GENÇLİK ÇALIŞMALARI
İÇİN İSLAM PERSPEKTİFİ VE ÖNEMİ
Veli KARATAŞ
Bu tebliğde üzerinde özellikle durmak istediğim iki husus
var: ilki gençlik çalışmalarındaki değişimi görebilmenin önemi ve bu
çalışmalara yön verenlerin gençlikle alakalı değişimlere nüfuz edebilme
becerisidir. İkincisi ise sunulan İslam anlayışlarındaki dönemsel değişmeler ve
İslam perspektifinde yaşanan okuma biçimlerinin gençlik çalışmalarına
olumlu/olumsuz yansımalarıdır. Öneminden dolayı ve genel gidişatı etkileme
potansiyeli sebebiyle diğer başlıklara göre İslam perspektiflerinden “bütünsel
İslam” başlığına ağırlık verilmiştir.
Öncelikle gençlik çalışmalarıyla alakalı bazı tespitlerimi
paylaşarak başlamak istiyorum:
Bizim geleneğimizde gençlik, biyolojik kategorilerden biri
olarak anlaşılmamış. Daha ziyade bir ruh halini, bir adanmışlık bilincini, sürekli
hayra koşmayı, ihtiyacı olanlara yardım etmeyi, şerlere ve haramlara karşı
kendini muhafaza etmeyi, kendisini davasına adamayı ifade eden bir hal olarak
anlaşılmış ve fütüvvet adı altında bir geleneğe, bir ülküye dönüştürülmüş. Yani
günümüzdeki gibi bir ara dönem değil, hele hele insanın sürekli sorunlarla yüz
yüze yaşamak zorunda bırakıldığı bir sorun dönemi hiç değil.
Bir yandan hep büyümeyi ve artık bağımsızlığına kavuşmayı
arzulayan çocuklar, diğer yandan hep nostalji duygularıyla gençlik dönemine
özlem duyan yaşlılar. Gençlik bu iki duygu durumu arasında yüceltilen bir ara
dönem gibi algılanıyor. Oysa 40’lı 50’li yaşlarda bile genç ve dinç duygularla
hareket edebilmeli insan.
Gençlikten hep bir şeyler beklenir, vazifeler yüklenir.
Belki de kendi yapamadıklarını gençlerden beklemek tüm insanlığın ortak
yönelimidir. Oysa kanaatimce gençlere nasıl yürüyeceklerini söylemek yerine
nasıl iz süreceklerini ve kimin izini süreceklerini hem de canlı örnekler
üzerinden sunmak ve yolu onlarla birlikte yürümek gerekir.
Öte yandan gençlik daha ziyade toplumsal yapının
kompartımanlara ayrılması neticesinde ortaya çıkan yeni bir kategorileştirme
durumu bence. Kadın, erkek, yetişkin, genç, yaşlı, ergen, çocuk vb. Bunları
birbirinden ayrıştırarak ele almak ve bir de karşıtlıklar zeminine taşımak
ister istemez yeni sorun alanları oluşturuyor. Biraz düşünüldüğünde toplumsal
yapının tabii işleyişi içinde kolayca aşılabilecek durumlar, yeni telakkilere
göre devasa sorunlar haline getiriliyor, tanımlar, kategoriler, ayrıştırmalar,
bilimsel izahlar, çözüm arayışları derken en basit konular bile bir girdaba
dönüştürülüyor. Toplumun bütünselliği bozulduğu için yaşa, cinsiyete, statüye,
öğrenim durumuna göre kompartımanlar oluşmuş, geçişkenliklere tabii akış içinde
yer verilmediği için de izole hayatlar yaşanmaya başlanmıştır. Bu durum,
ayrıştırılan toplumun birbirine karşı haksız yere düşman ilan edilmesine, kadın
erkek karşıtlığına, nesil çatışmasına, gençlerin sahte özgürlük arayışlarına
sebebiyet vermiştir.
Günümüzde gençlik denildiğinde hep sorunlar konuşuluyor.
