve yarının davasıdır. Bu, bizim davamızdır ve burada hitap bizzat kendimizedir. (s. 33)
4. Uluhiyet konusunu insan hayatının baş meselesi haline getiren sürekli sebebe ilave olarak, çağdaş İslam düşüncesinin karşı karşıya bulunduğu izafi gerçekler de mevcuttur. Ve bunlar bizden, Kur’an’ı okurken uluhiyet meselesi hususunda bizzat onun muhatabı olduğumuzun idraki içinde bulunmamızı gerekli kılmaktadır. Geçmiş tarihi çağlardan birinin hikayesiymiş gibi mütalaa ve etüd şeklinde okumanın zamanı olmadığını göstermektedir. (s. 35)
5. Ayrıca Kur’an, bu ümmetin terbiye ve yönetim kitabıdır. Odur, insanlar arasından “ümmetlerin en hayırlısını” çıkarıp kurmuş olan. Odur, Hz. Peygamber’in ümmetini terbiye ettiği nizam. Daha sonra da ümmetinin terbiyesini kendinden aldığı terbiye nizamı. Öyleyse biz Kur’an’ı şu esasa göre okumalıyız: Kur’an, bizim terbiye metodumuzu vaz’ eden ve aynı zamanda bizi eğitip yetiştiren bir kitaptır. (s. 35)
6. Bu din bir şekil ve gösteriş dini değildir. Havada kalmış hayaller dini de değildir. Zihnen kafalarda yoğrulup beslenen fikri değerler dini de değildir. Bu din, yaşanan hayatın realitesidir. İşte Kur’an’da yer alan en büyük terbiye ve yönlendirme prensibi bu gerçeğe dayanır. (s. 35-36)
7. Bu ilk ümmeti terbiye eden Kur’an, bizim bugün okuduğumuz Kur’an’ın kendisidir. Öyleyse onu okurken yakin duyguları içerisinde ve kesin olarak onun bir terbiye sistemi olduğunu bilmeliyiz. Elinde eğitilip, yetişmemiz gereken bir mürebbi olduğunu kabul etmeliyiz. İster Kur’an’daki itikadi dersler, peygamber kıssaları, ister Adem ve şeytan kıssası veya ahlaki ve sosyal emirler, yahut savaş ve nizamlarla ilgili hükümler veya uyarma-korkutma ve teşvik telkinleri olsun, Kur’an’daki her harfin terbiye için geldiğini kesinlikle bilmeliyiz. (s. 41)
8. Biz, Kur’an’ın ayetlerini okurken ashab-ı güzinden ilk neslin o ayetlerle terbiye edildiği gibi terbiye edilmeye muhtacız. Ancak o zaman bu ayetler zihni bir bedahet arz etmekten çıkar, akide haline dönüşür. Kalpte yer eden sağlam bir şey olur. Pratik hayatımızda itici bir güç haline gelir. Mükemmel bir düşünce ve bu düşünceden kaynaklanan bir davranış şeklini alır. İşte İslam’da akide, insanın hayatında böylece yer eder. Akide saf bir fikirden ibaret değildir. Vicdanlarda yer eden gizli bir duygu da değildir. Akide, bir hayat sistemidir. Bu kelimenin ifade ettiği ve taşıdığı pratik, ciddi, bilinçli ve fikri davranış gibi bütün manaları ile birlikte akide, bir hayat sistemidir. İşte biz Kur’an’ı okurken en çok dikkat etmemiz gereken nokta burasıdır. Ancak böylece bizden istenen düşünceyi kaybetmemiş ve bu düşüncenin beklenen mahsüllerini pratik hayatımızda ve davranışlarımızda gözden uzak tutmamış oluruz. (s. 43)
9. Kur’an-ı Kerim’in akide gerçeklerini, ruhların düzeltilip terbiye edilmesi konusunda en iyi biçimde kullandığı yerlerden birisi de kıyamet sahneleri ve ahiret gününden söz eden bölümleridir. Ahirete iman konusu, Kur’an’ın çeşitli yerlerinde doğrudan doğruya Allah’a iman konusuyla bağlantılı ve onun devamı şeklinde yer alır. Kur’an’ın akide konusunu sergileyişinin ardından terbiyevi prensiplerden söz ederken, bir kere daha diyoruz ki: Kur’an, akide meselesini yani uluhiyet davasını ruhların terbiye edilip düzeltilmesinde nasıl bir araç olarak kullanıyorsa, ahiret mevzuunu da aynı şekilde ve aynı hedefe yönelik olarak kullanmaktadır. (s. 43-44)
Görülüyor ki, nimet ve azaplarıyla birlikte Kur’an’da yer alan kıyamet tabloları, bütünüyle birer terbiyevi ders olmuştur. Ve biz onları, ayetin bütününden ayrı olarak, sırf dünya hayatının nimetlerinden uzaklaşmaya çalışmak için etkilenmek üzere okumamalıyız. Aksine, dünyada yaşarken davranışlarımızı ona göre ayarlayıp düzeltmeliyiz. (s. 49)
10. Keza biz Kur’an’da, Allah’ın yeryüzünde insanlığın hayatını idare etmek üzere koyduğu Rabbani buyrukların açıklamasını da buluyoruz. Elbetteki beşer hayatı kontrolsüz, kılavuzsuz ve başıboş değildir. Tıpkı evrene hükmeden kanunlar gibi, insan hayatına da hükmeden değişmez kanunlar vardır. (s. 50). İnsanlığın yeryüzündeki hayat akışını düzenleyen ilahi kanunları düşünmek, incelemek ve Kur’an okurken bunları göz önünde bulundurmak, Müslüman için hem zorunludur, hem de hayati bir önem taşır. Ve ancak böylelikle Rabbani sistemin ışığı altında insanlığın dış çizgileri belirebilir. Ve ancak böylelikle Müslüman, olayların akışı içerisinde yaşadığı anın durumunu ve yerini görebilir. (s. 51).
11. Müslüman, yaşadığı dönemin olayları içerisinde yüzerken de Kur’an’ın kendisine “o anda iniyormuş gibi” olduğunu görecektir. Kur’an ona kendisinin ve düşmanlarının durumunu anlatacak, onların bölük pörçük düşünce ve heveslerini açıklayacak, plan ve oyunlarını keşfettirecektir. Müslüman, bizzat Kur’an’la beraber yaşarken on dört asır önce geçmiş bir zaman diliminde hayat sürüyor değildir. Bunun tamamıyla aksine, yüzünün çizgileriyle, kalbinin atışlarıyla ve her şeyiyle, şu anda inen yepyeni bir Kur’an’la yaşıyor gibidir. (s. 63-64). O, “la ilahe illallah” düşmanlarıyla savaşarak hayatını devam ettirirken, içinde bulunduğu mücadeleyi sürdürürken, Allah’ın kelamı da an be an onu destekler, adım adım ona yol gösterir. Sanki şu anda Allah tarafından indirilen bir kitapmış gibi, duygu ve düşüncelerini, kalbinin isteklerini yönlendirerek onunla birlikte yol alır. İşte bu konularda da Müslüman, bu gerçeği iyice düşünüp, hakkıyla takdir etmek zorundadır. (s. 64). Çünkü Kur’an, ona şahıs olarak hitap eder ve yaşadığı anda hitap eder. Ona, kendisinin dışında, geçmişte yaşanmış bir olaydan söz ederek veya tarihi bir vakayı anlatarak hitap etmez. Aksine başkalarının kişiliğinde bizzat kendisinin kıssasını ona anlatır. Dolayısıyla bu hitabın taşıdığı yönlendirme ve hükümler, şahıs olarak kişinin bizzat kendisine yöneliktir. Onu korumak, sorularına cevap vermek, problemlerini çözmek, davranışlarına, duygu ve düşüncelerine şekil vermek için ona hitap eder. Bir başka ifadeyle, kişiyi terbiye etmek, Allah yolunda atacağı adımları doğrultmak için ona hitap eder. (s. 64-65)
12. Son olarak Müslüman, Allah’ın kitabında bu dine davet metotlarını da bulur. Biz bu sözle Allah Teala’nın sadece “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et…” (Nahl/125) ayetini kastetmiyoruz. Bu ayet davetin yalnızca üslubunu belirtir. Bu davetin konusunu ve keyfiyetini kastediyoruz ki bu husus Allah’ın kitabında açıkça belirtilmiştir. (s. 67)
Üstad Mevdudi’nin “Kur’an’ı Nasıl Anlayalım” isimli kitabı gibi Üstad Muhammed Kutub’un “Kur’an’ı Nasıl Okuyalım” isimli kitabı da Bekir Karlığa tarafından dilimize çevrilmiş ve İşaret Yayınları tarafından yayınlanmış. İlk baskısı 1984 yılında yapılan kitabın 1993 yılında 7. baskısı yapılmış. Aşağıda verilen sayfa numaraları 7. baskıya göredir.
Kitap 5 bölümden oluşmaktadır.
1. Bölüm: “Kur’an’ı Nasıl Yaşayalım” başlığını taşıyor. Bu bölüm kitabın mütercimi tarafından kaleme alınmış. (s. 7-24 arası)
2. Bölüm: “Kur’an’ı Nasıl Okuyalım” başlığını taşıyor. Ele alacağımız kısım burası. Bu kısım kitabın 25-70. sayfaları arasında.
3. Bölüm: “Kur’an” başlığını taşıyor. 71-76. sayfalar arasında.
4. Bölüm: “Mekke Döneminde Kur’an” başlığını taşıyor. 77-100. sayfalar arasında.
5. Bölüm: “Medine Döneminde Kur’an” başlığını taşıyor. 101-126. sayfalar arasında.
Kitapta ele alınanları şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. Kur’an okumanın, Kur’an dinlemenin, Kur’an’dan etkilenmenin ve huşu ile kendini ona vermenin yegane amacı hidayete erişmektir. Allah’ın kitabında indirdiği hayat yolunu benimseyip, O’na uymaktır. Bir başka ifadeyle, dinlenen ve okunan kitabın bir hayat görüşü haline dönüşmesidir. (s. 29)
2. Kur’an, insanın bu hayattaki gezi rehberidir. Nasıl yolcuya, yolun nerede başladığını, nerede ayrıldığını ve nerede son bulduğunu bildirmek için bir rehber eşlik ederse, aynı şekilde müslümana da, bu yeryüzü gezisi esnasında bir gezi rehberinin eşlik etmesi gerekir. Bu rehber, onun Kur’an’ıdır. Yolun nerede başladığını, nerede bittiğini ve dönemecin ne tarafta olduğunu ondan öğrenir. Gezi rehberi, yolcunun yolu yitirmesini önler. Boşlukta kaybolup gitmesine engel olmaya çalışır. Kur’an da dünya hayatında –ona başvurduğu sürece- müslümanın kaybolup gitmesini önler. (s. 29-30)
3. Kur’an okurken şu hakikatın şuurumuza eşlik etmesi gerekir: Gerçekten uluhiyet davası, geçmişte cereyan eden bir dava değil, bu günün ve yarının davasıdır. Bu, bizim davamızdır ve burada hitap bizzat kendimizedir. (s. 33)
4. Uluhiyet konusunu insan hayatının baş meselesi haline getiren sürekli sebebe ilave olarak, çağdaş İslam düşüncesinin karşı karşıya bulunduğu izafi gerçekler de mevcuttur. Ve bunlar bizden, Kur’an’ı okurken uluhiyet meselesi hususunda bizzat onun muhatabı olduğumuzun idraki içinde bulunmamızı gerekli kılmaktadır. Geçmiş tarihi çağlardan birinin hikayesiymiş gibi mütalaa ve etüd şeklinde okumanın zamanı olmadığını göstermektedir. (s. 35)
5. Ayrıca Kur’an, bu ümmetin terbiye ve yönetim kitabıdır. Odur, insanlar arasından “ümmetlerin en hayırlısını” çıkarıp kurmuş olan. Odur, Hz. Peygamber’in ümmetini terbiye ettiği nizam. Daha sonra da ümmetinin terbiyesini kendinden aldığı terbiye nizamı. Öyleyse biz Kur’an’ı şu esasa göre okumalıyız: Kur’an, bizim terbiye metodumuzu vaz’ eden ve aynı zamanda bizi eğitip yetiştiren bir kitaptır. (s. 35)
6. Bu din bir şekil ve gösteriş dini değildir. Havada kalmış hayaller dini de değildir. Zihnen kafalarda yoğrulup beslenen fikri değerler dini de değildir. Bu din, yaşanan hayatın realitesidir. İşte Kur’an’da yer alan en büyük terbiye ve yönlendirme prensibi bu gerçeğe dayanır. (s. 35-36)
7. Bu ilk ümmeti terbiye eden Kur’an, bizim bugün okuduğumuz Kur’an’ın kendisidir. Öyleyse onu okurken yakin duyguları içerisinde ve kesin olarak onun bir terbiye sistemi olduğunu bilmeliyiz. Elinde eğitilip, yetişmemiz gereken bir mürebbi olduğunu kabul etmeliyiz. İster Kur’an’daki itikadi dersler, peygamber kıssaları, ister Adem ve şeytan kıssası veya ahlaki ve sosyal emirler, yahut savaş ve nizamlarla ilgili hükümler veya uyarma-korkutma ve teşvik telkinleri olsun, Kur’an’daki her harfin terbiye için geldiğini kesinlikle bilmeliyiz. (s. 41)
8. Biz, Kur’an’ın ayetlerini okurken ashab-ı güzinden ilk neslin o ayetlerle terbiye edildiği gibi terbiye edilmeye muhtacız. Ancak o zaman bu ayetler zihni bir bedahet arz etmekten çıkar, akide haline dönüşür. Kalpte yer eden sağlam bir şey olur. Pratik hayatımızda itici bir güç haline gelir. Mükemmel bir düşünce ve bu düşünceden kaynaklanan bir davranış şeklini alır. İşte İslam’da akide, insanın hayatında böylece yer eder. Akide saf bir fikirden ibaret değildir. Vicdanlarda yer eden gizli bir duygu da değildir. Akide, bir hayat sistemidir. Bu kelimenin ifade ettiği ve taşıdığı pratik, ciddi, bilinçli ve fikri davranış gibi bütün manaları ile birlikte akide, bir hayat sistemidir. İşte biz Kur’an’ı okurken en çok dikkat etmemiz gereken nokta burasıdır. Ancak böylece bizden istenen düşünceyi kaybetmemiş ve bu düşüncenin beklenen mahsüllerini pratik hayatımızda ve davranışlarımızda gözden uzak tutmamış oluruz. (s. 43)
9. Kur’an-ı Kerim’in akide gerçeklerini, ruhların düzeltilip terbiye edilmesi konusunda en iyi biçimde kullandığı yerlerden birisi de kıyamet sahneleri ve ahiret gününden söz eden bölümleridir. Ahirete iman konusu, Kur’an’ın çeşitli yerlerinde doğrudan doğruya Allah’a iman konusuyla bağlantılı ve onun devamı şeklinde yer alır. Kur’an’ın akide konusunu sergileyişinin ardından terbiyevi prensiplerden söz ederken, bir kere daha diyoruz ki: Kur’an, akide meselesini yani uluhiyet davasını ruhların terbiye edilip düzeltilmesinde nasıl bir araç olarak kullanıyorsa, ahiret mevzuunu da aynı şekilde ve aynı hedefe yönelik olarak kullanmaktadır. (s. 43-44)
Görülüyor ki, nimet ve azaplarıyla birlikte Kur’an’da yer alan kıyamet tabloları, bütünüyle birer terbiyevi ders olmuştur. Ve biz onları, ayetin bütününden ayrı olarak, sırf dünya hayatının nimetlerinden uzaklaşmaya çalışmak için etkilenmek üzere okumamalıyız. Aksine, dünyada yaşarken davranışlarımızı ona göre ayarlayıp düzeltmeliyiz. (s. 49)
10. Keza biz Kur’an’da, Allah’ın yeryüzünde insanlığın hayatını idare etmek üzere koyduğu Rabbani buyrukların açıklamasını da buluyoruz. Elbetteki beşer hayatı kontrolsüz, kılavuzsuz ve başıboş değildir. Tıpkı evrene hükmeden kanunlar gibi, insan hayatına da hükmeden değişmez kanunlar vardır. (s. 50). İnsanlığın yeryüzündeki hayat akışını düzenleyen ilahi kanunları düşünmek, incelemek ve Kur’an okurken bunları göz önünde bulundurmak, Müslüman için hem zorunludur, hem de hayati bir önem taşır. Ve ancak böylelikle Rabbani sistemin ışığı altında insanlığın dış çizgileri belirebilir. Ve ancak böylelikle Müslüman, olayların akışı içerisinde yaşadığı anın durumunu ve yerini görebilir. (s. 51).
11. Müslüman, yaşadığı dönemin olayları içerisinde yüzerken de Kur’an’ın kendisine “o anda iniyormuş gibi” olduğunu görecektir. Kur’an ona kendisinin ve düşmanlarının durumunu anlatacak, onların bölük pörçük düşünce ve heveslerini açıklayacak, plan ve oyunlarını keşfettirecektir. Müslüman, bizzat Kur’an’la beraber yaşarken on dört asır önce geçmiş bir zaman diliminde hayat sürüyor değildir. Bunun tamamıyla aksine, yüzünün çizgileriyle, kalbinin atışlarıyla ve her şeyiyle, şu anda inen yepyeni bir Kur’an’la yaşıyor gibidir. (s. 63-64). O, “la ilahe illallah” düşmanlarıyla savaşarak hayatını devam ettirirken, içinde bulunduğu mücadeleyi sürdürürken, Allah’ın kelamı da an be an onu destekler, adım adım ona yol gösterir. Sanki şu anda Allah tarafından indirilen bir kitapmış gibi, duygu ve düşüncelerini, kalbinin isteklerini yönlendirerek onunla birlikte yol alır. İşte bu konularda da Müslüman, bu gerçeği iyice düşünüp, hakkıyla takdir etmek zorundadır. (s. 64). Çünkü Kur’an, ona şahıs olarak hitap eder ve yaşadığı anda hitap eder. Ona, kendisinin dışında, geçmişte yaşanmış bir olaydan söz ederek veya tarihi bir vakayı anlatarak hitap etmez. Aksine başkalarının kişiliğinde bizzat kendisinin kıssasını ona anlatır. Dolayısıyla bu hitabın taşıdığı yönlendirme ve hükümler, şahıs olarak kişinin bizzat kendisine yöneliktir. Onu korumak, sorularına cevap vermek, problemlerini çözmek, davranışlarına, duygu ve düşüncelerine şekil vermek için ona hitap eder. Bir başka ifadeyle, kişiyi terbiye etmek, Allah yolunda atacağı adımları doğrultmak için ona hitap eder. (s. 64-65)
12. Son olarak Müslüman, Allah’ın kitabında bu dine davet metotlarını da bulur. Biz bu sözle Allah Teala’nın sadece “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et…” (Nahl/125) ayetini kastetmiyoruz. Bu ayet davetin yalnızca üslubunu belirtir. Bu davetin konusunu ve keyfiyetini kastediyoruz ki bu husus Allah’ın kitabında açıkça belirtilmiştir. (s. 67)
Kur'an-ı Kerim'i Okuma ve Anlama Adabı 4
İMAM NEVEVİ
“ET-TİBYAN Fİ ÂDÂB-İ HAMELETİ’L-KUR’AN”
Ülkemizde daha çok meşhur eseri “Riyazü’s-Salihin” ile bilip, tanıdığımız İmam Nevevi’nin Kur’an’ı okuyup anlamaya dair bu önemli eseri 10 bölüm halinde telif edilmiş.
1. Bölüm: Kur’an Okumanın ve Kur’an Hamelesi Olanların (Hafızlar) Fazileti Hakkındadır.
2. Bölüm: Kur’an Okumayı ve Kur’an Okuyanları Başka Şeylere Tercih Etme Hakkındadır.
3. Bölüm: Ehl-i Kur’an’a Hürmet Etmek ve Onlara Eza Vermekten Kaçınmak Hakkındadır.
4. Bölüm: Kur’an’ı Öğretenlerin ve Öğrenenlerin Edepleri (Dikkat Etmeleri Gereken Hususlar) Hakkındadır.
5. Bölüm: Hamil-i Kur’an Olanların (Hafızlar) Edepleri (Dikkat Etmeleri Gereken Hususlar) Hakkındadır.
6. Bölüm: Kur’an Okumanın Edepleri (Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar) Hakkındadır. (Kitabın en önemli, en hacimli kısmı bu bölümdür ve kitabın asıl maksadı da bu bölümdedir.)
7. Bölüm: Genel Olarak Herkesin Kur’an’a Karşı Edepleri (Dikkat Etmeleri Gereken Hususlar) Hakkındadır.
8. Bölüm: Hususi Vakitlerde ve Durumlarda Okunması Müstehap Olan Ayetler ve Sureler Hakkındadır.
9. Bölüm: Kur’an-ı Kerim’in Yazılması ve Mushafa Hürmet Hakkındadır.
10. Bölüm: Kitapta Geçen Bazı Istılahlara ve Adı Geçen Bazı Şahıslara Dair Açıklamalar Hakkındadır.
Kitabın 6. Bölümünde ele alınan hususları şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. Kur’an okumadan evvel ağzın misvakla veya benzeri bir şeyle temizlenmesi hakkındadır.
2. Kur’an’ı abdestli olarak okumak hakkındadır.
3. Abdest almaya veya gusletmeye su bulunamadığında teyemmüm ederek okumak hakkındadır.
4. Kur’an’ı temiz ve şanına yakışır mekanlarda okumak hakkındadır.
5. Kur’an okurken yüzünü kıbleye dönmek hakkındadır.
6. Kur’an okumaya istiaze ve besmeleyle başlamak hakkındadır.
7. Okurken huşu içinde olup, manasını düşünmek hakkındadır.
8. Ayetleri –manalarını düşünmek üzere ve tedebbür için- tekrarlamak hakkındadır.
9. Kur’an okurken ağlamak ve hüzünlenmek hakkındadır.
10. Kur’an-ı Kerim’i tertil üzere okumak hakkındadır.
11. Yeri geldiğinde Allah’ın rahmetini istemek ve azabından kendisine sığınmak hakkındadır.
12. Kur’an’a hürmet etmek hakkındadır.
13. Kur’an’ı lisan-ı aslisi üzere yani Arapça olarak okumak hakkındadır.
14. Kur’an’ı icma ile sabit olan kıraatlerden biri üzere okumak, kıraat-i seb’a dışında herhangi bir kıraatle okumamak hakkındadır.
15. Kıraatleri karışık okumak caiz olmakla birlikte, ilk başladığı kıraatle devam ettirmenin efdal olduğu hakkındadır.
16. Kur’an’ı tertip üzere okumak hakkındadır.
17. Kur’an’ı yüzünden okumaya çalışmak hakkındadır. Yani mushafa bakarak okumak.
18. Toplu halde Kur’an okumanın caiz olduğu, okuyan, dinleyen ve teşvik edenlerin fazileti hakkındadır.
19. Kur’an’ı sırayla okumanın caiz olduğu hakkındadır.
20. Kur’an’ı sesli ya da sessiz okumanın hükmü hakkındadır.
21. Kur’an okurken sesi güzelleştirmenin müstehablığı hakkındadır.
22. Kur’an’ı güzel sesli kimselerden, temiz ve güzel okuyan kimselerden istemenin ve dinlemenin müstehablığı hakkındadır.
23. Kur’an okumaya başlanacak ve durulacak yerler hakkındadır.
24. Kur’an okumanın mekruh olduğu yerler hakkındadır.
25. Kur’an okurken kaçınılması lazım gelen bid’atler hakkındadır.
26. Kur’an okurken arız olan esneme, yellenme gibi durumlarda nasıl davranılması gerektiği hakkındadır.
27. Kur’an okurken kimler için ayağa kalkılabileceği hakkındadır.
28. Kur’an okuyanın selam verip alması hakkındadır.
29. Namazda Kur’an okurken bir rekatta birden fazla sure okumanın caiz olduğu hakkındadır.
30. Kur’an’ın hangi namazlarda açıktan hangi namazlarda gizlice okunacağı hakkındadır.
31. Âmin kelimesi hakkındadır.