Cinsellik, ergenlik, bağımsızlık, grup oluşturmak, özgürlük vs. Sanki her genç,
uzmanlarca ele alınan ve sorunsallaştırılan bu durumları hem de uzmanların
değindiği şekilde yaşamak zorundaymış ve yaşamıyorsa sorun varmış gibi. Sanki
bazı ideallere gönül vererek, Allah’ın rızası doğrultusunda ve ubudiyetle
serpilip olgunlaşan gençler hiç olamazmış gibi. Ben gençlik adına ön plana
çıkarılanların, medya kanalıyla nazara verilenlerin, tüm gençlik söz konusu
olduğunda kesinlikle bütün gençleri temsil etmediğini düşünüyorum. Ayrıca
kendileri birer sonuç olan sorunlar üzerinden meseleye yaklaşmayı, gençlik
dendiğinde sürekli sorunları konuşmayı doğru bulmuyorum.
Gençlik problemleri olarak görülen ve habire çözümü
konusunda uzmanlıkların oluşturulduğu alanlar sebepler midir yoksa sonuçlar mı?
Bence her biri aslında birer sonuç olan mevcut sorun alanlarının sebeplerini
tespit etmek ve bunların sorun oluşturma süreçlerinin önüne geçmek
gerekmektedir. Siz dünya görüşü ve yaşam biçimi olarak bir yandan materyalizmi,
pozitivizmi, pragmatizmi, oportünizmi, hedonizmi, bencilliği pompalayacaksınız
diğer taraftan gençlerin saygılı, özgüven sahibi, dürüst, ahlaklı, ideal
sahibi, sorunsuz insanlar olmasını bekleyeceksiniz. Tabii ki beklentilerinize
cevap alamazsınız.
Cinsellik, müzik, eğlence, zevkler, gezip tozmalar,
uyuşturucu, sorumsuzluk, eyyamcılık, futbol, internet, facebook, hazcılık,
faydacılık, bencillik, sahte özgürlük telakkileri. Buyurun size gençlik. Bu
şekilde tanımlanan bir gençlik dünyasında sorunlar yumağından tabii ki
kurtulamazsınız.
Hele son zamanlarda iyice tuhaf durumlar oluştu. Her geçen
gün çocukluk yaş sınırları genişliyor. Artık üniversiteli gençler bile çocuk
muamelesi görüyor ve işin üzücü olan tarafı onlar da kendilerini çocuk gibi
hissediyor. Rüşd ve temyiz çağı her geçen gün biraz daha yukarılara çıkıyor.
Eskiden 20’li yaşlarda baba ve anne olan gençler şimdi birer çocuk. Evlenme
için gerekli sorumluluk duygusu oluşmadığından mıdır evlilik ortalamaları da her
geçen gün yukarıya çıkıyor. Eskiden 20’sinden sonra evde kalmış muamelesi
görenler 30’lu yaşlarına geliyorlar da hiç oralı olmayabiliyorlar.
Öte yandan kendilerine güven duyulmayan, sorumluluk
verilmeyen gençlerden “İstanbul’u fethedecek Fatih’ler beklemek” ya da
“Fatih’ler doğuracak yaşta olduklarını söyleyip” anne olmalarını istemek ne
derece doğru? Toplumsal bütünlüğü göz ardı ederek, sorumluluklarını ıskalayan
veya başkalarına havale eden büyüklerin, günümüz gençliğine büyük vazifeler
yüklemeleri ve yüksek beklentiler içine girmeleri hiç de doğru olmasa gerek.
Evet gençlerin birtakım sorunlarla karşı karşıya oldukları
bir vakıa. Ama bu sorunların kaynağına inip, çözümü oralarda aramak gerekiyor.
Mesela kanaatimce sorunların kaynağında din ve hayat arasında, medeniyetimizle
günümüzdeki yaşam biçimi arasında, milli kültürümüzle değişen dünya arasında
yaşanan gerilimler yatıyor. Kimlik, ait olma, emniyet duygusu, idealler,
imanını kurtarma ve ahiretini kazanma, himmetlerin harekete geçmesi gibi
beklentiler için gençlere akıl ve vahiy, din ve bilim, beden ve ruh, kalp ve
kafa dengelerini sağlayacak çözümler üretmemiz gerekmektedir.
Ben günümüz gençlerini en çok rahatsız eden meselenin din ve
hayat arasında var olduğu düşünülen gerilim olduğu kanaatindeyim. Yani gençler
yaşları itibariyle aktüel kültürü yaşamak istiyorlar. Ama popüler kültürü
yaşadıklarında da bu sefer inanç ve akide açısından sıkıntıya düşüyorlar.
Mü’min ve Müslüman bir genç olarak helal dairesinde kalmak istediklerinde
“hayatlarını yaşayamayacaklarını”, hayatlarını yaşamak istediklerinde de
“Mü’min ve Müslüman olarak kalamayacaklarını” düşünüyorlar. Günah psikozu da
diyebileceğimiz bu durum maalesef gençlerin pek çoğunu rahatsız ediyor.