32. Tilavet secdeleri hakkındadır.
33. Kur’an okumada gözetilecek seçkin vakitler hakkındadır.
34. Kur’an okurken yanlış okunduğunda nasıl düzeltileceğinin adabı hakkındadır.
35. Kur’an’dan aktarma yaparken hangi ibarelerin kullanılacağı hakkındadır.
36. Kur’an-ı Kerim’i hatmetmenin edepleri hakkındadır.
“ET-TİBYAN Fİ ÂDÂB-İ HAMELETİ’L-KUR’AN”
Ülkemizde daha çok meşhur eseri “Riyazü’s-Salihin” ile bilip, tanıdığımız İmam Nevevi’nin Kur’an’ı okuyup anlamaya dair bu önemli eseri 10 bölüm halinde telif edilmiş.
1. Bölüm: Kur’an Okumanın ve Kur’an Hamelesi Olanların (Hafızlar) Fazileti Hakkındadır.
2. Bölüm: Kur’an Okumayı ve Kur’an Okuyanları Başka Şeylere Tercih Etme Hakkındadır.
3. Bölüm: Ehl-i Kur’an’a Hürmet Etmek ve Onlara Eza Vermekten Kaçınmak Hakkındadır.
4. Bölüm: Kur’an’ı Öğretenlerin ve Öğrenenlerin Edepleri (Dikkat Etmeleri Gereken Hususlar) Hakkındadır.
5. Bölüm: Hamil-i Kur’an Olanların (Hafızlar) Edepleri (Dikkat Etmeleri Gereken Hususlar) Hakkındadır.
6. Bölüm: Kur’an Okumanın Edepleri (Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar) Hakkındadır. (Kitabın en önemli, en hacimli kısmı bu bölümdür ve kitabın asıl maksadı da bu bölümdedir.)
7. Bölüm: Genel Olarak Herkesin Kur’an’a Karşı Edepleri (Dikkat Etmeleri Gereken Hususlar) Hakkındadır.
8. Bölüm: Hususi Vakitlerde ve Durumlarda Okunması Müstehap Olan Ayetler ve Sureler Hakkındadır.
9. Bölüm: Kur’an-ı Kerim’in Yazılması ve Mushafa Hürmet Hakkındadır.
10. Bölüm: Kitapta Geçen Bazı Istılahlara ve Adı Geçen Bazı Şahıslara Dair Açıklamalar Hakkındadır.
Kitabın 6. Bölümünde ele alınan hususları şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. Kur’an okumadan evvel ağzın misvakla veya benzeri bir şeyle temizlenmesi hakkındadır.
2. Kur’an’ı abdestli olarak okumak hakkındadır.
3. Abdest almaya veya gusletmeye su bulunamadığında teyemmüm ederek okumak hakkındadır.
4. Kur’an’ı temiz ve şanına yakışır mekanlarda okumak hakkındadır.
5. Kur’an okurken yüzünü kıbleye dönmek hakkındadır.
6. Kur’an okumaya istiaze ve besmeleyle başlamak hakkındadır.
7. Okurken huşu içinde olup, manasını düşünmek hakkındadır.
8. Ayetleri –manalarını düşünmek üzere ve tedebbür için- tekrarlamak hakkındadır.
9. Kur’an okurken ağlamak ve hüzünlenmek hakkındadır.
10. Kur’an-ı Kerim’i tertil üzere okumak hakkındadır.
11. Yeri geldiğinde Allah’ın rahmetini istemek ve azabından kendisine sığınmak hakkındadır.
12. Kur’an’a hürmet etmek hakkındadır.
13. Kur’an’ı lisan-ı aslisi üzere yani Arapça olarak okumak hakkındadır.
14. Kur’an’ı icma ile sabit olan kıraatlerden biri üzere okumak, kıraat-i seb’a dışında herhangi bir kıraatle okumamak hakkındadır.
15. Kıraatleri karışık okumak caiz olmakla birlikte, ilk başladığı kıraatle devam ettirmenin efdal olduğu hakkındadır.
16. Kur’an’ı tertip üzere okumak hakkındadır.
17. Kur’an’ı yüzünden okumaya çalışmak hakkındadır. Yani mushafa bakarak okumak.
18. Toplu halde Kur’an okumanın caiz olduğu, okuyan, dinleyen ve teşvik edenlerin fazileti hakkındadır.
19. Kur’an’ı sırayla okumanın caiz olduğu hakkındadır.
20. Kur’an’ı sesli ya da sessiz okumanın hükmü hakkındadır.
21. Kur’an okurken sesi güzelleştirmenin müstehablığı hakkındadır.
22. Kur’an’ı güzel sesli kimselerden, temiz ve güzel okuyan kimselerden istemenin ve dinlemenin müstehablığı hakkındadır.
23. Kur’an okumaya başlanacak ve durulacak yerler hakkındadır.
24. Kur’an okumanın mekruh olduğu yerler hakkındadır.
25. Kur’an okurken kaçınılması lazım gelen bid’atler hakkındadır.
26. Kur’an okurken arız olan esneme, yellenme gibi durumlarda nasıl davranılması gerektiği hakkındadır.
27. Kur’an okurken kimler için ayağa kalkılabileceği hakkındadır.
28. Kur’an okuyanın selam verip alması hakkındadır.
29. Namazda Kur’an okurken bir rekatta birden fazla sure okumanın caiz olduğu hakkındadır.
30. Kur’an’ın hangi namazlarda açıktan hangi namazlarda gizlice okunacağı hakkındadır.
31. Âmin kelimesi hakkındadır.
32. Tilavet secdeleri hakkındadır.
33. Kur’an okumada gözetilecek seçkin vakitler hakkındadır.
34. Kur’an okurken yanlış okunduğunda nasıl düzeltileceğinin adabı hakkındadır.
35. Kur’an’dan aktarma yaparken hangi ibarelerin kullanılacağı hakkındadır.
36. Kur’an-ı Kerim’i hatmetmenin edepleri hakkındadır.
Kur'an-ı Kerim'i Okuma ve Anlama Adabı 3
KUR’AN-I KERİM’İ OKUMA VE ANLAMAYA DAİR ÖNERİLER
Bir şeyi kabul etmenin veya reddetmenin ilk ve kaçınılmaz şartı anlamaktır. Ancak anladıktan sonra kabul etmekten veya reddetmekten söz edilebilir. Bir şeyi anlamadan kabul veya ret, hiçbir ölçüye sığmayan ve hiçbir kimse tarafından kabullenilemeyecek bir tutum ve davranıştır. Kur’an’a inandığını ya da inanmadığını söyleyen bir kimsenin bunu söylemeden önce yapması gereken ilk eylem de en azından onun taşıdığı mesajın ne olduğunu ve neleri ortaya koyduğunu/içerdiğini anlamaya çalışmak olmalıdır. Aksi takdirde böyle bir kabul veya reddin hiçbir anlamı olamaz.
Peki, anlamak ne demektir? Anlamak, konuşanın söylediklerinin konuşulan / muhatap tarafından, konuşan kişinin kastettiği anlam çerçevesinde algılanıp kavranılmasıdır. Anlama faaliyetinde iki taraf vardır: Anlatan ve anlatılan. Bu ikisi arasında da anlatım ve anlama süreçleri bulunur.
Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz: Kur’an, Allah’ın sözüdür ve Allah, Kur’an aracılığıyla kullarına “anlatmakta / konuşmakta”dır. Konuşan (Allah), bu Kelâm’ı ortaya koyarak amacını gerçekleştirmiştir. Muhatapların görevi de bu Kelâm’ı kastedilen bağlam ve manada anlamak ve anladığını uygulamaya koymaktır. Ancak bu Kelâm’ı anlamaya girişirken öncelikle onu anlamanın ve bu girişimin temel birtakım ilkeler içerdiğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Zira bizzat “anlamak” eylemi bile doğru ve yanlış gibi iki istikamete sahiptir. Elimizde bu temel ilkeler bulunmazsa Kur’an metninin bize söylemek istediğini yanlış anlamış oluruz ki bu, onu anlamamaktan daha vahim sonuçlara yol açar.
Kur’an’a muhatap insanların, onu anlama faaliyetinde göz önünde bulundurmaları gereken ilkelerden bahsetmeden önce şunu hatırlatmalıyız ki burada sıralanacak noktalar bizim tespit edebildiğimiz ve uygulanmasının, Kur’an’ı anlamada önemli ölçüde yardımcı olacağını düşündüğümüz hususlardır. Bunlara eklenebilecek başka ilkeler de elbette bulunabilir.
Kur’an’ın okunması ve anlaşılmasıyla ilgili aşağıda zikredilecek ilkelerin maddeler halinde ifade edilmesinin, bağlayıcı bir sıralama olarak algılanmamasını hassasiyetle belirtmek isteriz.
1. Kur’an’ı Okumak ve Anlamak
Kur’an’ı okumaktan bahsederken burada onu Arapçasından ezbere veya yüzüne okumayı kastetmiyoruz. Elbette yerine getirene bu tarz bir okuyuşun faydası vardır. Ancak bizim burada üzerinde durduğumuz husus, Kur’an’ın anlaşılması olduğundan dolayı Arapça bilmeyen ya da Arapça bilgisi Kur’an’ı orijinal metinden okuyup anlayacak bir düzeyde olmayan kişinin bu okuyuşu bizim konumuz dışında kalmaktadır. Dolayısıyla bundan sonra kullanacağımız “Kur’an’ı okumak” ifadesiyle onun mushaftan, yani Arapçasından anlamaksızın yüzünden veya ezbere okunmasını değil, anlamının okunmasını kastettiğimiz önemle akılda tutulmalıdır.
Kur’an, anlaşılmak için okunur. Zira Allah’ın, Resûlullah’a Kur’an’ı indirmesinin amacı onu insanlara duyurması ve iletmesidir.(1) İnsanlar da kendilerine duyurulan ve iletilen bu mesajı anlamakla yükümlüdürler.(2) Zira hayatlarını Allah’ın istediği istikamette düzenlemekle sorumlu tutulan insanlar bunu ancak kendilerinden isteneni anladıkları zaman yerine getirebilirler. Bu yüzden Kur’an okumak farzdır: “Bir de Kur’an’ı okumakla emrolundum.”(3)
2. Kendini Kur’an’a Açmak
Kur’an’ı okumaya niyetlenen kişinin ondan faydalanması için öncelikle kendisini Kur’an’a açması gerekir. Bu da ancak kendisine yapılan uyarı ve hatırlatmaya kulak veren için söz konusudur: “Sen ancak uyarıyı/hatırlatmayı izleyeni ve gıyaben Rahman’dan korkan kişiyi uyarabilirsin.”(4) Bu sebeple, Kur’an okumaya yönelen kimsenin onu okumakla neyi amaçladığını çok iyi belirlemesi gerekir. Kur’an’ı anlamak için okumalıyız; kendi düşünce ya da emellerimizi destekleyeceğini umduğumuz âyetleri bulmak için değil.
3. Arınmak ve Sığınmak
Kur’an okumaya başlamadan önce her türlü şeytanî ve nefsânî niyet ve düşüncelerden hem aklımızı hem de kalbimizi arındırmalıyız. Dilimizle “Eûzû” çekerken bunu bütün ruhumuzla hissetmeli, nefsimizden veya çevremizden kaynaklanarak bize bulaşan her türden dürtü, ayartma ve fısıltılara karşı Allah’ın manevî desteğine sığınmalıyız: “Kur’an okuyacağın zaman hemen o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.”(5) Kur’an’ın ne dediğini, ne istediğini anlayabilmek için öncelikle her türlü manevî kir ve pisliklerden arınmış olmak gerekir; aksi takdirde Kur’an’ın özüne nüfûz edilemez ve onda mevcut hakikatler kavranamaz: “O gerçekten değerli bir okumadır/kur’andır. Sağlam korunan ilahî kelam içindedir. Ona ancak arınmışlar dokunabilir. Bütün alemlerin Rabbinden indirilmedir.”(6)
4. Her Dem Taze ve Her An İlk Defa
Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunu her daim akılda tutarak onu anlamaya girişilmelidir. Sevdiği birisinden bir mektup alan kişi nasıl ki bir an önce onu okuyup gereğini yerine getirmeye çabalarsa Kur’an okuyan kişi de Kur’an’ın Allah’tan kendisine gönderilmiş bir mektup mesabesinde olduğunu düşünerek hareket etmelidir. “Ve emin ol ki sen, bu Kur’an’a her konuda doğru hüküm ve hikmetle edip eyleyenin, her şeyin aslını bilenin katından erdiriliyorsun.”(7) Dolayısıyla Kur’an’ı okurken o an nâzil oluyormuş hissi ve bilinciyle hareket edilmelidir.
5. Önce de Sonra da Kur’an
Kur’an okuyan kişi ona bütün varlığıyla kulak vermeli, şahsî görüş ya da kanaatlerini geri plâna çekerek Kur’an’a öncelik vermelidir. “Kur’an okunduğu zaman ona kulak verin, sesinizi kesip dinleyin ki Allah’ın esirgemesiyle kuşatılasınız.”(8)
6. Tertîl Üzere Okumak
Kur’an tertîl yöntemiyle okunmalıdır. Tertîl, Kur’an’ı ağır ağır, tane tane, anlayarak ve hissederek okumak demektir. “Ya da sonra kalk ve ağır ağır, duyarak Kur’an oku.”(9); “Ve onu, insanlara yavaş yavaş okuyasın diye bir okuma olarak bölüm bölüm ayırdık ve onu parça parça indirdik.”(10) Kur’an’ın bölümler hâlinde indirilmesi (ki daha önce inzal/tenzil bölümünde buna değinmiştik) onun nasıl okunması gerektiği konusunda da bize ışık tutmaktadır. Kur’an peyderpey indirilmiştir; dolayısıyla anlaşılması da peyderpey, adım adım olmalıdır. İnsan doğasına en uygun yol da budur zaten. Ebu’l-Âliye bize bu konuda bir ölçü değilse de bir örnek olmak üzere şu tavsiyede bulunur: “Kur’an’ı beş âyet beş âyet öğrenin. Hz. Peygamber Kur’an’ı Cibrîl’den beşer beşer öğreniyordu.”(11) Hz. Ömer’in de Bakara Sûresi’ni on iki yılda bitirdiği rivayet edilir.
Kur’an’ın belirli periyotlarla kendimiz için en uygun birimler/bölümler halinde az da olsa devamlı bir şekilde okunması, hem onun anlaşılmasında, hem de anlaşılanın zihin ve kalpte pekiştirilmesinde önemli yararlar sağlayacaktır. Kur’an bu konuda yine insanın yapısını dikkate alarak şöyle buyurur: “Kur’an’ın kolayca okuyabileceğiniz kadarını okuyun.”(12)
7. Peşin ve Aceleci Hükümlerden Kaçınmak
Kur’an’ın, adım adım okunup anlaşılmasında bir başka mesele daha bulunmaktadır. Kur’an’ı okumaya başlamadan evvel nasıl ki akıl ve kalp manevî kirlerden arındırılmalıysa aynı şekilde onu okurken de peşin hükümlerden, indî ve keyfî değerlendirmelerden de kendimizi kurtarmalı ve korumalıyız. Bu hususta Kur’an bizi kesin bir dille uyarır: “(Vahyin sözlerini tekrarlarken) Onu hızla söylemek için dilini oynatıp durma.”(13) Dilin hızlıca hareket ettirilmemesi, akıl ve kalbin de hızlı hareket ettirilmemesini içerir; zira her ikisi de dilin okuduklarını kavrayıp kaydedecektir. Bu yolda izlenecek bu yöntem, Kur’an’ın bize kendisini açmasını ve açıklamasını da sağlayacaktır. Bunu bizzat Kur’an vaat etmektedir: “Çünkü onun (senin kalbine) yerleştirilmesi ve okutturulması bize aittir. Böylece onu okuduğumuz zaman onun okunuşuna (bütün zihnini vererek) uy. Sonra onu açıklamak da bize düşer.”(14)
8. Bütüncül Yaklaşım
Kur’an’ın iç bütünlüğe ve tutarlığa sahip olduğu daima hatırda tutularak bir kelimesinin başka kelimelerle, bir âyetinin başka âyetlerle, bir sûresinin başka sûrelerle sıkı bir ilişkisinin olduğu bilinmelidir. Böylece parçacı ve bütünlükten uzak yaklaşımlardan kaçınarak Kur’an’ı sahip olduğu sarsılmaz dokusu içinde okumaya ve anlamaya çalışılmalıdır: “Hak hükümdar Allah pek yücedir! Vahyi sana bütünüyle ulaştırılmadan önce Kur’an’a (dair görüş bildirmekte) acele davranma; fakat (daima) ‘Ey Rabbim, benim ilmimi artır.’ de.”(15)
9. Edebi Kuşanmak
Kur’an okurken daima bir huşu ve alçak gönüllülük içerisinde olmalıyız. Zira her hâlimizi gören ve bilen Allah, Kur’an okurken izlendiğimizi özellikle vurgulayarak şöyle buyurur: “Ve (sen ey peygamber) hangi durumda olursan ol, bu ilâhî kitaptan hangi konuyu dile getirirsen getir ve (siz ey insanlar) hangi işi yaparsanız yapın (unutmayın ki) siz bu işlere giriştiğiniz an(dan itibaren) biz üzerinizde gözlemci bulunuyoruz.”(16) Bu sebepten ötürü önümüzdeki metnin, diğer metinler gibi herhangi bir metin olmadığının idrakiyle, ona yaraşır maddî ve manevî edep vesileleriyle kendimizi donatmalıyız. Kur’an’dan nasibimiz ona gösterdiğimiz edeple doğru orantılı olacaktır: “Biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirseydik sen onu muhakkak Allah korkusundan başını eğmiş, çatlamış görürdün! İşte biz, düşünürler diye insanlara bir temsil veriyoruz.”(17)
10. Mukayeseli ve Derinlemesine Okumak
Kur’an’ı meâl aracılığıyla okuyacakların dikkat etmeleri gereken bir husus bulunmaktadır: Meâl, hiçbir şekilde Kur’an değildir. Meâl, onu hazırlayan tarafından kısmen ve biraz da eksik bir şekilde Türkçe’ye aktarılmış bir anlamdır. Bir insanın yazdığı bir kitabın bile bir başka dile bizatihi kendi dilindeki güzellik içerisinde sadık bir anlam ve güzel bir üslûpla aktarılamayacağı dikkate alınırsa bunun Allah’ın sözü için ne kadar imkânsız bir durum olduğu anlaşılır. Dolayısıyla meâl yoluyla Kur’an’ı anlama çabasında olanların bu hususta başvuracakları en emin yol birkaç meâli karşılaştırmalı olarak takip etmeleridir. Böylece meâlleri hazırlayanların farklı ifade kullandıkları yerde okuyucu dikkatini yoğunlaştırarak Kur’an metnini daha sağlıklı anlamaya koyulacaktır.
Meâl okuyucularının dikkate almaları gereken bir husus da indiği dönemin dilini kullanan Kur’an’daki kelime veya kavramların, ya o zaman kullanılan anlamlarıyla ya da kök anlamlarından koparmaksızın Kur’an’ın kendi ifade örgüsü içinde yüklediği anlamlarıyla kullanılmış olduğudur. Kur’an’ın inişinin üzerinden on dört asır geçmiş ve bu süre zarfında Arapça da kendi içinde bir değişim ve dönüşüme uğramıştır. Günümüz meâllerini hazırlayanların gözünden bu husus kısmen kaçmakta olduğundan Kur’an’da yer alan bu kelime / kavramlar ya günümüz Arapçasında yer aldığı şekliyle ya da çeşitli inanç ve fikir akımlarının / mezheplerinin etkisiyle daralan veya genişleyen anlamlarıyla ele alınıp Türkçe’ye aktarılmaktadır. Bu sorun da daha önce değindiğimiz gibi farklı meâlleri karşılaştırmalı olarak okuyup gerekli yerlerde tefsirlere müracaatla aşılabilir.
Meâl okumak Kur’an’ı anlamanın sadece ve sadece bir aracıdır. Kesin ölçüsü ve ölçütü değildir. Meâller bize Kur’an’a dair –tabir caiz ise– bir taslak çizerler. Ancak bu taslakta figürler, şekiller, çizgiler, velhâsıl görüntüler net ve yerli yerince değildir. Bu yüzdendir ki meâl okuyan birinin buradan hareketle Kur’an’a dair nihaî hükümler çıkarması sağduyu sahibi aklın kabullenemeyeceği vahim bir durumdur.
11. Adım Adım Okumak
Kur’an, getirdiği mesajla yeni bir insan ve toplum tipi inşa etmeyi amaçlar. Bunun için de temelden, “inanç”tan başlar. Kur’an’ın iniş sürecinin iki ana bölümünden ilki olan Mekke’de inen âyetler öncelikle bunu gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Kur’an okumaya girişen kişinin de öncelikle inancını, daha sonra davranış ve tutumlarını tashih edip düzenlemesi gerekir. Bundan ötürü Kur’an’ın genel amacına paralel bir şekilde Kur’an’ın Mekke döneminde inen âyetlerinin önce, Medine’de inen âyetlerinin ise daha sonra okunması yerinde olur. Mekkî ve Medenî âyetlerin ve sûrelerin tespitinde kısmî görüş ayrılıkları olsa da hemen hemen her meâlin arkasında sûrelerin nüzûl sırasına göre bir listesi verilir. Bu durumda listelerden biri takip edilebilir. Şayet bu biraz zor gibi görünürse o zaman Kur’an’ın sonundan başına doğru bir okuma süreci izlenebilir. Biraz daha zorlu, ama daha ayrıntılı ve faydalı olacağını düşündüğümüz okuma faaliyeti için bir listeye de biz bu bölümün sonunda yer vermiş bulunuyoruz. Bu listede sûre esaslı bir sıralamadan ziyade Hz. Peygamber’e gelen vahyin bölümler hâlinde sıralanması yer almaktadır. İsteyenler bu listeyi esas alarak bir okuma faaliyeti de sürdürebilirler. (bkz. Kur’an’ın Nüzûl Süreci başlıklı bölüm)
12. İniş Sebeplerini Bilmek
Kur’an’ı anlamak isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de “Sebeb-i Nüzûl”dür. Daha önce açıkladığımız üzere âyetlerin iniş sebeplerini ve ortamını ifade eden bu bilgiler âyetlerin hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nâzil olduğunu anlatır. Bu da âyetlerin arka plânı hakkında ipuçları demektir ki âyetleri bu doku içinde görmek, onları anlamamızı kolaylaştırır.
13. Tarihî Bağlamı Görmek
Bir önceki maddenin tamamlayıcısı olmak üzere bir de fazla detaylı olmayan muhtasar bir siyer kitabının okunması da bu anlama çabasına destek verecektir. Böylece Kur’an’ın indiği dönemi, o dönemin kültürünü, yaşayış biçimini, tarafların tavır ve tutumlarını, inanç ve ibadet biçimlerini, hâsılı o dönemin bir fotoğrafını görme imkânı elde edilmiş; nihayetinde resim çerçeveye oturtulmuş olur. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi “kitap”, “peygamber”den bağımsız ve kopuk ele alınamaz. Kitabın metnini anlamanın yolu, onun ilk muhatabı, ilk uygulayıcısı ve ilk tebliğcisini anlamaktan geçer.
14. Kur’an’ın Üslûbunu Dikkate Almak
Kur’an’ı okurken üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir nokta da kullandığı üslûp ve tarzdır. Kur’an, Arapça’nın imkânları ölçüsünce mecaz, teşbih, istiare, alegori, tekrar, te’kit gibi edebî tarzları kullanmaktadır. Kullanılan meâl/lerin bu alandaki başarılarına göre Kur’an’ın bu muhteşem yönünden de istifade edilecektir. Ancak Türkçe Kur’an meâlleri –maalesef çok azı bunun istisnasıdır– bu konuda yetersiz kalmaktadır. Kimi deyimsel ve mecazî ifadelerin literal / lafzî anlamıyla aktarılması Kur’an’dan yanlış veya eksik anlamların çıkarılmasına yol açmaktadır. Bunun için güvenilir farklı meâller mukayeseli olarak okunmalıdır.
15. Kur’an’ı Yaşamak, Kur’anla Yaşamak
Kur’an okumaktan maksat onu anlamak, onu anlamaktan maksat ise onu yaşamak, pratiğe dökmek, “yap” dediklerini yapmak, “yapma” dediklerinden de kaçınmaktır. Okuyup anladığımız hâlde eğer onu uygulamaz isek Peygamber’in Kur’an’da zikredilen şu sitemine maruz kalanlardan oluruz: “Ve (o gün) Resul şöyle diyecek: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı terk edilecek bir şey olarak gördü.”(18)
16. Huzurun Kaynağı Kur’an
Kur’an anlamamız için kolaylaştırılmıştır. Bunu bize haber veren bizzat Allah’tır.(19) Anlaşılması için kolaylaştırılan Kur’an, hayata aktarıldığı ve canlı kılındığı durumda insana mutluluk ve huzur verir; sıkıntı ve darlık değil: “Kur’an’ı sana, bedbaht olasın diye indirmedik. Yalnızca saygısı olana, yeri ve yüce gökleri yaratan Allah katından bir öğüt, bir uyarıcı olsun diye indirdik.”(20)
Dipnotlar
Nahl/ 44, 64; Maide/ 15, 19; İbrahim/4
Bakara/ 219, 221, 243, 266; Nur/ 61; A’raf/ 176; Yunus/ 24; Nahl/ 44; Yasin/ 29; Nisa/ 82; Muhammed/ 24 vd.
Neml/ 92
Yasin/ 11
Nahl/ 98
Vakıa/ 77-80
Neml/ 6
A’raf/ 204 ayrıca bkz. Fussilet/ 26
Müzzemmil/ 4
İsra/ 106
Mebahis fi Ulumi’l-Kur’an, s. 194
Müzzemmil/ 20
Kıyamet/ 16
Kıyamet/ 17-19
Tâhâ/ 114
Yunus/ 61
Haşr/ 21 ayrıca bkz. Müzzemmil/ 5
Furkan/ 30
Kamer/ 17, 22, 32, 40; Meryem/ 97; Duhan/ 58
Tâhâ/ 2-4; ayrıca bkz. Ra’d/ 28
Açıklama notu: Yukarıdaki metin Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği Yayınları’nın Temel İslam Kültürü Dizisi’nin 1. kitabı olarak ve KUR’AN ANLAŞILSIN DİYE ismiyle yayınladığı kitaptan alınmıştır. Bkz. Kitabın 28-35. sayfaları.
Yukarıdaki bölümde yer yer kitabın diğer bölümlerine de atıflar yapılmaktadır.
Adı geçen kitap, Kur’an-ı Kerim’i okuma ve anlama çabalarına katkı sağlamak üzere kaleme alınmış ve bir grup İlahiyatçı tarafından istifadeye sunulmuştur. Kur’an-ı Kerim’i okuma ve anlama çabası içinde olanlara kitabın tamamı da tavsiye edilir.
Kitabı Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği’nden temin edebilirsiniz.
Adres: Kısıklı m. Alemdağ c. Yanyol s. No:16 Üsküdar-İstanbul.
Tel: 0 216 520 16 62-63
Web adresi: http://www.yekder.org/
E-mail: yekder@yekder.org
Not: Kitaba derneğin internet sitesinden ücretsiz olarak da ulaşabilirsiniz.
Bir şeyi kabul etmenin veya reddetmenin ilk ve kaçınılmaz şartı anlamaktır. Ancak anladıktan sonra kabul etmekten veya reddetmekten söz edilebilir. Bir şeyi anlamadan kabul veya ret, hiçbir ölçüye sığmayan ve hiçbir kimse tarafından kabullenilemeyecek bir tutum ve davranıştır. Kur’an’a inandığını ya da inanmadığını söyleyen bir kimsenin bunu söylemeden önce yapması gereken ilk eylem de en azından onun taşıdığı mesajın ne olduğunu ve neleri ortaya koyduğunu/içerdiğini anlamaya çalışmak olmalıdır. Aksi takdirde böyle bir kabul veya reddin hiçbir anlamı olamaz.
Peki, anlamak ne demektir? Anlamak, konuşanın söylediklerinin konuşulan / muhatap tarafından, konuşan kişinin kastettiği anlam çerçevesinde algılanıp kavranılmasıdır. Anlama faaliyetinde iki taraf vardır: Anlatan ve anlatılan. Bu ikisi arasında da anlatım ve anlama süreçleri bulunur.
Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz: Kur’an, Allah’ın sözüdür ve Allah, Kur’an aracılığıyla kullarına “anlatmakta / konuşmakta”dır. Konuşan (Allah), bu Kelâm’ı ortaya koyarak amacını gerçekleştirmiştir. Muhatapların görevi de bu Kelâm’ı kastedilen bağlam ve manada anlamak ve anladığını uygulamaya koymaktır. Ancak bu Kelâm’ı anlamaya girişirken öncelikle onu anlamanın ve bu girişimin temel birtakım ilkeler içerdiğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Zira bizzat “anlamak” eylemi bile doğru ve yanlış gibi iki istikamete sahiptir. Elimizde bu temel ilkeler bulunmazsa Kur’an metninin bize söylemek istediğini yanlış anlamış oluruz ki bu, onu anlamamaktan daha vahim sonuçlara yol açar.
Kur’an’a muhatap insanların, onu anlama faaliyetinde göz önünde bulundurmaları gereken ilkelerden bahsetmeden önce şunu hatırlatmalıyız ki burada sıralanacak noktalar bizim tespit edebildiğimiz ve uygulanmasının, Kur’an’ı anlamada önemli ölçüde yardımcı olacağını düşündüğümüz hususlardır. Bunlara eklenebilecek başka ilkeler de elbette bulunabilir.
Kur’an’ın okunması ve anlaşılmasıyla ilgili aşağıda zikredilecek ilkelerin maddeler halinde ifade edilmesinin, bağlayıcı bir sıralama olarak algılanmamasını hassasiyetle belirtmek isteriz.
1. Kur’an’ı Okumak ve Anlamak
Kur’an’ı okumaktan bahsederken burada onu Arapçasından ezbere veya yüzüne okumayı kastetmiyoruz. Elbette yerine getirene bu tarz bir okuyuşun faydası vardır. Ancak bizim burada üzerinde durduğumuz husus, Kur’an’ın anlaşılması olduğundan dolayı Arapça bilmeyen ya da Arapça bilgisi Kur’an’ı orijinal metinden okuyup anlayacak bir düzeyde olmayan kişinin bu okuyuşu bizim konumuz dışında kalmaktadır. Dolayısıyla bundan sonra kullanacağımız “Kur’an’ı okumak” ifadesiyle onun mushaftan, yani Arapçasından anlamaksızın yüzünden veya ezbere okunmasını değil, anlamının okunmasını kastettiğimiz önemle akılda tutulmalıdır.
Kur’an, anlaşılmak için okunur. Zira Allah’ın, Resûlullah’a Kur’an’ı indirmesinin amacı onu insanlara duyurması ve iletmesidir.(1) İnsanlar da kendilerine duyurulan ve iletilen bu mesajı anlamakla yükümlüdürler.(2) Zira hayatlarını Allah’ın istediği istikamette düzenlemekle sorumlu tutulan insanlar bunu ancak kendilerinden isteneni anladıkları zaman yerine getirebilirler. Bu yüzden Kur’an okumak farzdır: “Bir de Kur’an’ı okumakla emrolundum.”(3)
2. Kendini Kur’an’a Açmak
Kur’an’ı okumaya niyetlenen kişinin ondan faydalanması için öncelikle kendisini Kur’an’a açması gerekir. Bu da ancak kendisine yapılan uyarı ve hatırlatmaya kulak veren için söz konusudur: “Sen ancak uyarıyı/hatırlatmayı izleyeni ve gıyaben Rahman’dan korkan kişiyi uyarabilirsin.”(4) Bu sebeple, Kur’an okumaya yönelen kimsenin onu okumakla neyi amaçladığını çok iyi belirlemesi gerekir. Kur’an’ı anlamak için okumalıyız; kendi düşünce ya da emellerimizi destekleyeceğini umduğumuz âyetleri bulmak için değil.
3. Arınmak ve Sığınmak
Kur’an okumaya başlamadan önce her türlü şeytanî ve nefsânî niyet ve düşüncelerden hem aklımızı hem de kalbimizi arındırmalıyız. Dilimizle “Eûzû” çekerken bunu bütün ruhumuzla hissetmeli, nefsimizden veya çevremizden kaynaklanarak bize bulaşan her türden dürtü, ayartma ve fısıltılara karşı Allah’ın manevî desteğine sığınmalıyız: “Kur’an okuyacağın zaman hemen o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.”(5) Kur’an’ın ne dediğini, ne istediğini anlayabilmek için öncelikle her türlü manevî kir ve pisliklerden arınmış olmak gerekir; aksi takdirde Kur’an’ın özüne nüfûz edilemez ve onda mevcut hakikatler kavranamaz: “O gerçekten değerli bir okumadır/kur’andır. Sağlam korunan ilahî kelam içindedir. Ona ancak arınmışlar dokunabilir. Bütün alemlerin Rabbinden indirilmedir.”(6)
4. Her Dem Taze ve Her An İlk Defa
Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunu her daim akılda tutarak onu anlamaya girişilmelidir. Sevdiği birisinden bir mektup alan kişi nasıl ki bir an önce onu okuyup gereğini yerine getirmeye çabalarsa Kur’an okuyan kişi de Kur’an’ın Allah’tan kendisine gönderilmiş bir mektup mesabesinde olduğunu düşünerek hareket etmelidir. “Ve emin ol ki sen, bu Kur’an’a her konuda doğru hüküm ve hikmetle edip eyleyenin, her şeyin aslını bilenin katından erdiriliyorsun.”(7) Dolayısıyla Kur’an’ı okurken o an nâzil oluyormuş hissi ve bilinciyle hareket edilmelidir.
5. Önce de Sonra da Kur’an
Kur’an okuyan kişi ona bütün varlığıyla kulak vermeli, şahsî görüş ya da kanaatlerini geri plâna çekerek Kur’an’a öncelik vermelidir. “Kur’an okunduğu zaman ona kulak verin, sesinizi kesip dinleyin ki Allah’ın esirgemesiyle kuşatılasınız.”(8)
6. Tertîl Üzere Okumak
Kur’an tertîl yöntemiyle okunmalıdır. Tertîl, Kur’an’ı ağır ağır, tane tane, anlayarak ve hissederek okumak demektir. “Ya da sonra kalk ve ağır ağır, duyarak Kur’an oku.”(9); “Ve onu, insanlara yavaş yavaş okuyasın diye bir okuma olarak bölüm bölüm ayırdık ve onu parça parça indirdik.”(10) Kur’an’ın bölümler hâlinde indirilmesi (ki daha önce inzal/tenzil bölümünde buna değinmiştik) onun nasıl okunması gerektiği konusunda da bize ışık tutmaktadır. Kur’an peyderpey indirilmiştir; dolayısıyla anlaşılması da peyderpey, adım adım olmalıdır. İnsan doğasına en uygun yol da budur zaten. Ebu’l-Âliye bize bu konuda bir ölçü değilse de bir örnek olmak üzere şu tavsiyede bulunur: “Kur’an’ı beş âyet beş âyet öğrenin. Hz. Peygamber Kur’an’ı Cibrîl’den beşer beşer öğreniyordu.”(11) Hz. Ömer’in de Bakara Sûresi’ni on iki yılda bitirdiği rivayet edilir.
Kur’an’ın belirli periyotlarla kendimiz için en uygun birimler/bölümler halinde az da olsa devamlı bir şekilde okunması, hem onun anlaşılmasında, hem de anlaşılanın zihin ve kalpte pekiştirilmesinde önemli yararlar sağlayacaktır. Kur’an bu konuda yine insanın yapısını dikkate alarak şöyle buyurur: “Kur’an’ın kolayca okuyabileceğiniz kadarını okuyun.”(12)
7. Peşin ve Aceleci Hükümlerden Kaçınmak
Kur’an’ın, adım adım okunup anlaşılmasında bir başka mesele daha bulunmaktadır. Kur’an’ı okumaya başlamadan evvel nasıl ki akıl ve kalp manevî kirlerden arındırılmalıysa aynı şekilde onu okurken de peşin hükümlerden, indî ve keyfî değerlendirmelerden de kendimizi kurtarmalı ve korumalıyız. Bu hususta Kur’an bizi kesin bir dille uyarır: “(Vahyin sözlerini tekrarlarken) Onu hızla söylemek için dilini oynatıp durma.”(13) Dilin hızlıca hareket ettirilmemesi, akıl ve kalbin de hızlı hareket ettirilmemesini içerir; zira her ikisi de dilin okuduklarını kavrayıp kaydedecektir. Bu yolda izlenecek bu yöntem, Kur’an’ın bize kendisini açmasını ve açıklamasını da sağlayacaktır. Bunu bizzat Kur’an vaat etmektedir: “Çünkü onun (senin kalbine) yerleştirilmesi ve okutturulması bize aittir. Böylece onu okuduğumuz zaman onun okunuşuna (bütün zihnini vererek) uy. Sonra onu açıklamak da bize düşer.”(14)
8. Bütüncül Yaklaşım
Kur’an’ın iç bütünlüğe ve tutarlığa sahip olduğu daima hatırda tutularak bir kelimesinin başka kelimelerle, bir âyetinin başka âyetlerle, bir sûresinin başka sûrelerle sıkı bir ilişkisinin olduğu bilinmelidir. Böylece parçacı ve bütünlükten uzak yaklaşımlardan kaçınarak Kur’an’ı sahip olduğu sarsılmaz dokusu içinde okumaya ve anlamaya çalışılmalıdır: “Hak hükümdar Allah pek yücedir! Vahyi sana bütünüyle ulaştırılmadan önce Kur’an’a (dair görüş bildirmekte) acele davranma; fakat (daima) ‘Ey Rabbim, benim ilmimi artır.’ de.”(15)
9. Edebi Kuşanmak
Kur’an okurken daima bir huşu ve alçak gönüllülük içerisinde olmalıyız. Zira her hâlimizi gören ve bilen Allah, Kur’an okurken izlendiğimizi özellikle vurgulayarak şöyle buyurur: “Ve (sen ey peygamber) hangi durumda olursan ol, bu ilâhî kitaptan hangi konuyu dile getirirsen getir ve (siz ey insanlar) hangi işi yaparsanız yapın (unutmayın ki) siz bu işlere giriştiğiniz an(dan itibaren) biz üzerinizde gözlemci bulunuyoruz.”(16) Bu sebepten ötürü önümüzdeki metnin, diğer metinler gibi herhangi bir metin olmadığının idrakiyle, ona yaraşır maddî ve manevî edep vesileleriyle kendimizi donatmalıyız. Kur’an’dan nasibimiz ona gösterdiğimiz edeple doğru orantılı olacaktır: “Biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirseydik sen onu muhakkak Allah korkusundan başını eğmiş, çatlamış görürdün! İşte biz, düşünürler diye insanlara bir temsil veriyoruz.”(17)
10. Mukayeseli ve Derinlemesine Okumak
Kur’an’ı meâl aracılığıyla okuyacakların dikkat etmeleri gereken bir husus bulunmaktadır: Meâl, hiçbir şekilde Kur’an değildir. Meâl, onu hazırlayan tarafından kısmen ve biraz da eksik bir şekilde Türkçe’ye aktarılmış bir anlamdır. Bir insanın yazdığı bir kitabın bile bir başka dile bizatihi kendi dilindeki güzellik içerisinde sadık bir anlam ve güzel bir üslûpla aktarılamayacağı dikkate alınırsa bunun Allah’ın sözü için ne kadar imkânsız bir durum olduğu anlaşılır. Dolayısıyla meâl yoluyla Kur’an’ı anlama çabasında olanların bu hususta başvuracakları en emin yol birkaç meâli karşılaştırmalı olarak takip etmeleridir. Böylece meâlleri hazırlayanların farklı ifade kullandıkları yerde okuyucu dikkatini yoğunlaştırarak Kur’an metnini daha sağlıklı anlamaya koyulacaktır.
Meâl okuyucularının dikkate almaları gereken bir husus da indiği dönemin dilini kullanan Kur’an’daki kelime veya kavramların, ya o zaman kullanılan anlamlarıyla ya da kök anlamlarından koparmaksızın Kur’an’ın kendi ifade örgüsü içinde yüklediği anlamlarıyla kullanılmış olduğudur. Kur’an’ın inişinin üzerinden on dört asır geçmiş ve bu süre zarfında Arapça da kendi içinde bir değişim ve dönüşüme uğramıştır. Günümüz meâllerini hazırlayanların gözünden bu husus kısmen kaçmakta olduğundan Kur’an’da yer alan bu kelime / kavramlar ya günümüz Arapçasında yer aldığı şekliyle ya da çeşitli inanç ve fikir akımlarının / mezheplerinin etkisiyle daralan veya genişleyen anlamlarıyla ele alınıp Türkçe’ye aktarılmaktadır. Bu sorun da daha önce değindiğimiz gibi farklı meâlleri karşılaştırmalı olarak okuyup gerekli yerlerde tefsirlere müracaatla aşılabilir.
Meâl okumak Kur’an’ı anlamanın sadece ve sadece bir aracıdır. Kesin ölçüsü ve ölçütü değildir. Meâller bize Kur’an’a dair –tabir caiz ise– bir taslak çizerler. Ancak bu taslakta figürler, şekiller, çizgiler, velhâsıl görüntüler net ve yerli yerince değildir. Bu yüzdendir ki meâl okuyan birinin buradan hareketle Kur’an’a dair nihaî hükümler çıkarması sağduyu sahibi aklın kabullenemeyeceği vahim bir durumdur.
11. Adım Adım Okumak
Kur’an, getirdiği mesajla yeni bir insan ve toplum tipi inşa etmeyi amaçlar. Bunun için de temelden, “inanç”tan başlar. Kur’an’ın iniş sürecinin iki ana bölümünden ilki olan Mekke’de inen âyetler öncelikle bunu gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Kur’an okumaya girişen kişinin de öncelikle inancını, daha sonra davranış ve tutumlarını tashih edip düzenlemesi gerekir. Bundan ötürü Kur’an’ın genel amacına paralel bir şekilde Kur’an’ın Mekke döneminde inen âyetlerinin önce, Medine’de inen âyetlerinin ise daha sonra okunması yerinde olur. Mekkî ve Medenî âyetlerin ve sûrelerin tespitinde kısmî görüş ayrılıkları olsa da hemen hemen her meâlin arkasında sûrelerin nüzûl sırasına göre bir listesi verilir. Bu durumda listelerden biri takip edilebilir. Şayet bu biraz zor gibi görünürse o zaman Kur’an’ın sonundan başına doğru bir okuma süreci izlenebilir. Biraz daha zorlu, ama daha ayrıntılı ve faydalı olacağını düşündüğümüz okuma faaliyeti için bir listeye de biz bu bölümün sonunda yer vermiş bulunuyoruz. Bu listede sûre esaslı bir sıralamadan ziyade Hz. Peygamber’e gelen vahyin bölümler hâlinde sıralanması yer almaktadır. İsteyenler bu listeyi esas alarak bir okuma faaliyeti de sürdürebilirler. (bkz. Kur’an’ın Nüzûl Süreci başlıklı bölüm)
12. İniş Sebeplerini Bilmek
Kur’an’ı anlamak isteyen kişinin başvurması gereken bilgilerden birisi de “Sebeb-i Nüzûl”dür. Daha önce açıkladığımız üzere âyetlerin iniş sebeplerini ve ortamını ifade eden bu bilgiler âyetlerin hangi durumlara binaen, kimleri muhatap alarak nâzil olduğunu anlatır. Bu da âyetlerin arka plânı hakkında ipuçları demektir ki âyetleri bu doku içinde görmek, onları anlamamızı kolaylaştırır.
13. Tarihî Bağlamı Görmek
Bir önceki maddenin tamamlayıcısı olmak üzere bir de fazla detaylı olmayan muhtasar bir siyer kitabının okunması da bu anlama çabasına destek verecektir. Böylece Kur’an’ın indiği dönemi, o dönemin kültürünü, yaşayış biçimini, tarafların tavır ve tutumlarını, inanç ve ibadet biçimlerini, hâsılı o dönemin bir fotoğrafını görme imkânı elde edilmiş; nihayetinde resim çerçeveye oturtulmuş olur. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi “kitap”, “peygamber”den bağımsız ve kopuk ele alınamaz. Kitabın metnini anlamanın yolu, onun ilk muhatabı, ilk uygulayıcısı ve ilk tebliğcisini anlamaktan geçer.
14. Kur’an’ın Üslûbunu Dikkate Almak
Kur’an’ı okurken üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir nokta da kullandığı üslûp ve tarzdır. Kur’an, Arapça’nın imkânları ölçüsünce mecaz, teşbih, istiare, alegori, tekrar, te’kit gibi edebî tarzları kullanmaktadır. Kullanılan meâl/lerin bu alandaki başarılarına göre Kur’an’ın bu muhteşem yönünden de istifade edilecektir. Ancak Türkçe Kur’an meâlleri –maalesef çok azı bunun istisnasıdır– bu konuda yetersiz kalmaktadır. Kimi deyimsel ve mecazî ifadelerin literal / lafzî anlamıyla aktarılması Kur’an’dan yanlış veya eksik anlamların çıkarılmasına yol açmaktadır. Bunun için güvenilir farklı meâller mukayeseli olarak okunmalıdır.
15. Kur’an’ı Yaşamak, Kur’anla Yaşamak
Kur’an okumaktan maksat onu anlamak, onu anlamaktan maksat ise onu yaşamak, pratiğe dökmek, “yap” dediklerini yapmak, “yapma” dediklerinden de kaçınmaktır. Okuyup anladığımız hâlde eğer onu uygulamaz isek Peygamber’in Kur’an’da zikredilen şu sitemine maruz kalanlardan oluruz: “Ve (o gün) Resul şöyle diyecek: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı terk edilecek bir şey olarak gördü.”(18)
16. Huzurun Kaynağı Kur’an
Kur’an anlamamız için kolaylaştırılmıştır. Bunu bize haber veren bizzat Allah’tır.(19) Anlaşılması için kolaylaştırılan Kur’an, hayata aktarıldığı ve canlı kılındığı durumda insana mutluluk ve huzur verir; sıkıntı ve darlık değil: “Kur’an’ı sana, bedbaht olasın diye indirmedik. Yalnızca saygısı olana, yeri ve yüce gökleri yaratan Allah katından bir öğüt, bir uyarıcı olsun diye indirdik.”(20)
Dipnotlar
Nahl/ 44, 64; Maide/ 15, 19; İbrahim/4
Bakara/ 219, 221, 243, 266; Nur/ 61; A’raf/ 176; Yunus/ 24; Nahl/ 44; Yasin/ 29; Nisa/ 82; Muhammed/ 24 vd.