İslam Perspektifiyle
Alakalı Bazı Tespitler
Günümüzde İslamcı gençlik çalışmalarına yön veren zihniyetin
arka planında 1970’lerden itibaren daha etkili olmaya başlayan siyasal
İslamcılığın belirleyiciliği yatıyor. Biraz da o dönemlerden miras kalan dava
adamı algısıyla gençler sürekli bir adanmışlık ve ideal tipler parantezine
alınarak değerlendiriliyor. Oysa o dönemlerin sosyolojik şartlarıyla günümüz
gençlik profili ve gençlerden beklentilerimiz çok da örtüşmüyor kanaatindeyim.
“Farklı bağlamların farklı doğruları, farklı şartların
farklı kahramanları var. Birini mutlaklaştırıp diğerini yanlışlamak
indirgemeciliktir. Gençlere sürekli davanın muhafızı ve savaşçısı modelleri
üzerinden kimlik kazandırmanın -davanın selameti cihetiyle de- handikapları
var. Davanın; anlaşılmak, yorumlanmak, teorik bir çerçeveye kavuşmak,
sorunlarla yüzleşmek ve cevap üretebilmek gibi temel ihtiyaçları da var.
Sürekli köpürtülen saldırı tehdidi algısı, gençleri davaya düşünsel katkıdan
çok eylemsel katkıya itiyor. Az düşünüp çok savunuyorlar! Mesela ilahiyatçı
genç bile aktüel dinî problemleri analiz ederek zihin işçiliği yapacak yerde
bağırıp çağırarak kaba muhafızlık yapıyor.” (Talha Hakan Alp, 3 Kasım 2016
tarihli seri tweetler)
İnsanlık tarihi boyunca her düşünce ve inanç sistemi
gençlerine çok derin misyonlar yüklemiş ve adeta ideallerini her zaman
gençlikte görebilmeyi istemiştir. Ben gençlerin bu dava adamlığı misyonu
altında ezilmelerini de sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Sürekli
tekrarlanan kariyer vurgusu, doğuyu, batıyı ve kendisini en iyi şekilde
bilmeleri yolunda gençleri çok yönlü yetiştirme çabası, gelecek endişesi gibi
öne çıkan yaklaşımlar yanında bir de gençlerden bütün ümmetin yükünü bir dava
adamı olarak sırtlanmalarını beklemek ne kadar doğru?
Evet günümüzde sürekli kariyere yöneltilen gençlere biraz da
dava adamlığı misyonunu hatırlatmak tabii ki gerekiyor ama burada gençlerin
ideal sahibi olmalarını beklemekten ziyade onlara hedef olarak gösterilen
şeyleri de yani gençlerden beklentilerimizin uygunluğunu da masaya yatırmamız
gerekiyor.
Gençlik Çalışmalarında
“Bütünsel İslam” Perspektifi
Bütünsel İslam perspektifi derken İslam yorumlarını
temellendirebilme, İslam dinini ve İslam düşüncesini bir bütünsellik içinde
kavrayabilme yaklaşımını kastediyorum.
İslam düşünce tarihinde dinin
anlaşılması ve yaşanması konusunda farklı usuller, bu usul farklılıklarına göre
tarihi süreç içerisinde şekillenen ana damarlar ve zaman içinde de bu ana
damarların alt kolları oluşmuştur. Bu farklılıkların temelinde öncelikle dinin
temellerini oluşturan Kur’an ve sünnetle ilgili yaklaşımlar belirleyici olmuş;
dinin, nasların, naklin, akıl ve felsefe tarafından nasıl değerlendirildiği ve
nasıl değerlendirilmesi gerektiği kriterine göre farklı mezhepler ve görüşler
ortaya çıkmıştır. Oluşum sürecinde fıtratların, bireysel anlayış ve algılama
farklılıklarının yanında siyasi hadiselerin, toplumsal farklılıkların,
coğrafyanın, kültürlerin de etkili olduğunu söyleyebiliriz.