Neml/ 92
Yasin/ 11
Nahl/ 98
Vakıa/ 77-80
Neml/ 6
A’raf/ 204 ayrıca bkz. Fussilet/ 26
Müzzemmil/ 4
İsra/ 106
Mebahis fi Ulumi’l-Kur’an, s. 194
Müzzemmil/ 20
Kıyamet/ 16
Kıyamet/ 17-19
Tâhâ/ 114
Yunus/ 61
Haşr/ 21 ayrıca bkz. Müzzemmil/ 5
Furkan/ 30
Kamer/ 17, 22, 32, 40; Meryem/ 97; Duhan/ 58
Tâhâ/ 2-4; ayrıca bkz. Ra’d/ 28
Açıklama notu: Yukarıdaki metin Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği Yayınları’nın Temel İslam Kültürü Dizisi’nin 1. kitabı olarak ve KUR’AN ANLAŞILSIN DİYE ismiyle yayınladığı kitaptan alınmıştır. Bkz. Kitabın 28-35. sayfaları.
Yukarıdaki bölümde yer yer kitabın diğer bölümlerine de atıflar yapılmaktadır.
Adı geçen kitap, Kur’an-ı Kerim’i okuma ve anlama çabalarına katkı sağlamak üzere kaleme alınmış ve bir grup İlahiyatçı tarafından istifadeye sunulmuştur. Kur’an-ı Kerim’i okuma ve anlama çabası içinde olanlara kitabın tamamı da tavsiye edilir.
Kitabı Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği’nden temin edebilirsiniz.
Adres: Kısıklı m. Alemdağ c. Yanyol s. No:16 Üsküdar-İstanbul.
Tel: 0 216 520 16 62-63
Web adresi: http://www.yekder.org/
E-mail: yekder@yekder.org
Not: Kitaba derneğin internet sitesinden ücretsiz olarak da ulaşabilirsiniz.
Kur'an-ı Kerim'i Okuma ve Anlama Adabı 2
KUR’AN’I NASIL ANLAYALIM?
Üstad Mevdudi’nin “Kur’an’ı Nasıl Anlayalım” isimli çalışması Bekir Karlığa tarafından çevrilmiş, ilk baskısı 1983 yılında yapılan kitabın, 1993 yılında yedinci baskısı yapılmış. Sayfa numaraları 1993’de yapılan yedinci baskıya göredir. Kitapta anlatılanları maddeler halinde şu şekilde özetlemek mümkündür:
I. Kur’an-ı Kerim, alışılmadık bir kitaptır (s. 20). Dolayısıyla diğer kitaplara göre farklı bir yaklaşımla ele alınmalıdır (s. 23).
II. Kur’an-ı Kerim hakkında zorunlu bilgiler elde edilmeli (s. 22-24), Kur’an’ın mahiyeti bilinmelidir (s. 26-31).
III. Konusu ve hedefi (s. 32), Nüzulü (s. 34), Tekrarlar (s. 46), Tertibi (s. 47), Derlenmesi (s. 51) gibi başlıklar hakkında bilgi sahibi olunmalıdır.
IV. Kur’an’ı İnceleme Yöntemi olarak aşağıda belirtilen hususlara dikkat edilmelidir:
1. “İster inansın, ister inanmasın, Kur’an’ı anlamak isteyen herkesin –ilk adım olarak- daha önce kafasında yer eden teori ve tasavvurlardan zihnini boşaltması gerekecektir. Her türlü arzu ve isteklerden içini arındırması, sonra da açık bir gönül, dikkatli bir kulak ve Kur’an’ı anlamak için tertemiz bir amaç ile onun üzerine eğilmesi gerekir.” (s.57)
2. “Kur’an’ı özet bir bilgi şeklinde öğrenmek isteyenler için bir veya iki kere tedkik yeterli olabilirse de onun derinliklerine dalarak, sırlarını kavramaya çalışanlar için bu kadarı kafi olmadığı gibi, hatta dört beş kez okumak bile yeterli değildir. O kişinin, kendini defalarca ve tekrar tekrar Kur’an’a adaması, üzerine abanması, bıkıp usanmadan yeniden tedkike koyulması ve her seferinde ayrı bir cepheden bu kitabı incelemesi icabeder. Ve tıpkı bir öğrenci gibi, lazım gelen kalem ve defter nevinden araçlar edinerek bu etüd esnasında zor gelen önemli noktaları kaydetmelidir. Araştırmalarına sabır ve ciddiyetle aralıksız devam etmelidirler.” (s. 57-58)
3. “Detaylı araştırmaya girişirken, onun daha önceki etüdü sırasında karşılaşmış bulunduğu Kur’an’ın temel prensiplerini bütün yönleriyle zihnine yerleştirmiş olması gerekir. Sözgelişi Kur’an’ın benimsediği ideal üstün insan örneğinin vasıflarını öğrenmeli. Kur’an’ın hoşlanmadığı, nefretle baktığı insan tipinin hangisi olduğunu tedkik etmelidir. Bu arzusunu gerçekleştirmek için not defterinin bir bölümüne Kur’an’a göre istenen insanın özelliklerini alt alta sıralamalı, onun tam karşısına da reddedilen insan tipinin vasıflarını yazmalıdır.” (s. 59)
4. “Akaid, ahlak, hukuk ve sorumluluklar, toplum sistemleri, savaş ve barışla ilgili ilkelerini kaydetmeli ki, hayatın bütün şubelerinde hangi modelin hakim olduğu ortaya çıksın ve bu şubelerin birleştirilerek genel çerçeve içerisinde tanzim edilmesinden sonra müslümanca yaşamanın hangi modele göre olması gerektiği belirlenmiş olsun.” (s. 58-59)
5. “İnsan, Kur’an’ın hayat problemlerinden herhangi birine bakış tarzını açıklamak isterse; en iyisi bu problemle ilgili olarak eski ve yeni ne yazılmışsa hepsini dikkatle mütalaa etmeli, o problemin belli başlı unsurlarını ve temel açılarını kesinlikle belirleyerek, tarih boyunca insan düşüncesinin bu problemle ilgili olarak neler bulabildiğini, nereye kadar ulaştığını, hangi cephelerinin çözümlenmesi gerektiğini ve bugüne kadar insan düşüncesinin açıklamaya henüz güç yetiremediği ne gibi noktalarının bulunduğunu tespit etmelidir.” (s. 60)
6. Kur’an, soyut teoriler ve saf fikirler ihtiva etmez ki, siz, onu koltuğunuza oturarak okuyasınız da tüm maksatlarını anlamış olasınız. Aynı şekilde o, metafizikten bahseden teolojik bir kitap değildir ki, onun gizli hazine ve sırlarını tekke ve enstitülerde çözümleyebilesiniz. Bu kitap, bir davet ve hareket kitabıdır. Bu kitap, yirmiüç sene boyunca korkunç bir hızla İslami hareketi yönlendirme fonksiyonu icra etti. (s. 61)
7. Pratik uygulamaya katılmayan Kur’an’ı anlayamaz. “Siz nasıl olur da küfürle din arasında cereyan eden meydan muharebesine ayağınızı atmadan, İslam ile cahiliyet arasındaki mücadelenin içine girmeden ve bu savaşın herhangi bir cephesinde yara almadan onun esrarına vakıf olabilirsiniz?” (s. 62)
8. “Kur’anî Yürüyüş” olmadan bu kitap anlaşılmaz. “Siz Kur’an’ın gereklerini, derin anlamlarını ancak bu kitabın buyruklarına bağlanarak, Allah yolundaki davete uyarak ve bütün adımlarınızı onun sizi yönlendirdiği ve gösterdiği biçimde atarak sağlayabilirsiniz. Bu noktada sizden önce geçenlerin karşılaştığı tecrübe ve zorluklarla sizin de karşılaşmanız gerekecektir. Mekke günlerini izleyecek, Habeşistan ve Taif yolculuklarını görecek, Bedir’den Huneyn’e ve Tebûk’e kadar geçen merhaleleri yaşayacaksınız. Ebu Cehil ve Ebu Leheb’le yüzyüze geleceksiniz. Münafıklarla ve yahudilerle karşı karşıya kalacaksınız. İleri gelen müslümanlardan başlayarak kalpleri İslam’a ısındırılan “müellefe-i kulûb”a kadar bütün insan tiplerini görecek ve tanıyacaksınız. Bu, eşi ve benzeri olmayan, emsalsiz bir yürüyüştür.” (s. 62)
9. Kur’an’ın ilkeleri pratikte uygulanmıştır. Kur’an, pratiği Arap toplumunda uygulanmış olmakla birlikte evrensel ölçekte de uygulanabilir bir kitaptır. (s. 63-68)
10. Kitapla birlikte bir de peygamber gönderilmiş olması da manidardır. (Proje + Mühendis). (s. 68-69)
Üstad Mevdudi’nin “Kur’an’ı Nasıl Anlayalım” isimli çalışması Bekir Karlığa tarafından çevrilmiş, ilk baskısı 1983 yılında yapılan kitabın, 1993 yılında yedinci baskısı yapılmış. Sayfa numaraları 1993’de yapılan yedinci baskıya göredir. Kitapta anlatılanları maddeler halinde şu şekilde özetlemek mümkündür:
I. Kur’an-ı Kerim, alışılmadık bir kitaptır (s. 20). Dolayısıyla diğer kitaplara göre farklı bir yaklaşımla ele alınmalıdır (s. 23).
II. Kur’an-ı Kerim hakkında zorunlu bilgiler elde edilmeli (s. 22-24), Kur’an’ın mahiyeti bilinmelidir (s. 26-31).
III. Konusu ve hedefi (s. 32), Nüzulü (s. 34), Tekrarlar (s. 46), Tertibi (s. 47), Derlenmesi (s. 51) gibi başlıklar hakkında bilgi sahibi olunmalıdır.
IV. Kur’an’ı İnceleme Yöntemi olarak aşağıda belirtilen hususlara dikkat edilmelidir:
1. “İster inansın, ister inanmasın, Kur’an’ı anlamak isteyen herkesin –ilk adım olarak- daha önce kafasında yer eden teori ve tasavvurlardan zihnini boşaltması gerekecektir. Her türlü arzu ve isteklerden içini arındırması, sonra da açık bir gönül, dikkatli bir kulak ve Kur’an’ı anlamak için tertemiz bir amaç ile onun üzerine eğilmesi gerekir.” (s.57)
2. “Kur’an’ı özet bir bilgi şeklinde öğrenmek isteyenler için bir veya iki kere tedkik yeterli olabilirse de onun derinliklerine dalarak, sırlarını kavramaya çalışanlar için bu kadarı kafi olmadığı gibi, hatta dört beş kez okumak bile yeterli değildir. O kişinin, kendini defalarca ve tekrar tekrar Kur’an’a adaması, üzerine abanması, bıkıp usanmadan yeniden tedkike koyulması ve her seferinde ayrı bir cepheden bu kitabı incelemesi icabeder. Ve tıpkı bir öğrenci gibi, lazım gelen kalem ve defter nevinden araçlar edinerek bu etüd esnasında zor gelen önemli noktaları kaydetmelidir. Araştırmalarına sabır ve ciddiyetle aralıksız devam etmelidirler.” (s. 57-58)
3. “Detaylı araştırmaya girişirken, onun daha önceki etüdü sırasında karşılaşmış bulunduğu Kur’an’ın temel prensiplerini bütün yönleriyle zihnine yerleştirmiş olması gerekir. Sözgelişi Kur’an’ın benimsediği ideal üstün insan örneğinin vasıflarını öğrenmeli. Kur’an’ın hoşlanmadığı, nefretle baktığı insan tipinin hangisi olduğunu tedkik etmelidir. Bu arzusunu gerçekleştirmek için not defterinin bir bölümüne Kur’an’a göre istenen insanın özelliklerini alt alta sıralamalı, onun tam karşısına da reddedilen insan tipinin vasıflarını yazmalıdır.” (s. 59)
4. “Akaid, ahlak, hukuk ve sorumluluklar, toplum sistemleri, savaş ve barışla ilgili ilkelerini kaydetmeli ki, hayatın bütün şubelerinde hangi modelin hakim olduğu ortaya çıksın ve bu şubelerin birleştirilerek genel çerçeve içerisinde tanzim edilmesinden sonra müslümanca yaşamanın hangi modele göre olması gerektiği belirlenmiş olsun.” (s. 58-59)
5. “İnsan, Kur’an’ın hayat problemlerinden herhangi birine bakış tarzını açıklamak isterse; en iyisi bu problemle ilgili olarak eski ve yeni ne yazılmışsa hepsini dikkatle mütalaa etmeli, o problemin belli başlı unsurlarını ve temel açılarını kesinlikle belirleyerek, tarih boyunca insan düşüncesinin bu problemle ilgili olarak neler bulabildiğini, nereye kadar ulaştığını, hangi cephelerinin çözümlenmesi gerektiğini ve bugüne kadar insan düşüncesinin açıklamaya henüz güç yetiremediği ne gibi noktalarının bulunduğunu tespit etmelidir.” (s. 60)
6. Kur’an, soyut teoriler ve saf fikirler ihtiva etmez ki, siz, onu koltuğunuza oturarak okuyasınız da tüm maksatlarını anlamış olasınız. Aynı şekilde o, metafizikten bahseden teolojik bir kitap değildir ki, onun gizli hazine ve sırlarını tekke ve enstitülerde çözümleyebilesiniz. Bu kitap, bir davet ve hareket kitabıdır. Bu kitap, yirmiüç sene boyunca korkunç bir hızla İslami hareketi yönlendirme fonksiyonu icra etti. (s. 61)
7. Pratik uygulamaya katılmayan Kur’an’ı anlayamaz. “Siz nasıl olur da küfürle din arasında cereyan eden meydan muharebesine ayağınızı atmadan, İslam ile cahiliyet arasındaki mücadelenin içine girmeden ve bu savaşın herhangi bir cephesinde yara almadan onun esrarına vakıf olabilirsiniz?” (s. 62)
8. “Kur’anî Yürüyüş” olmadan bu kitap anlaşılmaz. “Siz Kur’an’ın gereklerini, derin anlamlarını ancak bu kitabın buyruklarına bağlanarak, Allah yolundaki davete uyarak ve bütün adımlarınızı onun sizi yönlendirdiği ve gösterdiği biçimde atarak sağlayabilirsiniz. Bu noktada sizden önce geçenlerin karşılaştığı tecrübe ve zorluklarla sizin de karşılaşmanız gerekecektir. Mekke günlerini izleyecek, Habeşistan ve Taif yolculuklarını görecek, Bedir’den Huneyn’e ve Tebûk’e kadar geçen merhaleleri yaşayacaksınız. Ebu Cehil ve Ebu Leheb’le yüzyüze geleceksiniz. Münafıklarla ve yahudilerle karşı karşıya kalacaksınız. İleri gelen müslümanlardan başlayarak kalpleri İslam’a ısındırılan “müellefe-i kulûb”a kadar bütün insan tiplerini görecek ve tanıyacaksınız. Bu, eşi ve benzeri olmayan, emsalsiz bir yürüyüştür.” (s. 62)
9. Kur’an’ın ilkeleri pratikte uygulanmıştır. Kur’an, pratiği Arap toplumunda uygulanmış olmakla birlikte evrensel ölçekte de uygulanabilir bir kitaptır. (s. 63-68)
10. Kitapla birlikte bir de peygamber gönderilmiş olması da manidardır. (Proje + Mühendis). (s. 68-69)
Kur'an-ı Kerim'i Okuma ve Anlama Adabı 1
İMAM GAZZALİ
“İHYA’Ü ULUMİ’D-DİN”
“KUR’AN OKUMANIN ADABI”
İmam Gazzali, meşhur eseri İhya’da “Kur’an Okumanın Adabı” bölümünde konuyu 4 (dört) başlık altında ele almaktadır.
Kur’an-ı Kerim’in ve Kur’an Ehlinin Fazileti
Kur’an-ı Kerim Tilavetinin Zahiri Edepleri
Kur’an-ı Kerim Tilavetinin Batıni Edepleri
Kur’an-ı Kerim’i Nakle Dayanmaksızın Kendi Görüşüyle Tefsir Etme ve Anlama
Aşağıda bu dört başlıktan ikincisi ve üçüncüsünün özetleri sunulmuştur:
Tilavetin Zahiri Edepleri
1. Kur’an okuyan kişinin hali hakkında: Abdestli olmak, kıbleye dönük olmak vb. hususlar.
2. Okumanın miktarı hakkında: Kur’an-ı Kerim’in hangi periyotlarda, hangi sıklıkla, ne kadar okunması gerektiği vb. hususlar.
3. Taksimat hakkında: Kur’an-ı Kerim’i, Ashab-ı Kiram gibi bölümlere (hizb) ayırıp okuma, nerede başlayıp nerede bırakacağını bilme vb. hususlar.
4. Kitabet hakkında: Kur’an-ı Kerim’in yazılması, noktalama işaretlerinin kullanımı vb. hususlar.
5. Tertil hakkında: Kur’an-ı Kerim’i tertil üzere (tane tane, anlamını düşünerek, anlamaya çalışarak) okumak vb. hususlar.
6. Okurken hüzünlenmek ve ağlamak hakkında: Kur’an-ı Kerim okurken niçin mahzun bir halde ve ağlamaklı okumak gerektiği vb. hususlar.
7. Ayetlere dikkat ederek, gereken davranışları sergilemek hakkında: Mesela secde edilmesi gereken yerlerde tilavet secdesi yapmak vb. hususlar.
8. İstiaze hakkında: Okumaya başlarken “euzubillahimineşşeytanirracim” diyerek, kovulmuş şeytandan Allah’a sığınmak vb. hususlar.
9. Açıkca okumak hakkında: Ses çıkararak ve anlaşılır bir şekilde okumak vb. hususlar.
10. Ahenkli ve güzel bir ses düzeni içinde okumak hakkında: Tecvid, sesini güzelleştirmek, teganni yapmak vb. hususlar.
Tilavetin Batıni Edepleri
1. Kelamın özünü, mahiyetini kavramak hakkında: Kelamın (Kur’an-ı Kerim) azamet ve yüceliğini anlamak vb. hususlar.
2. Ta’zim hakkında: Mütekellimin (Allah-u Teala) azamet ve yüceliğini idrak etmek için kalbi hazır tutmak ve ta’zimde kusur etmemek vb. hususlar.
3. Kalp huzuru hakkında: Kalp huzurunu ve anlama çabasını sadece kelam üzerine yoğunlaştırıp, sair şeylerden uzak durmak vb. hususlar.
4. Tedebbür hakkında: Ayetleri anlamlarıyla birlikte düşünmek, anlamaya, inceliklerini ve hikmetlerini kavramaya çalışmak.
5. Tefehhüm hakkında: Ayetlerde anlatılmak istenenlerin neler olduğu, mesela Allah’ın isim ve sıfatlarından bahseden ayetlerle neler anlatılmak istendiği, bu isim ve sıfatların derinliklerinde nelerin yattığını anlamaya çalışmak vb. hususlar.
6. Tahliye, Tecerrüd hakkında: Kur’an-ı Kerim’in sırlarına ve hikmetlerine ulaşmayı engelleyen şeylerden uzaklaşmak, bu konudaki manialardan tecerrüd etmek vb. hususlar.
7. Tahsis hakkında: Kur’an-ı Kerim’in hitaplarına kendini muhatap kabul edip, sanki her ayet bizzat kendisine nazil oluyormuş gibi okumak vb. hususlar.
8. Teessür hakkında: Okuma esnasında ayetlerde geçen durumlara göre kalbin şekillenmesi, okuyan kişinin okuduklarından etkilenmesi, yer yer korkması, sevinmesi, ağlaması, üzülmesi vb. hususlar.
9. Terakki hakkında: Kur’an-ı Kerim’i okuyan kimsenin okudukça halden hale girip, her aşamada mesafe kat’ederek yükselmesi, mesela kendi nefsinden değil de sanki bizzat Allah-u Teala’dan dinliyormuş gibi bir yükselmeye doğru çaba sarf etmesi vb. hususlar.
10. Teberri hakkında: Kur’an-ı Kerim’i okuyan kişinin kendi varlığına, gücüne, kudretine mağrur olmadan, nefsini temize çıkarmadan okuması, aczini, zayıflığını, Allah’a muhtaç oluşunu düşünerek okuması vb. hususlar.
“İHYA’Ü ULUMİ’D-DİN”
“KUR’AN OKUMANIN ADABI”
İmam Gazzali, meşhur eseri İhya’da “Kur’an Okumanın Adabı” bölümünde konuyu 4 (dört) başlık altında ele almaktadır.
Kur’an-ı Kerim’in ve Kur’an Ehlinin Fazileti
Kur’an-ı Kerim Tilavetinin Zahiri Edepleri
Kur’an-ı Kerim Tilavetinin Batıni Edepleri
Kur’an-ı Kerim’i Nakle Dayanmaksızın Kendi Görüşüyle Tefsir Etme ve Anlama
Aşağıda bu dört başlıktan ikincisi ve üçüncüsünün özetleri sunulmuştur:
Tilavetin Zahiri Edepleri
1. Kur’an okuyan kişinin hali hakkında: Abdestli olmak, kıbleye dönük olmak vb. hususlar.
2. Okumanın miktarı hakkında: Kur’an-ı Kerim’in hangi periyotlarda, hangi sıklıkla, ne kadar okunması gerektiği vb. hususlar.
3. Taksimat hakkında: Kur’an-ı Kerim’i, Ashab-ı Kiram gibi bölümlere (hizb) ayırıp okuma, nerede başlayıp nerede bırakacağını bilme vb. hususlar.
4. Kitabet hakkında: Kur’an-ı Kerim’in yazılması, noktalama işaretlerinin kullanımı vb. hususlar.
5. Tertil hakkında: Kur’an-ı Kerim’i tertil üzere (tane tane, anlamını düşünerek, anlamaya çalışarak) okumak vb. hususlar.
6. Okurken hüzünlenmek ve ağlamak hakkında: Kur’an-ı Kerim okurken niçin mahzun bir halde ve ağlamaklı okumak gerektiği vb. hususlar.
7. Ayetlere dikkat ederek, gereken davranışları sergilemek hakkında: Mesela secde edilmesi gereken yerlerde tilavet secdesi yapmak vb. hususlar.
8. İstiaze hakkında: Okumaya başlarken “euzubillahimineşşeytanirracim” diyerek, kovulmuş şeytandan Allah’a sığınmak vb. hususlar.
9. Açıkca okumak hakkında: Ses çıkararak ve anlaşılır bir şekilde okumak vb. hususlar.
10. Ahenkli ve güzel bir ses düzeni içinde okumak hakkında: Tecvid, sesini güzelleştirmek, teganni yapmak vb. hususlar.
Tilavetin Batıni Edepleri
1. Kelamın özünü, mahiyetini kavramak hakkında: Kelamın (Kur’an-ı Kerim) azamet ve yüceliğini anlamak vb. hususlar.
2. Ta’zim hakkında: Mütekellimin (Allah-u Teala) azamet ve yüceliğini idrak etmek için kalbi hazır tutmak ve ta’zimde kusur etmemek vb. hususlar.
3. Kalp huzuru hakkında: Kalp huzurunu ve anlama çabasını sadece kelam üzerine yoğunlaştırıp, sair şeylerden uzak durmak vb. hususlar.
4. Tedebbür hakkında: Ayetleri anlamlarıyla birlikte düşünmek, anlamaya, inceliklerini ve hikmetlerini kavramaya çalışmak.
5. Tefehhüm hakkında: Ayetlerde anlatılmak istenenlerin neler olduğu, mesela Allah’ın isim ve sıfatlarından bahseden ayetlerle neler anlatılmak istendiği, bu isim ve sıfatların derinliklerinde nelerin yattığını anlamaya çalışmak vb. hususlar.
6. Tahliye, Tecerrüd hakkında: Kur’an-ı Kerim’in sırlarına ve hikmetlerine ulaşmayı engelleyen şeylerden uzaklaşmak, bu konudaki manialardan tecerrüd etmek vb. hususlar.
7. Tahsis hakkında: Kur’an-ı Kerim’in hitaplarına kendini muhatap kabul edip, sanki her ayet bizzat kendisine nazil oluyormuş gibi okumak vb. hususlar.