İslam’ın bir din olarak nasıl
anlaşılması gerektiği konusunda dört temel yaklaşım farkından bahsedebiliriz:
Selefiyye, Kelamiyye, Sufiyye, Felasife. (Burada beşinci bir yaklaşım olarak
İmam Gazzali’nin Batıniyye olarak isimlendirdiği ve şiddetle karşı çıktığı
aşırı Şiilik kategorisinde ele alınan Ta’limiyye doktrininden de bahsedilebilir
ki; bu yaklaşım, “asıl bilgiye masum imamların talimiyle ulaşılır” şeklinde
özetlenebilir.)
Bu yaklaşım farklılıklarını
özellikle akıl-vahiy ilişkisi çerçevesinde oluşan farklılıklar olarak
görebiliriz. Burada hemen anlaşılacağı üzere İslam düşünce tarihinde ortaya
çıkan ana mecraların oluşumunda “bilginin kaynakları meselesi” neredeyse
birinci derecede rol oynamaktadır. Çünkü bu ana mecraların belirleyici
özellikleri bilginin kaynaklarına yaklaşımlarıdır. Mesela nakli esas alıp, akli
bir ameliye olan te’vile kapı açmaksızın, dini, nasların zahirine göre anlayan
selefiyye; akıl ile nakli uzlaştırma çabasında olup, çelişmeyeceklerini, bir
çatışma söz konusu olduğunda aklı esas almayı ve nakli te’vil etmeyi benimseyen
kelamiyye; nasların yorumunda bilgi kaynağı olarak akıldan ziyade sezgiyi ön
plana çıkaran, aklı reddetmemekle beraber sezgiye, keşfe, ilhama ve nasların
batıni yorumlarına daha çok önem veren sufiyye; aklı temel kriter olarak görüp,
nasların zahirine aykırı olsa bile akli verilere göre sistemlerini
temellendiren felasife mecraları akıl, vahiy, duyular, sezgi, keşf, ilham gibi
bilgi kaynaklarına göre şekillenmiştir.
İslam düşüncesinin ortaya koyduğu
usulleri ve ürünleri bir bütünün parçaları olarak görüp, ortak zeminlerinden bahsetmek
yerine sürekli farklılıkları ve ihtilafları nazara vererek parçalayıcı bir
üslupla değerlendirmek doğru değildir. Günümüzde özellikle anlayış, telakki,
yaklaşım farklılıklarının sebebiyet verdiği sorunların temelinde İslam düşünce
tarihi boyunca ortaya çıkan ve her biri birer zenginlik olarak
değerlendirilmesi gereken usul farklılıklarına, doğru bir perspektiften
bakılamaması yatmaktadır.
İslam düşüncesini bir çatı
disiplin şeklinde anlamak yerinde olur. Bu düşünceyi ana mecraları olarak ifade
edebileceğimiz selefiyye, kelamiyye, sufiyye ve felasife yaklaşımlarından
herhangi birinin inhisarında değerlendirmek; varlık, bilgi ve değer açısından
bu ekollerin sadece birisinden hareket etmek, çağdaş okumalardan örnek
verilecek olursa el-Cabiri’nin “beyan, burhan ve irfan” üçlüsünden yalnız biri
üzerinden ele almak yanıltıcı olacaktır.
Mesela çağdaş İslam
düşünürlerinden önemli bir çoğunluk İslam düşüncesinde bilgi felsefesini
özellikle tasavvufu ve daha çok onunla anıla gelen marifet yaklaşımını dışarıda
tutarak ilimle ve sadece şehadet alemiyle sınırlandırma temayülündedir.
Bilimcilik ve pozitivizm bazılarını empirizme götürürken, modernitenin genel
yönelimleri diğer bazılarını rasyonalizme mahkum edebilmektedir. İnhisarcılık
zihniyeti bilgi felsefesinde sadece bir kaynağa tutunup, diğerlerini dışlamak
şeklinde kendini göstermektedir. Oysa İslam dini açısından meseleyi sadece
vahyi bilgiyle, akli bilgiyle, yalnızca duyularla elde edilen bilgiyle,
sezgisel bilgiyle sınırlandırmak mümkün değildir. Bunların hepsinin geçerli
olduğu yerler ve alanlar söz konusudur. Varlık mertebelerine ve bakış açılarına
göre bilgi, usul, hakikat, mana, ahkam da değişiklik arz edebilmektedir.
İslam düşüncesinin temel
disiplinleri olarak görülebilecek kelam, tasavvuf ve İslam felsefesini
birbirinden bağımsız değerlendirmek hatta birbirleriyle taban tabana zıt
mecralar olarak görmek de sorgulanmalıdır. İslam düşüncesinin ortaya koyduğu
usulleri ve ürünleri bir bütünün parçaları olarak görüp, ortak zeminlerinden
bahsetmek yerine sürekli farklılıkları ve ihtilafları nazara vererek
parçalayıcı bir üslupla değerlendirmek doğru değildir.