8. Teessür hakkında: Okuma esnasında ayetlerde geçen durumlara göre kalbin şekillenmesi, okuyan kişinin okuduklarından etkilenmesi, yer yer korkması, sevinmesi, ağlaması, üzülmesi vb. hususlar.
9. Terakki hakkında: Kur’an-ı Kerim’i okuyan kimsenin okudukça halden hale girip, her aşamada mesafe kat’ederek yükselmesi, mesela kendi nefsinden değil de sanki bizzat Allah-u Teala’dan dinliyormuş gibi bir yükselmeye doğru çaba sarf etmesi vb. hususlar.
10. Teberri hakkında: Kur’an-ı Kerim’i okuyan kişinin kendi varlığına, gücüne, kudretine mağrur olmadan, nefsini temize çıkarmadan okuması, aczini, zayıflığını, Allah’a muhtaç oluşunu düşünerek okuması vb. hususlar.
11 Mayıs 2007 Cuma
Geleneksel İslami Eğitime Dair Bazı Tespitler
GELENEKSEL İSLÂMİ EĞİTİME DAİR BAZI TESPİTLER (*)
Hüseyin Sönmez
“İslâmi eğitimin amacı, tam anlamıyla Allah’a ibadet eden, hayatının düzenini şeriata göre kuran ve imanla onu uygulayan, iyi ve erdemli insanın meydana getirilmesidir.”
(İslâmî Eğitim, s.7)
“Müslümanların eğitimi, yalnızca para kazanmaları için, eğitimli genç insanlara açık olan şu veya bu meslek için, gerekli olan bilgi ve yeteneği ve geçici dünya hayatında rahat ve saygın bir biçimde yaşamayı sağlayan bir makamı elde etmek için olmamalıdır; meşhur bir hadiste de belirtildiği gibi doğan her çocuğun sahip olduğu İslâm fıtratını geliştirmeye önem verilmelidir. İlk ve en önemli görev bu fıtratın tohumlarını bu dünya tarlasına ekmektir ki öte dünyadaki sonsuz hayat için mutluluk ve güzellikle çiçek açması beklenen bahçede fidanları çıksın.”
(İslâmî Eğitim, s.143)
(1) Geleneksel eğitim, kendi toplumunun ayrılmaz bir parçasıydı. Eğitim kurumları, toplumdan kaynaklanan, onun ihtiyaçlarına ve taleplerine cevap veren tabiî gelişmelerdi. Geleneksel İslâmî eğitim, toplumun diğer safhalarından ayrılmış bir faaliyet değildi. Ne eğitimci ne de öğrenci toplumun diğer kısmından tecrit edilmişti. Bunlar diğer fonksiyonları eğitiminkiyle birleştirdiler ve böylece gündelik hayatla yakın ilişkilerini sürdürdüler.
(2) Kuşkusuz başarı önemliydi; fakat başarısızlık, ferdi toplumun üzerinde gereksiz bir yük durumuna sokmazdı.
(3) Geleneksel sistemde başarı seviyesi, bir kişi olarak öğrencinin bütünlüğüyle ölçüldü. Onun dindarlığı ve ahlakî davranışı, diğer alanlardaki hünerine önem bakımından eşit ve hatta ondan üstün sayılırdı.
(4) Geleneksel eğitimde asıl ders Kur’an-ı Kerim’di. Müslüman çocuğun eğitimi, okumasını, ezberlemesini ve ezberden okumasını öğrendiği Kur’an-ı Kerim’le başlardı. Mektebin müfredatı Kur’an etrafında yoğunlaşmıştı ve çocuğa onu okuması ve ezberlemesi öğretilirdi. Çocuk ayrıca okumayı-yazmayı ve hesap yapmayı öğrenirdi. İslâm dünyasının bazı bölgelerinde, Kur’an ve hadisi daha iyi anlaması için Arap dili ve edebiyatı öğretilirdi.
(5) Öğrenmenin önemli bir kısmı –bazen anlamayı terketme pahasına da olsa- sürekli alıştırma veya tekrar şeklindeydi.
(6) İslâm’ın resmî eğitimindeki ilk aşama, günümüze kadar bu müfredata bağlı kalan mektep ve küttabdı.
(7) Mektep ilkokulun karşılığıydı, medrese orta öğretim aşamasıydı ve cami bu sistemin zirvesiydi. O, İslâmî eğitimin üniversitesiydi ve hâlâ da öyledir. (camia = üniversite)
(8) Toplumun önemli bir parçası olarak cami üniversitesinin, öğrenim faaliyetlerine ve onların genel eğitim çabasına katılmak isteyen herkese kapısı açıktı. Öğrenciler kendi istekleri doğrultusunda katıldılar ve ayrıldılar. Kendilerini zorlayan olmadı ve kendi eğilimlerine göre hareket ettiler.
(9) Öğrencilerin yükselmesi, hepimizin yakından tanıdığı mekanik sınav sistemi yoluyla olmadı. Öğretmen öğrencinin gelişimini değerlendirir ve uygulanması gereken bir sonraki aşamayı belirlerdi.
(10) Cami üniversitesinde eğitim, hem öğrencinin hem de öğretmenin yer aldığı bütüncül bir faaliyetti. Öğrenci öğretilmek yerine ikna edilmeliydi ve öğretmen de zorla kabul ettirmektense kendi görüşünü savunmalıydı. Bu şekilde öğrencinin kişiliği ve entelektüel yeteneği, gelişmesi ve büyümesi için serbest bırakılırdı.
(11) Toplumdaki ve eğitim alanındaki rolünden dolayı öğretmen, sadece daha iyi bilgiye götüren bir kılavuz olarak değil, aynı zamanda güzel ahlâk örneği olarak hareket etti. Öğretim, basitçe satılması gereken bir meslek değil, aksine tümüyle ve gereği gibi yerine getirilmesi gereken bir görevdi.
(12) Gücü yetenin ve çalışanın kendi hızıyla ilerlemesine izin verilirdi ve böyle kimseler ne katı bir müfredatla sınırlandılar ne de kendi akranlarına katılmaya zorlandılar. Geride olan önde olandan faydalandı ve yetenekli olan ağır ilerleyenin hem problemlerini hem de kapasitesini anladı ve takdir etti. Hepsinden önemlisi okul, cami gibi sınıfsızdı.
(13) Önceleri İslâm’da öğretim bir ibadet sayıldı ve bu yüzden öğretmenler ücret almaktan alıkoyuldu. Öğretmenlik herhangi bir hükümet organı tarafından verilen önemsiz bir belgeyle elde edilen bir meslek değildi; tersine gerçek yetenek ve hakikî hizmetle erişilen bir şeydi.
(14) Doğrudan doğruya İslâmî çalışmalarla ilgili olmayan diğer bilim dalları ihmal edilmedi yada sistemden atılmadı. (Sonraki tespitlerde görüleceği üzere Fazlur Rahman bu konularda Zeki Bedevi’den farklı düşünmektedir.) Tıp, fen ve diğer teknik bilimler çıraklık yoluyla öğrenildi. Mektep sürecinden geçen ve temel dinî bilgiyi zaten elde eden talebe, kendisine yol göstermesi ve öğretmesi için bir üstadla biraraya gelerek tahsiline devam eder, herhangi bir yeteneğe olan hevesini tatmin edebilirdi.
(15) Geleneksel eğitimin ayırdedici özelliği, devam durumu ve yaş grubu konusundaki esnekliğiydi. Öğretim sabah erkenden akşam geç vakitlere kadar herhangi bir zamanda yapıldığından, yetişkinlerin iş veya aile yükümlülükleri gibi diğer sorumluluklarla beraber eğitimi bir arada yürütmesi de imkân dahilindeydi.
(16) İslâm geleneğinde genel imtihan yoktu. Öğrenci istediği eğitim düzeyinde yetişir ve gelişimi öğretmeni tarafından yakından incelenir ve değerlendirilirdi.
(17) Geleneksel yüksek İslâm eğitimi, kendi ilgi alanını seçmesi ve bu alandaki bilgisini bir engelle karşılaşmadan geliştirmesi konusunda öğrenciye önemli ölçüde serbesti verdi.
(18) İslâm eğitim kurumları kendi toplumlarının insanlığını ve sadeliğini yansıtır. Çağdaş okul sistemi ise Batı sanayii toplumunu yansıtır. Öğrencilere sanki bir üretim hattındaki nesnelermiş gibi davranılır. Onlar beşerî çabaların en soylusunun peşinde olan kimseleri değil, istatistik tablolarındaki sayıları temsil ederler.
(19) İslâm eğitim sistemi öğreten ve öğretilen arasındaki derin şahsî ilişkiye dayalıydı. Öğretmen meslekî kılavuzluğun olduğu kadar manevî rehberliğin de kaynağıdır.
(20) İslâmî eğitim kurumları toplumun değerlerinin muhafızları ve mirasının koruyucularıydı.
***
(21) Geleneksel İslâmî görüşe göre, Kur’an bütün bilgi kaynaklarını ihtiva eder; ancak bazı muhaliflerin ima ettikleri gibi onu bir tedrisat kitabına çevirecek bilgi ayrıntılarını içermez. Kur’an-ı Kerim’in her zaman kaynak ve gaye, ilham ve rehber olarak İslâm eğitimi ve biliminin sebebi ve sonucu olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.
(22) İslâm’da bilgi asla kutsal olandan kopartılmamış, hem eğitim sistemi hem de bilimleri ihtiva eden bu durum kutsal bir evren içinde süregelmiştir.
(23) Kutsallık ile, bu yüzden de bütünlükle ilgili olduğu için, İslâm eğitimi eğitmeye çalıştığı insanların bütün varlığı ile ilişkilidir. Onun amacı yalnız aklı değil, kişiyi bütünüyle eğitmektir. Bu yüzdendir ki bu eğitim ders verme veya bilginin aktarılmasının (ta’lim) yanında, öğrencinin bütün varlığının geliştirilmesi (terbiye) de demektir. Öğretmen yalnız bir muallim, yani bilgiyi aktaran değil, ayrıca bir mürebbi yani ruhları ve kişilikleri eğitendir.
(24) İslâm eğitimi, geleneksel Müslüman'ın tüm hayatını kucaklasa da, bu organik bütünde tespit edilmesi gereken belirli devre ve aşamalar vardır. Herşeyden önce, anne ve babanın birlikte dinî olduğu kadar dil, kültür, sosyal âdetler vb. ile ilgili konularda öğretmenlik ve eğitimcilik görevi üstlendikleri aile eğitimi gelir. Batıdaki bugünkü anaokulu öncesi döneminden daha uzun süren bu devreden hemen sonra, büyüyen çocuk yaklaşık şimdiki ilkokula denk ve ortaokulun başlangıcı demek olan Kur’an okullarına gider. Sonra lise veya fakülte ayarındaki medreselere ve en son olarak da en üst resmî eğitim derecesi olan camiaya devam eder. İslâm dünyasının pek çok yerinde medrese, camiayı da kapsayarak ortaokul, lise ve üniversite eğitimine denk bir eğitim vermiştir.
(25) İslâm, bilgiyi kutsal olandan ayırmadığı ve kutsal olanda ve özellikle onun özünde İlahî Güzellik’in kokusunu duyduğu için, İslâm eğitimi her zaman güzel bir çevrede yürütülmüştür.
(26) Medreselerin ana faaliyetleri, dinî bilimlerin, özellikle şeriat, fıkıh, usûl vb. öğretimi idi. Şeriatın incelenmesi, Kur’an ve tefsirlerinin, Peygamberin hadislerinin ve hadise dayanan İslâm tarihinin ele alınmasını ihtiva ediyordu.
(27) Naklî ilimler de denilen dinî ilimlerin dışında kalan aklî ilimler -mantık ve felsefe dışında-, matematik ve tabiat bilimleri büyük ölçüde medreselerin dışında öğretilmekteydi.
(28) Geleneksel İslâm toplumundaki medrese faaliyeti, diğer iki tür çevre ile bütünleşmiş ve desteklenmiştir: bilimsel kurumlar ve özel çevreler. Özellikle tıp tahsili için hastaneler; matematik ve astronomi tahsili için de rasathaneler yüksek öğrenime imkân tanıyan bilimsel kurumlardı. Seçilmiş öğrenci gruplarına yönelik daha samimi ortamlarda ve daha az ilgi duyulan disiplinler için (aklî ilimler ve özellikle felsefe) özel çevreler her zaman var olmuşlardır.
(29) İslâm eğitimi üzerinde büyük etkiye sahip diğer bir kurum da Arap dünyasında ‘zaviye’, Fars, Hind ve Türk aleminde ‘hânkâh’ ve bazı Osmanlı merkezlerinde ‘tekke’ olarak da anılan tasavvuf merkezleri olmuştur. Asıl işlevi en üst bilgi türünün yani İlahî bilgi (marifet-irfan) olarak adlandırılan bilgi türünün aktarımı olan bu merkezlerde her zaman yoğun bir eğitim faaliyeti görülmüştür. Tasavvuf merkezleri, Allah dostlarının toplandığı ve İlahî Birliğin yaşandığı ve yüceltildiği yerler olduğu kadar, İslâm eğitiminin en temel kurumlarından biri olmuşlardır.
(30) İslâm eğitiminin ayrı bir yönünü sanat ve zanaatlerin pratik öğrenimi oluşturmaktadır. Loncalarda, ayrıca evlerde ve ustanın atölyesindeki ferdî eğitimde yalnız halıdan çiniye üretim teknikleri değil, mikrokozmik ve makrokozmik bir anlam taşıyan bir ilim de öğretilmekteydi. Bu eğitim, geleneksel sanatla birlikte öğrencinin ruhunu da eğitmekteydi.
(31) Geleneksel İslâmî eğitimin temel hususiyetlerinden biri de, yazılı tedrisatın yanında sözlü aktarımın da (şifahî gelenek) önemli bir yerinin olmasıdır. Yazılı metnin ancak kendisiyle anlaşıldığı şifahî geleneği, yetişmiş öğrenciye aktaracak gerçek bir hoca ile onu anlamaya çalışmak bir zorunluluktur. Bu nedenledir ki felsefede olduğu gibi marifette de konuyu gerçekten bilenlere “üstad görmüş” denilir. Bu kimseler, şifahî öğretilerden ve bizzat bu öğretileri taşıyan ve onları yaşayarak yeniden canlandıran üstad ile birlikte olmaktan faydalanmış kimselerdir. Şunu hiçbir zaman unutmamalı ki, birşeyi gerçekten iyi bilmek ve onu kalıcı bir şekilde ezberlemek demek, onu kalben bilmek demektir. İşte sadece tasavvufta değil aynı zamanda felsefede de sürekli yenilenen bir şifahî geleneğin devamını sağlayan bu kalbî bilgi olmuştur. Bu şifahî gelenek İslâm eğitim sisteminde ve asırlardan beri hocadan talebeye bilgi akışında önemli bir rol oynamıştır.
***
(32) Kur’an’ı öğrenme ve bu çerçevede takva sahibi olma anlamındaki ilk İslâmî eğitim sisteminin başlangıcını Peygamberin zamanına kadar dayandırmak mümkünse de, ilim sahibi kişiler çevresinde oluşan belli eğitim merkezlerinin teşekkülü, daha ziyade hicrî 1. ve 2. yüzyılda olmuştur.
(33) İlk dönemlerden itibaren göze çarpan en önemli husus, hocanın talebesine icazet vermesi usulüdür.
(34) Belli bir ders programı olan okullar ilk önce Şiî’ler tarafından, akidelerini öğrencilere telkin etmek ve bilgi vermek amacı ile kurulmuştur.
(35) Özellikle Selçuklular ve Eyyubiler zamanında Sünnî akideyi savunan medreselerle İslâmî eğitim sistemli hâle getirilmiştir.
(36) Medreselerde verilen yüksek öğrenimin ağırlıklı kısmını Hukuk ve Kelâm teşkil etmektedir.
(37) Genel olarak okuma-yazmanın öğretildiği, Kur’an’dan bazı sure ve duaların ezberletildiği, ayrıca başlangıç düzeyinde aritmetik bilgisinin verildiği mektep veya küttablarda verilen ilk öğrenim bağımsız üniteler olarak kalmakta ve yüksek öğrenime geçiş için bir hazırlık bilgisi vermemekte idiler. Baştan sona tüm eğitimi kuşatan sistem, Fatih devrinde Fatih Medresesi’nde kurulan ve ilk öğrenimden başlayıp yüksek düzeyde belli bir ihtisaslaşmayla son bulan sistemdir.
(38) Çok gariptir ki Kur’an, bizzat kendi başına hiçbir zaman medreselerde tedrisat konusu olmamış, daha çok onun icaz ve belâgat yönlerine ağırlık verilmiş, öğretim faaliyeti deyince gramer tahlilleri anlaşılmıştır. (21. maddedeki Nasr’ın görüşü ile karşılaştırınız.)
(39) Ortaçağ İslâm eğitim sisteminde öğrenim düzeyini olumsuz yönde etkileyen önemli bir gelişme, yüksek öğrenimde ders kitabı olarak kullanılan özgün kelâm, fıkıh, felsefe vs. kitaplarının şerhler ve haşiyeler yoluyla tekrarlanmasıdır. Şerhler üzerinde çalışma, kılı kırk yaran ayrıntılarla uğraştırıp, ilmin asıl meselelerine çözüm getirici çabaların önlenmesine sebep olmuştur.
(40) İslâm’ın ilk devirlerinden beri, ilköğretim (mektep yahut küttab) ve yüksek öğretim (medrese) yanında iki ayrı tip eğitim mevcuttu. Birincisi, geleceğin sultanlarını yetiştirmek üzere veliahtlar için kurulmuş saray okulu eğitimi idi. Bu tip eğitimde, din eğitimi de olmakla beraber, hitabet, edebiyat vb. faaliyetlere ve herşeyden önce yiğitlik (mürüvvet) üzerine ağırlık verildi. İkinci tip eğitime, okuma-yazma öğretmekten ziyade, Kur’an ve akaid hakkında bilgi vermek üzere halka yönelik olduğu için “yetişkin eğitimi” denebilir.
(41) Eğitim faaliyetleri ilk dönemlerde camilerde yürütülmekle beraber, çoğu kez alimlerin ve onlara hamîlik edenlerin evleri de ilmî faaliyetlere merkezlik etmişlerdir.
(42) Kurulan kütüphaneler, medreseler ve diğer ilmî faaliyetler daha ziyade himmet ehlinin şahsî gayret ve katkılarıyla gelişmiştir.
(43) İslâm’ın ilk dönemlerinde İslâm öğreniminin başlayış ve yayılışına, okullardan çok kişiler önayak olmuşlardır. Bu nedenle bütün ortaçağ boyunca devam eden öğretim sürecinde göze çarpan başlıca özellik, öğretmenin şahsî önemidir.
(44) Medreselerin teşekkülüyle birlikte icazet usulünün yanında bazı sınav sistemleri belirlense de, hocanın merkezî rolü devam etmiştir.
(45) “Amelle doğrudan ilişkisi olmayan her türlü bilgiyle uğraşman haramdır” (Şâtıbî) sözü, ortaçağ ulemasının mizacını ortaya koyan bir özelliktir. Bu eğilim sebebiyle, genel düşünce ve tabiî bilimler yerine, müfredat, dinî ilimlere inhisar etti.
(46) Özgün çalışmalar ortaya koyan ve devirlerinde ön plana çıkan alimlerin varlığı, resmî medrese eğitiminden çok, özel eğitim ve şahsî gayretlerin sonucudur.
(*) Bu çalışmadan maksat, günümüz eğitim faaliyetleriyle bir mukayese imkânı sağlamak ve yeni atılımlar için ufuk açıcı veriler ortaya konulmasına katkıda bulunmaktır. Tespitlerin doğruluğu ya da yanlışlığı derinlikli çalışmalarla ele alınabilir. Biz farklı bakış açılarıyla meseleye dair mülâhazaları tahlilî (analiz) metodla derlemeye gayret ettik. Daha verimli değerlendirme girişimlerine ve terkibi (sentez) çalışmalara yardımcı olması dileğiyle...
Çalışmaya esas teşkil eden kaynaklar:
1-20. maddeler için bkz. M. E. Zeki Bedevî, “Geleneksel İslâmî Eğitim: Günümüzdeki Hedef ve Emelleri”, İslâmî Eğitim, (İstanbul: Endülüs Yay., 1991), s.159 vd.
21-30. maddeler için bkz. S. Hüseyin Nasr, Modern Dünyada Geleneksel İslâm, (İstanbul: İnsan Yay., 1989), s. 133 vd.
31. madde için bkz. S. Hüseyin Nasr, Makaleler-I, (İstanbul: İnsan Yay., 1995), s.91 vd.
Nasr’ın bu tespitleri için ayrıca bkz. “İslâm Eğitim Sistemi”, İslâm ve İlim, (İstanbul: İnsan Yay., 1989), ss.13-24.
32-39. maddeler için bkz. Fazlur Rahman, İslâm ve Çağdaşlık, (Ankara: Fecr Yay., 1990), s. 110 vd.
40-46. maddeler için bkz. Fazlur Rahman, İslâm, (Ankara: Selçuk Yay., 1993), s.252 vd.
Ayrıca tespitlerle ilgili tarih, yer, şahıs isimleri ve genel bir perspektif için bakınız: Ahmet Çelebi, İslâm’da Eğitim-Öğretim Tarihi, Çev. Ali Yardım, (İstanbul: Damla Yay., 1976)
Hüseyin Sönmez
“İslâmi eğitimin amacı, tam anlamıyla Allah’a ibadet eden, hayatının düzenini şeriata göre kuran ve imanla onu uygulayan, iyi ve erdemli insanın meydana getirilmesidir.”
(İslâmî Eğitim, s.7)
“Müslümanların eğitimi, yalnızca para kazanmaları için, eğitimli genç insanlara açık olan şu veya bu meslek için, gerekli olan bilgi ve yeteneği ve geçici dünya hayatında rahat ve saygın bir biçimde yaşamayı sağlayan bir makamı elde etmek için olmamalıdır; meşhur bir hadiste de belirtildiği gibi doğan her çocuğun sahip olduğu İslâm fıtratını geliştirmeye önem verilmelidir. İlk ve en önemli görev bu fıtratın tohumlarını bu dünya tarlasına ekmektir ki öte dünyadaki sonsuz hayat için mutluluk ve güzellikle çiçek açması beklenen bahçede fidanları çıksın.”
(İslâmî Eğitim, s.143)
(1) Geleneksel eğitim, kendi toplumunun ayrılmaz bir parçasıydı. Eğitim kurumları, toplumdan kaynaklanan, onun ihtiyaçlarına ve taleplerine cevap veren tabiî gelişmelerdi. Geleneksel İslâmî eğitim, toplumun diğer safhalarından ayrılmış bir faaliyet değildi. Ne eğitimci ne de öğrenci toplumun diğer kısmından tecrit edilmişti. Bunlar diğer fonksiyonları eğitiminkiyle birleştirdiler ve böylece gündelik hayatla yakın ilişkilerini sürdürdüler.
(2) Kuşkusuz başarı önemliydi; fakat başarısızlık, ferdi toplumun üzerinde gereksiz bir yük durumuna sokmazdı.
(3) Geleneksel sistemde başarı seviyesi, bir kişi olarak öğrencinin bütünlüğüyle ölçüldü. Onun dindarlığı ve ahlakî davranışı, diğer alanlardaki hünerine önem bakımından eşit ve hatta ondan üstün sayılırdı.
(4) Geleneksel eğitimde asıl ders Kur’an-ı Kerim’di. Müslüman çocuğun eğitimi, okumasını, ezberlemesini ve ezberden okumasını öğrendiği Kur’an-ı Kerim’le başlardı. Mektebin müfredatı Kur’an etrafında yoğunlaşmıştı ve çocuğa onu okuması ve ezberlemesi öğretilirdi. Çocuk ayrıca okumayı-yazmayı ve hesap yapmayı öğrenirdi. İslâm dünyasının bazı bölgelerinde, Kur’an ve hadisi daha iyi anlaması için Arap dili ve edebiyatı öğretilirdi.
(5) Öğrenmenin önemli bir kısmı –bazen anlamayı terketme pahasına da olsa- sürekli alıştırma veya tekrar şeklindeydi.
(6) İslâm’ın resmî eğitimindeki ilk aşama, günümüze kadar bu müfredata bağlı kalan mektep ve küttabdı.
(7) Mektep ilkokulun karşılığıydı, medrese orta öğretim aşamasıydı ve cami bu sistemin zirvesiydi. O, İslâmî eğitimin üniversitesiydi ve hâlâ da öyledir. (camia = üniversite)
(8) Toplumun önemli bir parçası olarak cami üniversitesinin, öğrenim faaliyetlerine ve onların genel eğitim çabasına katılmak isteyen herkese kapısı açıktı. Öğrenciler kendi istekleri doğrultusunda katıldılar ve ayrıldılar. Kendilerini zorlayan olmadı ve kendi eğilimlerine göre hareket ettiler.
(9) Öğrencilerin yükselmesi, hepimizin yakından tanıdığı mekanik sınav sistemi yoluyla olmadı. Öğretmen öğrencinin gelişimini değerlendirir ve uygulanması gereken bir sonraki aşamayı belirlerdi.
(10) Cami üniversitesinde eğitim, hem öğrencinin hem de öğretmenin yer aldığı bütüncül bir faaliyetti. Öğrenci öğretilmek yerine ikna edilmeliydi ve öğretmen de zorla kabul ettirmektense kendi görüşünü savunmalıydı. Bu şekilde öğrencinin kişiliği ve entelektüel yeteneği, gelişmesi ve büyümesi için serbest bırakılırdı.
(11) Toplumdaki ve eğitim alanındaki rolünden dolayı öğretmen, sadece daha iyi bilgiye götüren bir kılavuz olarak değil, aynı zamanda güzel ahlâk örneği olarak hareket etti. Öğretim, basitçe satılması gereken bir meslek değil, aksine tümüyle ve gereği gibi yerine getirilmesi gereken bir görevdi.
(12) Gücü yetenin ve çalışanın kendi hızıyla ilerlemesine izin verilirdi ve böyle kimseler ne katı bir müfredatla sınırlandılar ne de kendi akranlarına katılmaya zorlandılar. Geride olan önde olandan faydalandı ve yetenekli olan ağır ilerleyenin hem problemlerini hem de kapasitesini anladı ve takdir etti. Hepsinden önemlisi okul, cami gibi sınıfsızdı.
(13) Önceleri İslâm’da öğretim bir ibadet sayıldı ve bu yüzden öğretmenler ücret almaktan alıkoyuldu. Öğretmenlik herhangi bir hükümet organı tarafından verilen önemsiz bir belgeyle elde edilen bir meslek değildi; tersine gerçek yetenek ve hakikî hizmetle erişilen bir şeydi.
(14) Doğrudan doğruya İslâmî çalışmalarla ilgili olmayan diğer bilim dalları ihmal edilmedi yada sistemden atılmadı. (Sonraki tespitlerde görüleceği üzere Fazlur Rahman bu konularda Zeki Bedevi’den farklı düşünmektedir.) Tıp, fen ve diğer teknik bilimler çıraklık yoluyla öğrenildi. Mektep sürecinden geçen ve temel dinî bilgiyi zaten elde eden talebe, kendisine yol göstermesi ve öğretmesi için bir üstadla biraraya gelerek tahsiline devam eder, herhangi bir yeteneğe olan hevesini tatmin edebilirdi.
(15) Geleneksel eğitimin ayırdedici özelliği, devam durumu ve yaş grubu konusundaki esnekliğiydi. Öğretim sabah erkenden akşam geç vakitlere kadar herhangi bir zamanda yapıldığından, yetişkinlerin iş veya aile yükümlülükleri gibi diğer sorumluluklarla beraber eğitimi bir arada yürütmesi de imkân dahilindeydi.
(16) İslâm geleneğinde genel imtihan yoktu. Öğrenci istediği eğitim düzeyinde yetişir ve gelişimi öğretmeni tarafından yakından incelenir ve değerlendirilirdi.
(17) Geleneksel yüksek İslâm eğitimi, kendi ilgi alanını seçmesi ve bu alandaki bilgisini bir engelle karşılaşmadan geliştirmesi konusunda öğrenciye önemli ölçüde serbesti verdi.
(18) İslâm eğitim kurumları kendi toplumlarının insanlığını ve sadeliğini yansıtır. Çağdaş okul sistemi ise Batı sanayii toplumunu yansıtır. Öğrencilere sanki bir üretim hattındaki nesnelermiş gibi davranılır. Onlar beşerî çabaların en soylusunun peşinde olan kimseleri değil, istatistik tablolarındaki sayıları temsil ederler.
(19) İslâm eğitim sistemi öğreten ve öğretilen arasındaki derin şahsî ilişkiye dayalıydı. Öğretmen meslekî kılavuzluğun olduğu kadar manevî rehberliğin de kaynağıdır.
(20) İslâmî eğitim kurumları toplumun değerlerinin muhafızları ve mirasının koruyucularıydı.
***
(21) Geleneksel İslâmî görüşe göre, Kur’an bütün bilgi kaynaklarını ihtiva eder; ancak bazı muhaliflerin ima ettikleri gibi onu bir tedrisat kitabına çevirecek bilgi ayrıntılarını içermez. Kur’an-ı Kerim’in her zaman kaynak ve gaye, ilham ve rehber olarak İslâm eğitimi ve biliminin sebebi ve sonucu olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.
(22) İslâm’da bilgi asla kutsal olandan kopartılmamış, hem eğitim sistemi hem de bilimleri ihtiva eden bu durum kutsal bir evren içinde süregelmiştir.
(23) Kutsallık ile, bu yüzden de bütünlükle ilgili olduğu için, İslâm eğitimi eğitmeye çalıştığı insanların bütün varlığı ile ilişkilidir. Onun amacı yalnız aklı değil, kişiyi bütünüyle eğitmektir. Bu yüzdendir ki bu eğitim ders verme veya bilginin aktarılmasının (ta’lim) yanında, öğrencinin bütün varlığının geliştirilmesi (terbiye) de demektir. Öğretmen yalnız bir muallim, yani bilgiyi aktaran değil, ayrıca bir mürebbi yani ruhları ve kişilikleri eğitendir.
(24) İslâm eğitimi, geleneksel Müslüman'ın tüm hayatını kucaklasa da, bu organik bütünde tespit edilmesi gereken belirli devre ve aşamalar vardır. Herşeyden önce, anne ve babanın birlikte dinî olduğu kadar dil, kültür, sosyal âdetler vb. ile ilgili konularda öğretmenlik ve eğitimcilik görevi üstlendikleri aile eğitimi gelir. Batıdaki bugünkü anaokulu öncesi döneminden daha uzun süren bu devreden hemen sonra, büyüyen çocuk yaklaşık şimdiki ilkokula denk ve ortaokulun başlangıcı demek olan Kur’an okullarına gider. Sonra lise veya fakülte ayarındaki medreselere ve en son olarak da en üst resmî eğitim derecesi olan camiaya devam eder. İslâm dünyasının pek çok yerinde medrese, camiayı da kapsayarak ortaokul, lise ve üniversite eğitimine denk bir eğitim vermiştir.
(25) İslâm, bilgiyi kutsal olandan ayırmadığı ve kutsal olanda ve özellikle onun özünde İlahî Güzellik’in kokusunu duyduğu için, İslâm eğitimi her zaman güzel bir çevrede yürütülmüştür.
(26) Medreselerin ana faaliyetleri, dinî bilimlerin, özellikle şeriat, fıkıh, usûl vb. öğretimi idi. Şeriatın incelenmesi, Kur’an ve tefsirlerinin, Peygamberin hadislerinin ve hadise dayanan İslâm tarihinin ele alınmasını ihtiva ediyordu.
(27) Naklî ilimler de denilen dinî ilimlerin dışında kalan aklî ilimler -mantık ve felsefe dışında-, matematik ve tabiat bilimleri büyük ölçüde medreselerin dışında öğretilmekteydi.
(28) Geleneksel İslâm toplumundaki medrese faaliyeti, diğer iki tür çevre ile bütünleşmiş ve desteklenmiştir: bilimsel kurumlar ve özel çevreler. Özellikle tıp tahsili için hastaneler; matematik ve astronomi tahsili için de rasathaneler yüksek öğrenime imkân tanıyan bilimsel kurumlardı. Seçilmiş öğrenci gruplarına yönelik daha samimi ortamlarda ve daha az ilgi duyulan disiplinler için (aklî ilimler ve özellikle felsefe) özel çevreler her zaman var olmuşlardır.
(29) İslâm eğitimi üzerinde büyük etkiye sahip diğer bir kurum da Arap dünyasında ‘zaviye’, Fars, Hind ve Türk aleminde ‘hânkâh’ ve bazı Osmanlı merkezlerinde ‘tekke’ olarak da anılan tasavvuf merkezleri olmuştur. Asıl işlevi en üst bilgi türünün yani İlahî bilgi (marifet-irfan) olarak adlandırılan bilgi türünün aktarımı olan bu merkezlerde her zaman yoğun bir eğitim faaliyeti görülmüştür. Tasavvuf merkezleri, Allah dostlarının toplandığı ve İlahî Birliğin yaşandığı ve yüceltildiği yerler olduğu kadar, İslâm eğitiminin en temel kurumlarından biri olmuşlardır.
(30) İslâm eğitiminin ayrı bir yönünü sanat ve zanaatlerin pratik öğrenimi oluşturmaktadır. Loncalarda, ayrıca evlerde ve ustanın atölyesindeki ferdî eğitimde yalnız halıdan çiniye üretim teknikleri değil, mikrokozmik ve makrokozmik bir anlam taşıyan bir ilim de öğretilmekteydi. Bu eğitim, geleneksel sanatla birlikte öğrencinin ruhunu da eğitmekteydi.
(31) Geleneksel İslâmî eğitimin temel hususiyetlerinden biri de, yazılı tedrisatın yanında sözlü aktarımın da (şifahî gelenek) önemli bir yerinin olmasıdır. Yazılı metnin ancak kendisiyle anlaşıldığı şifahî geleneği, yetişmiş öğrenciye aktaracak gerçek bir hoca ile onu anlamaya çalışmak bir zorunluluktur. Bu nedenledir ki felsefede olduğu gibi marifette de konuyu gerçekten bilenlere “üstad görmüş” denilir. Bu kimseler, şifahî öğretilerden ve bizzat bu öğretileri taşıyan ve onları yaşayarak yeniden canlandıran üstad ile birlikte olmaktan faydalanmış kimselerdir. Şunu hiçbir zaman unutmamalı ki, birşeyi gerçekten iyi bilmek ve onu kalıcı bir şekilde ezberlemek demek, onu kalben bilmek demektir. İşte sadece tasavvufta değil aynı zamanda felsefede de sürekli yenilenen bir şifahî geleneğin devamını sağlayan bu kalbî bilgi olmuştur. Bu şifahî gelenek İslâm eğitim sisteminde ve asırlardan beri hocadan talebeye bilgi akışında önemli bir rol oynamıştır.
***
(32) Kur’an’ı öğrenme ve bu çerçevede takva sahibi olma anlamındaki ilk İslâmî eğitim sisteminin başlangıcını Peygamberin zamanına kadar dayandırmak mümkünse de, ilim sahibi kişiler çevresinde oluşan belli eğitim merkezlerinin teşekkülü, daha ziyade hicrî 1. ve 2. yüzyılda olmuştur.
(33) İlk dönemlerden itibaren göze çarpan en önemli husus, hocanın talebesine icazet vermesi usulüdür.
(34) Belli bir ders programı olan okullar ilk önce Şiî’ler tarafından, akidelerini öğrencilere telkin etmek ve bilgi vermek amacı ile kurulmuştur.
(35) Özellikle Selçuklular ve Eyyubiler zamanında Sünnî akideyi savunan medreselerle İslâmî eğitim sistemli hâle getirilmiştir.
(36) Medreselerde verilen yüksek öğrenimin ağırlıklı kısmını Hukuk ve Kelâm teşkil etmektedir.
(37) Genel olarak okuma-yazmanın öğretildiği, Kur’an’dan bazı sure ve duaların ezberletildiği, ayrıca başlangıç düzeyinde aritmetik bilgisinin verildiği mektep veya küttablarda verilen ilk öğrenim bağımsız üniteler olarak kalmakta ve yüksek öğrenime geçiş için bir hazırlık bilgisi vermemekte idiler. Baştan sona tüm eğitimi kuşatan sistem, Fatih devrinde Fatih Medresesi’nde kurulan ve ilk öğrenimden başlayıp yüksek düzeyde belli bir ihtisaslaşmayla son bulan sistemdir.
(38) Çok gariptir ki Kur’an, bizzat kendi başına hiçbir zaman medreselerde tedrisat konusu olmamış, daha çok onun icaz ve belâgat yönlerine ağırlık verilmiş, öğretim faaliyeti deyince gramer tahlilleri anlaşılmıştır. (21. maddedeki Nasr’ın görüşü ile karşılaştırınız.)
(39) Ortaçağ İslâm eğitim sisteminde öğrenim düzeyini olumsuz yönde etkileyen önemli bir gelişme, yüksek öğrenimde ders kitabı olarak kullanılan özgün kelâm, fıkıh, felsefe vs. kitaplarının şerhler ve haşiyeler yoluyla tekrarlanmasıdır. Şerhler üzerinde çalışma, kılı kırk yaran ayrıntılarla uğraştırıp, ilmin asıl meselelerine çözüm getirici çabaların önlenmesine sebep olmuştur.
(40) İslâm’ın ilk devirlerinden beri, ilköğretim (mektep yahut küttab) ve yüksek öğretim (medrese) yanında iki ayrı tip eğitim mevcuttu. Birincisi, geleceğin sultanlarını yetiştirmek üzere veliahtlar için kurulmuş saray okulu eğitimi idi. Bu tip eğitimde, din eğitimi de olmakla beraber, hitabet, edebiyat vb. faaliyetlere ve herşeyden önce yiğitlik (mürüvvet) üzerine ağırlık verildi. İkinci tip eğitime, okuma-yazma öğretmekten ziyade, Kur’an ve akaid hakkında bilgi vermek üzere halka yönelik olduğu için “yetişkin eğitimi” denebilir.
(41) Eğitim faaliyetleri ilk dönemlerde camilerde yürütülmekle beraber, çoğu kez alimlerin ve onlara hamîlik edenlerin evleri de ilmî faaliyetlere merkezlik etmişlerdir.
(42) Kurulan kütüphaneler, medreseler ve diğer ilmî faaliyetler daha ziyade himmet ehlinin şahsî gayret ve katkılarıyla gelişmiştir.
(43) İslâm’ın ilk dönemlerinde İslâm öğreniminin başlayış ve yayılışına, okullardan çok kişiler önayak olmuşlardır. Bu nedenle bütün ortaçağ boyunca devam eden öğretim sürecinde göze çarpan başlıca özellik, öğretmenin şahsî önemidir.
(44) Medreselerin teşekkülüyle birlikte icazet usulünün yanında bazı sınav sistemleri belirlense de, hocanın merkezî rolü devam etmiştir.
(45) “Amelle doğrudan ilişkisi olmayan her türlü bilgiyle uğraşman haramdır” (Şâtıbî) sözü, ortaçağ ulemasının mizacını ortaya koyan bir özelliktir. Bu eğilim sebebiyle, genel düşünce ve tabiî bilimler yerine, müfredat, dinî ilimlere inhisar etti.
(46) Özgün çalışmalar ortaya koyan ve devirlerinde ön plana çıkan alimlerin varlığı, resmî medrese eğitiminden çok, özel eğitim ve şahsî gayretlerin sonucudur.
(*) Bu çalışmadan maksat, günümüz eğitim faaliyetleriyle bir mukayese imkânı sağlamak ve yeni atılımlar için ufuk açıcı veriler ortaya konulmasına katkıda bulunmaktır. Tespitlerin doğruluğu ya da yanlışlığı derinlikli çalışmalarla ele alınabilir. Biz farklı bakış açılarıyla meseleye dair mülâhazaları tahlilî (analiz) metodla derlemeye gayret ettik. Daha verimli değerlendirme girişimlerine ve terkibi (sentez) çalışmalara yardımcı olması dileğiyle...
Çalışmaya esas teşkil eden kaynaklar:
1-20. maddeler için bkz. M. E. Zeki Bedevî, “Geleneksel İslâmî Eğitim: Günümüzdeki Hedef ve Emelleri”, İslâmî Eğitim, (İstanbul: Endülüs Yay., 1991), s.159 vd.
21-30. maddeler için bkz. S. Hüseyin Nasr, Modern Dünyada Geleneksel İslâm, (İstanbul: İnsan Yay., 1989), s. 133 vd.
31. madde için bkz. S. Hüseyin Nasr, Makaleler-I, (İstanbul: İnsan Yay., 1995), s.91 vd.
Nasr’ın bu tespitleri için ayrıca bkz. “İslâm Eğitim Sistemi”, İslâm ve İlim, (İstanbul: İnsan Yay., 1989), ss.13-24.
32-39. maddeler için bkz. Fazlur Rahman, İslâm ve Çağdaşlık, (Ankara: Fecr Yay., 1990), s. 110 vd.
40-46. maddeler için bkz. Fazlur Rahman, İslâm, (Ankara: Selçuk Yay., 1993), s.252 vd.
Ayrıca tespitlerle ilgili tarih, yer, şahıs isimleri ve genel bir perspektif için bakınız: Ahmet Çelebi, İslâm’da Eğitim-Öğretim Tarihi, Çev. Ali Yardım, (İstanbul: Damla Yay., 1976)
Etiketler:
din,
eğitim,
gelenek,
İslam,
islamda eğitim
ANAHATLARIYLA NEFİS TEZKİYESİ
Ana hatlarıyla
NEFİS TEZKİYESİ
Yusuf Erdem
“Kendini arıtan (nefsini tezkiye eden) felâha erer. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğrar.” (Şems, 9-10)
“Kendini arıtan, Rabbini zikredip namaz kılan, felâha erer.” (A’lâ, 14-15)
“Nitekim Biz size ayetlerimizi okuyacak, sizi arıtacak, size Kitab’ı ve Hikmet’i öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek, aranızdan bir peygamber gönderdik.” (Bakara, 151)
“And olsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitab ve Hikmet’i öğreten ve kendilerinden olan bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar önceleri apaçık bir şaşkınlıkta idiler.” (Âl-i İmran, 164)
“Kim arınırsa kendisi için arınmış olur. (Biliniz ki) Dönüş ancak Allah’adır.” (Fâtır, 18)
“Rabbine inanmış olarak ve yararlı işler yaparak gelenlere, işte onlara en üstün dereceler, zemininden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları Adn cennetleri vardır. Bu, arınanların mükafatıdır.” (Tâhâ, 75-76)
“(Yusuf dedi ki:) Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhameti olmadıkça nefs kötülüğü emreder. Doğrusu Rabbim bağışlayandır, merhamet edendir.” (Yusuf, 53)
“Mücahid, Allah için nefsiyle cihad edendir.” [i]
Peygamberlerin görevleri arasında zikredilen nefis tezkiyesi, insanın kendini çirkin davranışlardan ve kötü huylardan sakındırıp, fıtrat dinine uygun, hoş ve güzel ahlâk ile vasıflandırma çabasıdır.
İslâm’ı tüm rükünleriyle yaşayıp, Allah’ın rızasına nail olma arzu ve gayretinde olan kimseler için, iman-ibadet-ihlâs üçlüsü içerisinde nefis tezkiyesinin çok önemli bir yeri vardır. İman, insanı insan eden en önemli âmildir. Onsuz hiçbir şey olmaz. İbadet ise Yüce Allah’ın şu ayette buyurduğu gibi yaratılış gayesidir. “Ben cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56) İhlâsa gelince, o da imanın ve İslâm’ın, yapılan ibadetlerin kabulünde, geçerli oluşunda yegâne şarttır. Bu dinin temel hedefi her türlü fitne, kötülük, aşırılık ve rezilliğin ortadan kaldırılması, dini yalnız Allah’a has kılarak, O’nun rızasına uygun hareket edilmesidir.
İşte nefis tezkiyesi, Allah’ın rızasını kazanabilme yolunda nefsi kötülüklerden alıkoyup iyiliklere sevketme aşamasında gündeme gelmektedir ki, yukarıda geçen temel hedefe ulaşmada zorunlu bir ameliyedir. Kişi, nefsini arındırıp Allah’ın rızasına kavuşabilmek için, O’nun rızasına uygun olan ve olmayan davranışları bilmek durumundadır.
NEFİS TEZKİYESİNDE ANA UNSURLAR
1. İMAN
Kişinin her şeyden önce tam ve sağlam bir imana sahip olması gerekir. İman bu yolun ilk basamağı, giriş kapısıdır. İman olmaksızın ‘Allah rızası’ diye bir şeyden bahsetmek mümkün değildir. Nefisle ilgili yönüne gelince, iman, nefsin rububiyet iddia etmesine, kibirlenmesine karşı vazgeçilmez bir eylemdir. Gerçek manada bir iman kişiyi küfür, şirk, isyan, fısk, zulüm gibi tehlikeli durumlardan alıkoyduğu gibi, salih ameller dediğimiz Allah’ın rızasına uygun hareketlere de zemin oluşturur.
İman kişiye bir dayanak noktası sağlar, ayaklarını sağlam basabileceği bir yer ve olaylara nasıl bakacağını belirleyen bir bakış açısı, bir hareket noktası temin eder. İnsanlar ancak iman sayesinde hayatlarını belirsizlikten, kargaşa ve kaostan kurtarıp; anlamlı, izahı mümkün ve yaşanılır hâle getirebilirler.
Kaygılar, korkular, ümitsizlikler, muammalar, meçhuller, geleceğe dair endişeler ve tüm bunların oluşturduğu karanlık ve kasvetli halet-i ruhiye ancak imanla ortadan kalkar; huzur, güven, sükûnet gibi insanlığın arzuladığı ortamlar ancak imanın aydınlığında yaşanabilir.
İman huzurun, inkâr ise sıkıntının kaynağıdır.
2. NAMAZ
Rükûları, secdeleri, zikirleri, dua ve tesbihatıyla namaz, kişiyi Allah’a kulluk yönüyle ortaya koyan, nefsi Allah’ın emir ve istekleri doğrultusunda olmaya yönelten çok kapsamlı bir ibadettir. Dinin direği, mü’minin miracıdır. “Muhakkak ki namaz, her türlü kötülükten ve fenalıktan alıkor...” (Ankebût, 45) Namazın ayette geçen fonksiyonu icra edebilmesi için, mesela huşû içerisinde kılınması gerekir. Çünkü Allah u Teâlâ, “Mü’minler felâha ermişlerdir. O mü’minler ki namazlarında huşû içindedirler.” (Mü’minûn, 1) buyurmaktadır. Ayrıca namazın devamlı kılınması gerekmektedir: “Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol.” (Tâhâ, 132) “Namazlara ve orta namaza devam edin, gönülden, boyun eğerek Allah için namaza durun.” (Bakara, 238) Maûn sûresinde başka bir şarta değinilmektedir ki o da kılınan namazdan gafil olunmamasıdır: “Vay o namaz kılanların haline ki onlar namazdan gafildirler.” (Maûn, 4-5) Diğer bir husus namaza karşı istekli olmak, bu konuda tembellik göstermemektir. Namaza dair tembellik gerçekten üzerinde durulması gereken bir olgudur. Çünkü Allah u Teâlâ münafıkları anlatırken, “... onlar namaza tembel tembel kalkarlar...” (Nisa, 142) buyurmaktadır.
Namazda kalp huzurunu sağlayacak çareler :
Namazda kalp huzurunu elde edebilmek için kalp huzuruna engel olan şeyleri önceden bertaraf etmek gerekir. Bu engelleyici faktörler ya dışarıdan ya da kişinin kendisinden kaynaklanır.
Birincisi, kişinin namaz kıldığı yerde kalbini meşgul edecek bir şeyler görmesi veya duymasıdır. Kalp huzuru için öncelikle bunların ortadan kaldırılması, namazın mümkün olduğu kadar görüş alanının dar olduğu, kuytu köşelerde kılınması gerekir. İnsanın kendi üzerinde ve namaz kıldığı yerde zihnini meşgul edecek herhangi bir şey bulundurmaması gerekir. Bunlar yalnız kılınan namazlar içindir. Cemaatla kılınan namazlarda ölçü; sağında ve solunda olanın kim olduğunu bilmeyecek derecede kendini ibadete vermektir.
İnsanın kalbini meşgul eden batınî sebeplere gelince, bunları iki kısımda incelemek mümkündür:
a) Kalbi belirli bir dönem meşgul eden istekler: Bunun çaresi, her ne ise o meşgul eden şeyi namaza başlamadan evvel bertaraf etmektir. Birisine bir şeyler söylemesi gerekiyorsa önce onu söylemeli, sonra namaza durmalıdır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyuruyor : “Yemek hazır olunca ve namaz vakti ise önce yemeği yiyiniz.” [ii]
b) Kalbi devamlı meşgul eden istekler: Bunlardan kurtuluşun çaresi, okunan ayetlerin manasını düşünerek zihnin başka şeylerle dağılmasına engel olmaya çalışmaktır. Şayet kalp yine bu istekleri düşünüyorsa ve namazdan gafilse, o zaman bu istekleri oluşturan sebeplerin ortadan kaldırılması gerekir. Bir kimse ağaç altında uyumak veya namaz kılmak istiyorsa ve ağaçtaki kuşların seslerinden rahatsız oluyorsa, o kuşları kovduktan sonra namaza başlaması gerekir. Ama kovulan kuşlar tekrar geliyorsa, adamın ya o ağacın altını terketmesi ya da ağacı kesmesi gerekecektir. İşte huşû içinde namaz kılmak isteyen kimse de zararlı düşünceler karşısında aynı konumdadır. O kimsenin ağacı kesmesi demek, Allah’ın huzuruna durduğunda ahireti hatırlaması, dünya ile tüm ilişkilerini kesmesi, dünyaya ve içindekilere karşı (mal, evlat vs.) zahid olması demektir. Dünyaya değer vermeyen birinin dünyevî isteklerle huzursuz olması diye bir şey olmaz.
3. ZEKÂT
Toplum için ortaya koyduğu faydalar yanında, kişiyi cimrilikten ve malıyla kibirlenmekten alıkoyan eşsiz bir uygulamadır. Mülkün sahibinin yalnız Allah olduğunu hatırlatır.
Zekât, fakirin zengin üzerindeki, sınırları Allah ve Rasulü tarafından çizilmiş zorunlu hakkıdır. Bunun yanında ‘sadaka’ ve bolca ‘infak’ etmek de vardır ki, nefis tezkiyesi açısından vazgeçilmez değerdedir. Birçok ayette zekâtı ve infak etmeyi emreden Allah u Teala şöyle buyurmaktadır: “Ey Muhammed! Mallarının bir kısmını kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al, onlara dua et; senin duan onlar için bir güvendir. Allah işitir ve bilir.” (Tevbe, 103)
Zekât, insanda bulunan mal sevgisini köreltir ve kişiyi cimrilikten alıkoyar. Ayrıca, zekât veren kişi bu ameliyle Allah’a şükür vaziyetindedir. Namaz, oruç gibi ibadetler beden nimetine karşı bir şükür olduğu gibi, zekât da mal nimetinin şükrünü ifa etmek demektir.
İnfak, bir mü’min için ‘birr’e ulaşmanın da en önemli vasıtasıdır. Yüce Mevlâmız, “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe birre ulaşamazsınız (iyilerden olamazsınız)” (Âl-i İmran, 92) buyurmaktadır.
Zekât, kelime anlamı itibariyle de temizlik ve arınma manasına gelir. Zekât sayesinde kişi her türlü kirlerden arınma imkânını elde eder. Zekât veren kişi malî, bedenî ve ruhî yönleriyle temizlenip, arınmaktadır.
Öte yandan zekât, insandaki merhamet duygusunun gelişmesine, hayır işleme arzusunun artmasına vesile olur. Gönül zenginliği kazandırır. İnsanı inceltir ve yüceltir.
4. ORUÇ
Kişiyi nefsin isteklerine karşı engelleyip, insanın bunlara hâkim olmasını sağlayan ve dahası kişiye itaat ve sabrı uygulamalı olarak belleten en önemli amildir. Oruç, nefis tezkiyesinin en yüksek makamlarından biri olan sabrı nefse öğretir. Şehevî istekleri frenleme ve onların esiri olmaktan kurtulma yolunda büyük rol oynar. Oruç, fertlerin ahlâkı üzerinde derin ve devamlı tesirler bırakır. Onları terbiye eder, edeblendirir, huylarını düzeltir, ahlâklarını güzelleştirir, iradesine hakim olmasını, nefsine galip gelmesini sağlar.
Orucun gerçek manada bir ibadet olabilmesi için kişinin açlık, susuzluk ve cinsel istekler dışında şunlara da dikkat etmesi gerekir:
a- Gözü haramlardan sakınmak: “Gözün harama bakışı, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah korkusuyla bu şekilde bakmayı terkederse, Allah ona öyle bir iman nasip eder ki onun tadını kalbinde duyar.” [iii]
b- Dili korumak: Yalan, gıybet, çirkin söz ve alaycı ifadeleri terketmek. Süfyan-ı Sevrî: “Gıybet orucu bozar”, Mücahid: “Yalan ile gıybet orucu bozar” demişlerdir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyuruyor: “(Oruçlu) Eğer yalan sözü ve onunla ameli bırakmazsa, Allah’ın onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” [iv] “Oruç (bütün fenalıklara ve cehennem ateşine karşı) bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu vakit cahillik edip de kem söz söylemesin. Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya çirkin söz söylemeye kalkarsa, ‘ben oruçluyum’ diye mukabelede bulunsun.” [v]
c- Diğer uzuvları haramdan korumak: Peygamber Efendimiz (s.a): “Nice oruç tutanlar vardır ki tuttukları oruçtan açlık ve susuzluk dışında kârları yoktur”[vi] buyurmuşlardır. Âlimlerin bir kısmı bunları ‘iftarlarını haram şeylerle açanlar’, bazıları da ‘gıybet edenler’ olarak anlamışlardır. Bir kısmı da bunların ‘uzuvlarını haramdan korumayan kimseler’ olduğunu söylemişlerdir. Oruçlu kimse bunların hepsinden sakınmalıdır.
5. HAC
Hac, hem bedenî hem de malî bir ibadet olduğundan, namaz ve oruç gibi bedenî ve zekât gibi malî ibadetlerdeki hikmet ve faydaların hepsi onda toplanmıştır. Hac, nefsi cidalden, münakaşadan alıkoyup, kötülüklerden uzaklaşmayı sağlar. Kişiye feragati, fedakârlığı ve teslimiyeti öğretir. Yardımlaşma, tanışma ve kulluk şuurunun kazanılmasına vesile olur.
Gayesine uygun olarak yapılan hac (hacc-ı mebrur) insanı maddî ve manevî kirlerden arındırır. Zira hadis-i şerifte: “Kim Allah için hac edip de (ihramlı iken) cima etmez ve günah işlemezse; annesinin doğurduğu günde olduğu gibi günahlarından arınmış olarak döner” [vii] buyurulmuştur.
Hacda ferdî şuur asgarî seviyeye iner, ma’şerî ve içtimaî şuur azamî seviyeye yükselir. Çok kapsamlı bir ibadet olan haccın bütün menasik ve merasimlerinde ayrı ayrı hikmetler, kişiyi yücelten ve arındıran uygulamalar vardır. Arafat’ta vakfe, kurban kesmek, şeytan taşlamak, Kâ’be’yi tavaf vb. hac menasiki, nefis tezkiyesi açısından derin manalar içermektedir.
Hacca helal para ile gitmek, haraç vermek suretiyle Allah düşmanlarına yardım etmemek, refes (her türlü lüzumsuz ve çirkin konuşma), fısk (Allah’a itaatten uzaklaştıran herşey), cidal (güzel ahlâka yakışmayan tavır, hareket) gibi şeylerden uzak durmak ve her ibadette olduğu gibi Allah rızası için yapmak haccın edeplerindendir.
6. KUR’AN OKUMAK
En faziletli ibadetlerden biridir. Kur’an okumak kalbi nurlandırır ve uyandırır. Nefsin isteklerine karşı koymada insanı destekleyen ve doyuran bir ibadettir. Namazın olmazsa olmaz unsurudur. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyuruyor:
“Ümmetimin en faziletli ibadeti Kur’an okumaktır.” [viii]
“Her kime Kur’an okumak nimetini verilir de, (o), başka bir kimseye kendine verilenden daha büyük bir nimet verildiğini kabul ederse , Allah’ın büyük saydığı Kur’an’ı küçümsemiş olur.” [ix]
“Muhakkak şu kalpler, demir gibi pas tutar. Bunun üzerine: ‘Ey Allah’ın Resulü! O kalplerin pası ne ile çıkarılır (cilâsı nedir)? denildiğinde buyurdu ki: Kur’an okumak ve ölümü hatırlamaktır.” [x]
Okunan Kur’an’dan istenen faydanın hasıl olabilmesi için gerekenler :
Abdestli ve edepli bir şekilde okumak. Belli zamanlarda belli miktarda okumayı âdet edinmek. Tertil ile düşüne, taşına, ağır ağır okumak. Okurken duygulanmak, manaya uygun olarak sevinmek veya hüzünlenmek. Kur’an’ın azamet ve ulviyetini kavrayıp, indirdiği için Allah’ın lütfuna şükretmek. Kalp huzuru ve sükunetle okumak.
7. ZİKİR
Sevgi ve yakınlık, sevileni zikretmek, isteklerini yerine getirmek, her zaman onu düşünüp, ondan gafil olmamakla mümkündür. Allah’ı çokça zikretmek nefsi kötülüklerden alıkoyup, iyi şeylerle meşguliyeti sağlar. Çünkü kişi zikir vesilesiyle sürekli bir denetim ve gözetim altında olduğunu düşünür. Zaten zikir, mü’minler için güvence kaynağı, kalpleri huzura ve sükûna kavuşturan bir vesiledir. Kur’an’da, “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur” (Ra’d, 28) buyurulmaktadır.
Bütün ibadetler her yönüyle Allah’ı anma ve zikretme vasıtalarıdır. İbadetlerin esası Allah’ı zikir ve dolayısıyla O’nu şuura yerleştirme faaliyetidir. İbadetler, maksat ve gaye itibarıyla Allah şuurunu nefse yerleştirmek ve insanî benliği temizlemek için yapılır. İnsanın şahsiyet ve irade gelişimine katkıda bulunan ibadetler, güzel ahlâk, iyilik ve doğruluk gibi neticeler yanında kişinin beden ve ruh sağlığını da temin eder.
Enfâl suresinde mü’minlerin vasıfları anlatılırken şu hususa dikkat çekilmektedir:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer ve Allah’ın ayetleri okunduğu zaman bu onların imanını artırır. Ve Rablerine güvenirler, namazı gereği gibi kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarf ederler.” ( Enfâl, 2-3)
Yine Kur’an’da pek çok ayette zikirden, tezekkürden bahsedilmektedir:
“Sabah akşam Rabbinin adını an ...” (İnsan, 25)
“Geceleyin ve secdelerin ardından O’nu tesbih et.” (Kâf, 40)
8. TEFEKKÜR
Nefis tezkiyesinde tefekkürün de önemli bir yeri vardır. Kur’an-ı Kerîm’de sıkça vurgulanan hususlardan biri olan tefekkür, marifetullahı kalbe yerleştiren âmillerden biridir. Bundan maksat kişinin kendi nefsinde (enfüsî) ve dış dünyada (afakî-kevnî) Allah’ın zat, sıfat ve fiillerinin tecelliyatını görmesi, görmeye çalışmasıdır.
Nitekim ayet-i kerîmelerde şöyle buyurulmaktadır :
“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinde Allah’ın varlığına nice deliller vardır. Görmez misiniz?” (Zâriyât, 20-21)
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için deliller vardır.” (Âl-i İmran, 190)
“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık. Biz onları ancak gerektiği gibi yarattık. Ama insanların çoğu bilmez.” (Duhan, 38-39)
9. ÖLÜMÜ HATIRLAMAK VE KISA EMEL
Nefis, ölümü hiç hatırına getirmeksizin uzun emellere dalmaya, planlar yapmaya, çirkin ve şehevî duygulara atılmaya müsaittir. Ölümü hatırlamak, kısa emel sahibi olmak ise nefsin bu hastalıklarına devadır. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a) şöyle buyuruyor :
“Zevkleri yok eden ölümü çok anın.” [xi]
“Akşama ulaştığın vakit sabaha çıkacağını hatırına getirme. Sabaha çıktığın vakit de akşama varacağını düşünme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık hâlin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap.” [xii]
“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet bil :
a) İhtiyarlık gelmeden gençliği,
b) Hastalık gelmeden sıhhati,
c) Yoksulluk gelmeden zenginliği,
d) Meşguliyet gelmeden boş zamanı,
e) Ölüm gelmeden hayatı.” [xiii]
“(Müminlerin en akıllıları) ölümü en çok anan ve kendilerine gelmezden önce onun için en iyi hazırlığı yapanlardır.” [xiv]
10. MUHÂSEBE (nefsi hesaba çekme) ve MURÂKABE (nefsi kontrol altında tutma)
Kişi nefsini her zaman hesaba çekmeli ve daima kontrol altında bulundurmalıdır. Çünkü genel özelliği itibarıyla –kötülüğü emreden- nefis, serbest bırakıldığı zaman azar. Bu bağlamda Hz. Ömer’e izafe edilen, “Bugün Allah için ne yaptın?” sorusunu düşünürsek, nefsi hesaba çekme açısından çok güzel ve yerinde bir söz olduğunu anlarız.
Yine Hz. Ömer (r.a)’dan: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin; tartılmadan önce amellerinizi tartın ve böylece büyük huzura arz edilmeye hazırlanın.”
“Ey Mü’minler! Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin. Herkes yarına ne hazırladığına bir baksın.” (Haşr, 17)
“Akıllı kimse, nefsini muhâsebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz olan ise nefsini hevâsının peşine takan ve Allah’tan temennide bulunan kimsedir.” [xv]
11. MUÂTEBE (nefsi kınama)
Kişinin nefsine yönelik muhâsebe ve sorgulaması neticesinde, ‘nefs-i emmare’ basamağında bulunan nefis, uyarı, kınama ve levm ile ‘nefs-i levvâme’aşamasına gelir. Hem takvaya hem de fücura yönelebilen ve kendisine takva ve fücur ilham edilen ‘nefs-i mülhime’nin, ‘nefs-i mutmainne’ seviyesine yükselebilmesi, ardından ‘nefs-i raziye’ ve ‘nefs-i marziyye’ makamlarına ulaşabilmesi için bir an bile gafil olmaması ve sürekli bir çaba içerisinde bulunması gerekmektedir.
12. EMR-İ Bİ’L MA’RUF , NEHY-İ ANİ’L MÜNKER VE CİHAD
“Nefsini arıtan kurtulmuştur. (felâh bulmuştur)” ayetini “İçinizde hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir cemaat bulunsun. Muradına erenler (Müflihûn) işte bunlardır.”(Âl-i İmran, 104) ayeti ve “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz (felâh bulasınız)” (Mâide, 35) ayetiyle beraber düşündüğümüzde, nefsin kurtuluşa ermesinde emr-i bi’l ma’ruf, nehy-i ani’l münker ve cihadın fonksiyonunu iyice anlarız.
Bu ibadetler, kişide bulunan çekingenlik, ölüm korkusu, dünya sevgisi, mal ve can sevgisi gibi durumları ortadan kaldırıp, kişinin kendini canıyla, malıyla, bilgisiyle, mesaisiyle ve sahip olduğu bütün özellikleriyle Allah’a adamasını temin eder.
13. TEVBE
Allah u Teâlâ’nın kullarına en büyük lütuflarından olan tevbe, sağladığı yararlar itibarıyla nefis tezkiyesinin temel taşlarından biridir. Tevbe, yapmış olduğu hatadan pişmanlık duyup bir daha yapmamak üzere Allah’a söz vermek ve önceki hataların affını dilemektir. “Tevbe geçmiş hataların verdiği iç sancısıdır”, “Eziyet veren elbiseyi atıp, faydalı elbiseyi giymektir”, “Kötü huyları iyi huylarla değiştirmektir.”
Günahlara tevbe etmek mü’minler üzerine vaciptir.
“Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah’a dönün.” (Nur, 31)
“Ey mü’minler! Nasuh tevbe ile Allah’a tevbe edin.” (Tahrîm, 8)
“Muhakkak Allah hem çok tevbe edenleri, hem de çok temizlenenleri sever.” (Bakara, 222)
“... Allah u Teâlâ günahlarından tevbe edip, kendine yönelen kuluna, çölde azığını ve devesini kaybedip ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kaldıktan ve ümidini kestikten sonra devesini bulanın sevinmesinden daha çok sevinir.” [xvi]
Sahîh-i Buhârî ve Müslim’de geçen “Yüz kişinin katili olan adamın kıssası”[xvii] bu bağlamda tevbenin önemini kat kat artırmaktadır.
“Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde, Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah’tan başka bağışlayan kim vardır ? Bir de onlar hatada bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmran, 135)
“Hayırlınız, her aldanışında tevbe edendir.” [xviii]
“Her Âdemoğlu hata işler. Hatalıların en hayırlıları, tevbe ve istiğfar edenlerdir.” [xix]
Not:
Bu çalışma, dergi sayfalarının yer verebileceği ölçülerde ihtisar ve hulâsa yoluyla yapılmış bir derlemedir. Konuya ilgi duyanlar ve daha geniş bir okuma yapmayı düşünenler ilk etapta şu eserlere bakabilirler:
· Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d Dîn yahut Kimya-yı Saadet
· Said Havva, İslâm’da Nefis Tezkiyesi, Yenda Dğt.
· Mehmet Bayraktar, İslâm İbadet Fenomenolojisi, Akçağ Yay.
· Süleyman Uludağ, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, Diyanet Vakfı Yay.
(1) Tirmizî, Sünen, Fazailü’l-Cihad, 2 (1621); Ahmed, Müsned, C. VI, ss. 20-22
(2) Buhârî, Sahîh, Et’ime, 58, Ezân, 42; Müslim, Sahîh, Mesâcid, 65
(3) Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, C. X, s.173; Hakim, Müstedrek, C. IV, s.349
(4) Buhârî, Sahîh, Savm, 8
(5) Buhârî, Sahîh, Savm, 2, 9; Müslim, Sahîh, Siyâm, 161-164
(6) İbn Mâce, Sünen, Siyâm, 21; Ahmed, Müsned, C. II, s.373, 441; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, C. III, s.202
(7) Buhârî, Sahîh, Umre, 9-10; Müslim, Sahîh, Hacc, 438
(8) Kudaî, Müsnedü’ş-Şihab, C. II, s.246; Ebu Nuaym, Fazailü’l- Kur’an
(9) Taberânî, Hatib, (bkz. Ramûz el-Ehâdis, 438.2)
(10) Kudaî, Müsnedü’ş-Şihab, C. II, s.198; Beyhakî, Taberânî (bkz. Ramûz el-Ehâdis, 134.1)
(11) Nesâî, Sünen, Cenaiz, 3; Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 26; İbn Mâce, Sünen, Zühd, 31; Ahmed, Müsned, C. II, s.293
(12) Buhârî, Sahîh, Rikak, 3; Tirmizî, Sünen, Zühd, 25
(13) Hakim, Beyhakî (bkz. Ramûz el-Ehâdis, 75.6)
(14) İbn Mâce, Sünen, Zühd, 31
(15) Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 26
(16) Buhârî ve Müslim, Sahîh, Tevbe (bkz. Riyâzü’s-Sâlihin, Hadis nr. 15)
(17) Buhârî, Sahîh, Enbiya, 54; Müslim, Sahîh, Tevbe, 46-48
(18) Beyhakî, Şuabü’l-İman
(19) Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 49; İbn Mâce, Sünen, Zühd, 30; Darimî, Sünen, Rikak, 18; Ahmed, Müsned, C. III, s.198
NEFİS TEZKİYESİ
Yusuf Erdem
“Kendini arıtan (nefsini tezkiye eden) felâha erer. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğrar.” (Şems, 9-10)
“Kendini arıtan, Rabbini zikredip namaz kılan, felâha erer.” (A’lâ, 14-15)
“Nitekim Biz size ayetlerimizi okuyacak, sizi arıtacak, size Kitab’ı ve Hikmet’i öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek, aranızdan bir peygamber gönderdik.” (Bakara, 151)
“And olsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitab ve Hikmet’i öğreten ve kendilerinden olan bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar önceleri apaçık bir şaşkınlıkta idiler.” (Âl-i İmran, 164)
“Kim arınırsa kendisi için arınmış olur. (Biliniz ki) Dönüş ancak Allah’adır.” (Fâtır, 18)
“Rabbine inanmış olarak ve yararlı işler yaparak gelenlere, işte onlara en üstün dereceler, zemininden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları Adn cennetleri vardır. Bu, arınanların mükafatıdır.” (Tâhâ, 75-76)
“(Yusuf dedi ki:) Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhameti olmadıkça nefs kötülüğü emreder. Doğrusu Rabbim bağışlayandır, merhamet edendir.” (Yusuf, 53)
“Mücahid, Allah için nefsiyle cihad edendir.” [i]
Peygamberlerin görevleri arasında zikredilen nefis tezkiyesi, insanın kendini çirkin davranışlardan ve kötü huylardan sakındırıp, fıtrat dinine uygun, hoş ve güzel ahlâk ile vasıflandırma çabasıdır.
İslâm’ı tüm rükünleriyle yaşayıp, Allah’ın rızasına nail olma arzu ve gayretinde olan kimseler için, iman-ibadet-ihlâs üçlüsü içerisinde nefis tezkiyesinin çok önemli bir yeri vardır. İman, insanı insan eden en önemli âmildir. Onsuz hiçbir şey olmaz. İbadet ise Yüce Allah’ın şu ayette buyurduğu gibi yaratılış gayesidir. “Ben cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56) İhlâsa gelince, o da imanın ve İslâm’ın, yapılan ibadetlerin kabulünde, geçerli oluşunda yegâne şarttır. Bu dinin temel hedefi her türlü fitne, kötülük, aşırılık ve rezilliğin ortadan kaldırılması, dini yalnız Allah’a has kılarak, O’nun rızasına uygun hareket edilmesidir.
İşte nefis tezkiyesi, Allah’ın rızasını kazanabilme yolunda nefsi kötülüklerden alıkoyup iyiliklere sevketme aşamasında gündeme gelmektedir ki, yukarıda geçen temel hedefe ulaşmada zorunlu bir ameliyedir. Kişi, nefsini arındırıp Allah’ın rızasına kavuşabilmek için, O’nun rızasına uygun olan ve olmayan davranışları bilmek durumundadır.
NEFİS TEZKİYESİNDE ANA UNSURLAR
1. İMAN
Kişinin her şeyden önce tam ve sağlam bir imana sahip olması gerekir. İman bu yolun ilk basamağı, giriş kapısıdır. İman olmaksızın ‘Allah rızası’ diye bir şeyden bahsetmek mümkün değildir. Nefisle ilgili yönüne gelince, iman, nefsin rububiyet iddia etmesine, kibirlenmesine karşı vazgeçilmez bir eylemdir. Gerçek manada bir iman kişiyi küfür, şirk, isyan, fısk, zulüm gibi tehlikeli durumlardan alıkoyduğu gibi, salih ameller dediğimiz Allah’ın rızasına uygun hareketlere de zemin oluşturur.
İman kişiye bir dayanak noktası sağlar, ayaklarını sağlam basabileceği bir yer ve olaylara nasıl bakacağını belirleyen bir bakış açısı, bir hareket noktası temin eder. İnsanlar ancak iman sayesinde hayatlarını belirsizlikten, kargaşa ve kaostan kurtarıp; anlamlı, izahı mümkün ve yaşanılır hâle getirebilirler.
Kaygılar, korkular, ümitsizlikler, muammalar, meçhuller, geleceğe dair endişeler ve tüm bunların oluşturduğu karanlık ve kasvetli halet-i ruhiye ancak imanla ortadan kalkar; huzur, güven, sükûnet gibi insanlığın arzuladığı ortamlar ancak imanın aydınlığında yaşanabilir.
İman huzurun, inkâr ise sıkıntının kaynağıdır.
2. NAMAZ
Rükûları, secdeleri, zikirleri, dua ve tesbihatıyla namaz, kişiyi Allah’a kulluk yönüyle ortaya koyan, nefsi Allah’ın emir ve istekleri doğrultusunda olmaya yönelten çok kapsamlı bir ibadettir. Dinin direği, mü’minin miracıdır. “Muhakkak ki namaz, her türlü kötülükten ve fenalıktan alıkor...” (Ankebût, 45) Namazın ayette geçen fonksiyonu icra edebilmesi için, mesela huşû içerisinde kılınması gerekir. Çünkü Allah u Teâlâ, “Mü’minler felâha ermişlerdir. O mü’minler ki namazlarında huşû içindedirler.” (Mü’minûn, 1) buyurmaktadır. Ayrıca namazın devamlı kılınması gerekmektedir: “Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol.” (Tâhâ, 132) “Namazlara ve orta namaza devam edin, gönülden, boyun eğerek Allah için namaza durun.” (Bakara, 238) Maûn sûresinde başka bir şarta değinilmektedir ki o da kılınan namazdan gafil olunmamasıdır: “Vay o namaz kılanların haline ki onlar namazdan gafildirler.” (Maûn, 4-5) Diğer bir husus namaza karşı istekli olmak, bu konuda tembellik göstermemektir. Namaza dair tembellik gerçekten üzerinde durulması gereken bir olgudur. Çünkü Allah u Teâlâ münafıkları anlatırken, “... onlar namaza tembel tembel kalkarlar...” (Nisa, 142) buyurmaktadır.
Namazda kalp huzurunu sağlayacak çareler :
Namazda kalp huzurunu elde edebilmek için kalp huzuruna engel olan şeyleri önceden bertaraf etmek gerekir. Bu engelleyici faktörler ya dışarıdan ya da kişinin kendisinden kaynaklanır.
Birincisi, kişinin namaz kıldığı yerde kalbini meşgul edecek bir şeyler görmesi veya duymasıdır. Kalp huzuru için öncelikle bunların ortadan kaldırılması, namazın mümkün olduğu kadar görüş alanının dar olduğu, kuytu köşelerde kılınması gerekir. İnsanın kendi üzerinde ve namaz kıldığı yerde zihnini meşgul edecek herhangi bir şey bulundurmaması gerekir. Bunlar yalnız kılınan namazlar içindir. Cemaatla kılınan namazlarda ölçü; sağında ve solunda olanın kim olduğunu bilmeyecek derecede kendini ibadete vermektir.
İnsanın kalbini meşgul eden batınî sebeplere gelince, bunları iki kısımda incelemek mümkündür:
a) Kalbi belirli bir dönem meşgul eden istekler: Bunun çaresi, her ne ise o meşgul eden şeyi namaza başlamadan evvel bertaraf etmektir. Birisine bir şeyler söylemesi gerekiyorsa önce onu söylemeli, sonra namaza durmalıdır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyuruyor : “Yemek hazır olunca ve namaz vakti ise önce yemeği yiyiniz.” [ii]
b) Kalbi devamlı meşgul eden istekler: Bunlardan kurtuluşun çaresi, okunan ayetlerin manasını düşünerek zihnin başka şeylerle dağılmasına engel olmaya çalışmaktır. Şayet kalp yine bu istekleri düşünüyorsa ve namazdan gafilse, o zaman bu istekleri oluşturan sebeplerin ortadan kaldırılması gerekir. Bir kimse ağaç altında uyumak veya namaz kılmak istiyorsa ve ağaçtaki kuşların seslerinden rahatsız oluyorsa, o kuşları kovduktan sonra namaza başlaması gerekir. Ama kovulan kuşlar tekrar geliyorsa, adamın ya o ağacın altını terketmesi ya da ağacı kesmesi gerekecektir. İşte huşû içinde namaz kılmak isteyen kimse de zararlı düşünceler karşısında aynı konumdadır. O kimsenin ağacı kesmesi demek, Allah’ın huzuruna durduğunda ahireti hatırlaması, dünya ile tüm ilişkilerini kesmesi, dünyaya ve içindekilere karşı (mal, evlat vs.) zahid olması demektir. Dünyaya değer vermeyen birinin dünyevî isteklerle huzursuz olması diye bir şey olmaz.
3. ZEKÂT
Toplum için ortaya koyduğu faydalar yanında, kişiyi cimrilikten ve malıyla kibirlenmekten alıkoyan eşsiz bir uygulamadır. Mülkün sahibinin yalnız Allah olduğunu hatırlatır.
Zekât, fakirin zengin üzerindeki, sınırları Allah ve Rasulü tarafından çizilmiş zorunlu hakkıdır. Bunun yanında ‘sadaka’ ve bolca ‘infak’ etmek de vardır ki, nefis tezkiyesi açısından vazgeçilmez değerdedir. Birçok ayette zekâtı ve infak etmeyi emreden Allah u Teala şöyle buyurmaktadır: “Ey Muhammed! Mallarının bir kısmını kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al, onlara dua et; senin duan onlar için bir güvendir. Allah işitir ve bilir.” (Tevbe, 103)
Zekât, insanda bulunan mal sevgisini köreltir ve kişiyi cimrilikten alıkoyar. Ayrıca, zekât veren kişi bu ameliyle Allah’a şükür vaziyetindedir. Namaz, oruç gibi ibadetler beden nimetine karşı bir şükür olduğu gibi, zekât da mal nimetinin şükrünü ifa etmek demektir.
İnfak, bir mü’min için ‘birr’e ulaşmanın da en önemli vasıtasıdır. Yüce Mevlâmız, “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe birre ulaşamazsınız (iyilerden olamazsınız)” (Âl-i İmran, 92) buyurmaktadır.
Zekât, kelime anlamı itibariyle de temizlik ve arınma manasına gelir. Zekât sayesinde kişi her türlü kirlerden arınma imkânını elde eder. Zekât veren kişi malî, bedenî ve ruhî yönleriyle temizlenip, arınmaktadır.
Öte yandan zekât, insandaki merhamet duygusunun gelişmesine, hayır işleme arzusunun artmasına vesile olur. Gönül zenginliği kazandırır. İnsanı inceltir ve yüceltir.
4. ORUÇ
Kişiyi nefsin isteklerine karşı engelleyip, insanın bunlara hâkim olmasını sağlayan ve dahası kişiye itaat ve sabrı uygulamalı olarak belleten en önemli amildir. Oruç, nefis tezkiyesinin en yüksek makamlarından biri olan sabrı nefse öğretir. Şehevî istekleri frenleme ve onların esiri olmaktan kurtulma yolunda büyük rol oynar. Oruç, fertlerin ahlâkı üzerinde derin ve devamlı tesirler bırakır. Onları terbiye eder, edeblendirir, huylarını düzeltir, ahlâklarını güzelleştirir, iradesine hakim olmasını, nefsine galip gelmesini sağlar.
Orucun gerçek manada bir ibadet olabilmesi için kişinin açlık, susuzluk ve cinsel istekler dışında şunlara da dikkat etmesi gerekir:
a- Gözü haramlardan sakınmak: “Gözün harama bakışı, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah korkusuyla bu şekilde bakmayı terkederse, Allah ona öyle bir iman nasip eder ki onun tadını kalbinde duyar.” [iii]
b- Dili korumak: Yalan, gıybet, çirkin söz ve alaycı ifadeleri terketmek. Süfyan-ı Sevrî: “Gıybet orucu bozar”, Mücahid: “Yalan ile gıybet orucu bozar” demişlerdir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyuruyor: “(Oruçlu) Eğer yalan sözü ve onunla ameli bırakmazsa, Allah’ın onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” [iv] “Oruç (bütün fenalıklara ve cehennem ateşine karşı) bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu vakit cahillik edip de kem söz söylemesin. Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya çirkin söz söylemeye kalkarsa, ‘ben oruçluyum’ diye mukabelede bulunsun.” [v]
c- Diğer uzuvları haramdan korumak: Peygamber Efendimiz (s.a): “Nice oruç tutanlar vardır ki tuttukları oruçtan açlık ve susuzluk dışında kârları yoktur”[vi] buyurmuşlardır. Âlimlerin bir kısmı bunları ‘iftarlarını haram şeylerle açanlar’, bazıları da ‘gıybet edenler’ olarak anlamışlardır. Bir kısmı da bunların ‘uzuvlarını haramdan korumayan kimseler’ olduğunu söylemişlerdir. Oruçlu kimse bunların hepsinden sakınmalıdır.
5. HAC
Hac, hem bedenî hem de malî bir ibadet olduğundan, namaz ve oruç gibi bedenî ve zekât gibi malî ibadetlerdeki hikmet ve faydaların hepsi onda toplanmıştır. Hac, nefsi cidalden, münakaşadan alıkoyup, kötülüklerden uzaklaşmayı sağlar. Kişiye feragati, fedakârlığı ve teslimiyeti öğretir. Yardımlaşma, tanışma ve kulluk şuurunun kazanılmasına vesile olur.
Gayesine uygun olarak yapılan hac (hacc-ı mebrur) insanı maddî ve manevî kirlerden arındırır. Zira hadis-i şerifte: “Kim Allah için hac edip de (ihramlı iken) cima etmez ve günah işlemezse; annesinin doğurduğu günde olduğu gibi günahlarından arınmış olarak döner” [vii] buyurulmuştur.
Hacda ferdî şuur asgarî seviyeye iner, ma’şerî ve içtimaî şuur azamî seviyeye yükselir. Çok kapsamlı bir ibadet olan haccın bütün menasik ve merasimlerinde ayrı ayrı hikmetler, kişiyi yücelten ve arındıran uygulamalar vardır. Arafat’ta vakfe, kurban kesmek, şeytan taşlamak, Kâ’be’yi tavaf vb. hac menasiki, nefis tezkiyesi açısından derin manalar içermektedir.
Hacca helal para ile gitmek, haraç vermek suretiyle Allah düşmanlarına yardım etmemek, refes (her türlü lüzumsuz ve çirkin konuşma), fısk (Allah’a itaatten uzaklaştıran herşey), cidal (güzel ahlâka yakışmayan tavır, hareket) gibi şeylerden uzak durmak ve her ibadette olduğu gibi Allah rızası için yapmak haccın edeplerindendir.
6. KUR’AN OKUMAK
En faziletli ibadetlerden biridir. Kur’an okumak kalbi nurlandırır ve uyandırır. Nefsin isteklerine karşı koymada insanı destekleyen ve doyuran bir ibadettir. Namazın olmazsa olmaz unsurudur. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyuruyor:
“Ümmetimin en faziletli ibadeti Kur’an okumaktır.” [viii]
“Her kime Kur’an okumak nimetini verilir de, (o), başka bir kimseye kendine verilenden daha büyük bir nimet verildiğini kabul ederse , Allah’ın büyük saydığı Kur’an’ı küçümsemiş olur.” [ix]
“Muhakkak şu kalpler, demir gibi pas tutar. Bunun üzerine: ‘Ey Allah’ın Resulü! O kalplerin pası ne ile çıkarılır (cilâsı nedir)? denildiğinde buyurdu ki: Kur’an okumak ve ölümü hatırlamaktır.” [x]
Okunan Kur’an’dan istenen faydanın hasıl olabilmesi için gerekenler :
Abdestli ve edepli bir şekilde okumak. Belli zamanlarda belli miktarda okumayı âdet edinmek. Tertil ile düşüne, taşına, ağır ağır okumak. Okurken duygulanmak, manaya uygun olarak sevinmek veya hüzünlenmek. Kur’an’ın azamet ve ulviyetini kavrayıp, indirdiği için Allah’ın lütfuna şükretmek. Kalp huzuru ve sükunetle okumak.
7. ZİKİR
Sevgi ve yakınlık, sevileni zikretmek, isteklerini yerine getirmek, her zaman onu düşünüp, ondan gafil olmamakla mümkündür. Allah’ı çokça zikretmek nefsi kötülüklerden alıkoyup, iyi şeylerle meşguliyeti sağlar. Çünkü kişi zikir vesilesiyle sürekli bir denetim ve gözetim altında olduğunu düşünür. Zaten zikir, mü’minler için güvence kaynağı, kalpleri huzura ve sükûna kavuşturan bir vesiledir. Kur’an’da, “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur” (Ra’d, 28) buyurulmaktadır.
Bütün ibadetler her yönüyle Allah’ı anma ve zikretme vasıtalarıdır. İbadetlerin esası Allah’ı zikir ve dolayısıyla O’nu şuura yerleştirme faaliyetidir. İbadetler, maksat ve gaye itibarıyla Allah şuurunu nefse yerleştirmek ve insanî benliği temizlemek için yapılır. İnsanın şahsiyet ve irade gelişimine katkıda bulunan ibadetler, güzel ahlâk, iyilik ve doğruluk gibi neticeler yanında kişinin beden ve ruh sağlığını da temin eder.
Enfâl suresinde mü’minlerin vasıfları anlatılırken şu hususa dikkat çekilmektedir:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer ve Allah’ın ayetleri okunduğu zaman bu onların imanını artırır. Ve Rablerine güvenirler, namazı gereği gibi kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince sarf ederler.” ( Enfâl, 2-3)
Yine Kur’an’da pek çok ayette zikirden, tezekkürden bahsedilmektedir:
“Sabah akşam Rabbinin adını an ...” (İnsan, 25)
“Geceleyin ve secdelerin ardından O’nu tesbih et.” (Kâf, 40)
8. TEFEKKÜR
Nefis tezkiyesinde tefekkürün de önemli bir yeri vardır. Kur’an-ı Kerîm’de sıkça vurgulanan hususlardan biri olan tefekkür, marifetullahı kalbe yerleştiren âmillerden biridir. Bundan maksat kişinin kendi nefsinde (enfüsî) ve dış dünyada (afakî-kevnî) Allah’ın zat, sıfat ve fiillerinin tecelliyatını görmesi, görmeye çalışmasıdır.
Nitekim ayet-i kerîmelerde şöyle buyurulmaktadır :
“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinde Allah’ın varlığına nice deliller vardır. Görmez misiniz?” (Zâriyât, 20-21)
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için deliller vardır.” (Âl-i İmran, 190)
“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık. Biz onları ancak gerektiği gibi yarattık. Ama insanların çoğu bilmez.” (Duhan, 38-39)
9. ÖLÜMÜ HATIRLAMAK VE KISA EMEL
Nefis, ölümü hiç hatırına getirmeksizin uzun emellere dalmaya, planlar yapmaya, çirkin ve şehevî duygulara atılmaya müsaittir. Ölümü hatırlamak, kısa emel sahibi olmak ise nefsin bu hastalıklarına devadır. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a) şöyle buyuruyor :
“Zevkleri yok eden ölümü çok anın.” [xi]
“Akşama ulaştığın vakit sabaha çıkacağını hatırına getirme. Sabaha çıktığın vakit de akşama varacağını düşünme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık hâlin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap.” [xii]
“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet bil :
a) İhtiyarlık gelmeden gençliği,
b) Hastalık gelmeden sıhhati,
c) Yoksulluk gelmeden zenginliği,
d) Meşguliyet gelmeden boş zamanı,
e) Ölüm gelmeden hayatı.” [xiii]
“(Müminlerin en akıllıları) ölümü en çok anan ve kendilerine gelmezden önce onun için en iyi hazırlığı yapanlardır.” [xiv]
10. MUHÂSEBE (nefsi hesaba çekme) ve MURÂKABE (nefsi kontrol altında tutma)
Kişi nefsini her zaman hesaba çekmeli ve daima kontrol altında bulundurmalıdır. Çünkü genel özelliği itibarıyla –kötülüğü emreden- nefis, serbest bırakıldığı zaman azar. Bu bağlamda Hz. Ömer’e izafe edilen, “Bugün Allah için ne yaptın?” sorusunu düşünürsek, nefsi hesaba çekme açısından çok güzel ve yerinde bir söz olduğunu anlarız.
Yine Hz. Ömer (r.a)’dan: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin; tartılmadan önce amellerinizi tartın ve böylece büyük huzura arz edilmeye hazırlanın.”
“Ey Mü’minler! Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin. Herkes yarına ne hazırladığına bir baksın.” (Haşr, 17)
“Akıllı kimse, nefsini muhâsebe eden ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz olan ise nefsini hevâsının peşine takan ve Allah’tan temennide bulunan kimsedir.” [xv]
11. MUÂTEBE (nefsi kınama)
Kişinin nefsine yönelik muhâsebe ve sorgulaması neticesinde, ‘nefs-i emmare’ basamağında bulunan nefis, uyarı, kınama ve levm ile ‘nefs-i levvâme’aşamasına gelir. Hem takvaya hem de fücura yönelebilen ve kendisine takva ve fücur ilham edilen ‘nefs-i mülhime’nin, ‘nefs-i mutmainne’ seviyesine yükselebilmesi, ardından ‘nefs-i raziye’ ve ‘nefs-i marziyye’ makamlarına ulaşabilmesi için bir an bile gafil olmaması ve sürekli bir çaba içerisinde bulunması gerekmektedir.
12. EMR-İ Bİ’L MA’RUF , NEHY-İ ANİ’L MÜNKER VE CİHAD
“Nefsini arıtan kurtulmuştur. (felâh bulmuştur)” ayetini “İçinizde hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir cemaat bulunsun. Muradına erenler (Müflihûn) işte bunlardır.”(Âl-i İmran, 104) ayeti ve “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz (felâh bulasınız)” (Mâide, 35) ayetiyle beraber düşündüğümüzde, nefsin kurtuluşa ermesinde emr-i bi’l ma’ruf, nehy-i ani’l münker ve cihadın fonksiyonunu iyice anlarız.
Bu ibadetler, kişide bulunan çekingenlik, ölüm korkusu, dünya sevgisi, mal ve can sevgisi gibi durumları ortadan kaldırıp, kişinin kendini canıyla, malıyla, bilgisiyle, mesaisiyle ve sahip olduğu bütün özellikleriyle Allah’a adamasını temin eder.
13. TEVBE
Allah u Teâlâ’nın kullarına en büyük lütuflarından olan tevbe, sağladığı yararlar itibarıyla nefis tezkiyesinin temel taşlarından biridir. Tevbe, yapmış olduğu hatadan pişmanlık duyup bir daha yapmamak üzere Allah’a söz vermek ve önceki hataların affını dilemektir. “Tevbe geçmiş hataların verdiği iç sancısıdır”, “Eziyet veren elbiseyi atıp, faydalı elbiseyi giymektir”, “Kötü huyları iyi huylarla değiştirmektir.”
Günahlara tevbe etmek mü’minler üzerine vaciptir.
“Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah’a dönün.” (Nur, 31)
“Ey mü’minler! Nasuh tevbe ile Allah’a tevbe edin.” (Tahrîm, 8)
“Muhakkak Allah hem çok tevbe edenleri, hem de çok temizlenenleri sever.” (Bakara, 222)
“... Allah u Teâlâ günahlarından tevbe edip, kendine yönelen kuluna, çölde azığını ve devesini kaybedip ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kaldıktan ve ümidini kestikten sonra devesini bulanın sevinmesinden daha çok sevinir.” [xvi]
Sahîh-i Buhârî ve Müslim’de geçen “Yüz kişinin katili olan adamın kıssası”[xvii] bu bağlamda tevbenin önemini kat kat artırmaktadır.
“Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde, Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah’tan başka bağışlayan kim vardır ? Bir de onlar hatada bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmran, 135)
“Hayırlınız, her aldanışında tevbe edendir.” [xviii]
“Her Âdemoğlu hata işler. Hatalıların en hayırlıları, tevbe ve istiğfar edenlerdir.” [xix]
Not:
Bu çalışma, dergi sayfalarının yer verebileceği ölçülerde ihtisar ve hulâsa yoluyla yapılmış bir derlemedir. Konuya ilgi duyanlar ve daha geniş bir okuma yapmayı düşünenler ilk etapta şu eserlere bakabilirler:
· Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d Dîn yahut Kimya-yı Saadet
· Said Havva, İslâm’da Nefis Tezkiyesi, Yenda Dğt.
· Mehmet Bayraktar, İslâm İbadet Fenomenolojisi, Akçağ Yay.
· Süleyman Uludağ, İslâm’da Emir ve Yasakların Hikmeti, Diyanet Vakfı Yay.
(1) Tirmizî, Sünen, Fazailü’l-Cihad, 2 (1621); Ahmed, Müsned, C. VI, ss. 20-22
(2) Buhârî, Sahîh, Et’ime, 58, Ezân, 42; Müslim, Sahîh, Mesâcid, 65
(3) Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, C. X, s.173; Hakim, Müstedrek, C. IV, s.349
(4) Buhârî, Sahîh, Savm, 8
(5) Buhârî, Sahîh, Savm, 2, 9; Müslim, Sahîh, Siyâm, 161-164
(6) İbn Mâce, Sünen, Siyâm, 21; Ahmed, Müsned, C. II, s.373, 441; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, C. III, s.202
(7) Buhârî, Sahîh, Umre, 9-10; Müslim, Sahîh, Hacc, 438
(8) Kudaî, Müsnedü’ş-Şihab, C. II, s.246; Ebu Nuaym, Fazailü’l- Kur’an
(9) Taberânî, Hatib, (bkz. Ramûz el-Ehâdis, 438.2)
(10) Kudaî, Müsnedü’ş-Şihab, C. II, s.198; Beyhakî, Taberânî (bkz. Ramûz el-Ehâdis, 134.1)
(11) Nesâî, Sünen, Cenaiz, 3; Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 26; İbn Mâce, Sünen, Zühd, 31; Ahmed, Müsned, C. II, s.293
(12) Buhârî, Sahîh, Rikak, 3; Tirmizî, Sünen, Zühd, 25
(13) Hakim, Beyhakî (bkz. Ramûz el-Ehâdis, 75.6)
(14) İbn Mâce, Sünen, Zühd, 31
(15) Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 26
(16) Buhârî ve Müslim, Sahîh, Tevbe (bkz. Riyâzü’s-Sâlihin, Hadis nr. 15)
(17) Buhârî, Sahîh, Enbiya, 54; Müslim, Sahîh, Tevbe, 46-48
(18) Beyhakî, Şuabü’l-İman
(19) Tirmizî, Sünen, Kıyamet, 49; İbn Mâce, Sünen, Zühd, 30; Darimî, Sünen, Rikak, 18; Ahmed, Müsned, C. III, s.198
Etiketler:
ahlak,
arınma,
din,
nefis tezkiyesi,
tasavvuf
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)