Burada İslam düşüncesiyle alakalı
Ahmet Davutoğlu Hoca’nın çok değerli bir tespitine atıfta bulunmak istiyorum.
“İslam düşünce birikiminin iç
bütünlüğü, tutarlılığı ve sürekliliği göz ardı edilmiş, farklı ekol mensupları
arasındaki paradigma-içi tartışmalar alt kategorilerin cedelleri şeklinde
sunulmuştur. Bu durum tek tek Müslüman alimlerin düşünce-hayat bütünlüklerinin
de reddedilmesi sonucunu doğurmuştur. Misal vermek gerekirse, İbn Rüşd’ün fıkhi
yönü, İbn Teymiyye’nin tasavvufi anlatımla ele aldığı ahlak risaleleri,
Gazzali’nin hayatının değişik safhalarına yayılmış eserlerinin iç bütünlüğü,
Gazzali sonrası müteahhir kelamın felsefi tahlilleri gibi bahsi geçen kategorik
farklılaşmalara ters düşen misaller oryantalistlerin tesiri altında klasikleşen
yaklaşımın oluşturduğu imge perdesinin gölgesi altında kaybolmuşlardır.
Gittikçe katılaşan bu kategorik
modeller İslam dünyası içindeki farklı yaklaşım sahibi ekollerin
kemikleşmelerine de yol açmıştır. Her ekol mensubu İslam düşünce geleneğine
kendi zaviyesinden yaklaşmış, bu geleneği bir bütün olarak kavramak ve
zaman-mekan boyutu içinde yeniden üretebilmektense geleneğin kendi dışındaki
unsurlarını mutlak anlamda reddetme psikolojisine kapılmıştır. Müspet anlamda
gelenek sahibi olmakla menfi anlamda gelenekçi olmak arasındaki önemli fark
görülemediği için de batı medeniyeti ile hesaplaşma sürecinde yük olduğu
varsayılan unsurların tasfiyesi o ölçülere vardırılmıştır ki, bir İslam düşünce
tarihinden bahsetmek imkansız hale gelmiştir.
Böylesi bir kısır döngüden
kurtulmanın öncelikli şartı sistematik oryantalist çalışmaların empoze ettiği
kategorik farklılaşma modellerinin ciddi bir sorgulamaya tabi tutulmasıdır. Bu
sorgulama İslam düşünce tarihini yeniden yorumlama faaliyeti ile atbaşı gitmek
zorundadır. Yeniden yorumlama faaliyetinin dayanmak zorunda olduğu temelse
İslam tarihindeki farklı ekollerin çatışan hususiyetlerinden çok kendi içinde
bütüncül bir paradigma oluşturan ortak yönlerinin vurgulanmasıdır. Kur’ani
akideye ters düşen sentezci ekoller istisna edilecek olursa, bütün bir İslam
düşünce birikiminin, Allah-insan-tabiat ilişkisinde mutlak bir algılama devrimi
gerçekleştiren Kur’ani dünya görüşünün değişik tezahürlerinden ibaret olduğu
aşikardır. Bu bütünlük içinde farklı ekollerin ortaya çıkışı, İslam öncesi
kültür çevreleriyle yaşanan hesaplaşma sürecinde aynı dünya görüşünün farklı
üslup ve kavramsal çerçevelerle ifade edilmesinden başka bir şey değildir. Bu
ekollerin varlığını ve çıkış gerekçelerini reddetmek imkansızdır; fakat bu
gerekçelerden hareketle bu ekollerin sadece başka inanç/kültür çevrelerinin
mütekabil ekolleri arasında nakledici bir hususiyete sahip olduklarını iddia
etmek ve dolayısıyla bu ekollerin ortak bir zemine sahip bulunduklarını örtmeye
çalışmak yukarıda zikrettiğimiz batı kaynaklı tarih akışının yol açtığı bir
yaklaşım yanlışlığıdır.” (Davutoğlu, Ahmet, İslam Düşüncesi Tarihi, takdim
yazısı, 1990, s. 11-12)
İslam düşüncesinde bilgiden,
bilginin kaynaklarından bahsederken bir bütünsellik mutlaka gözetilmelidir.
Mesela ilim ve marifet kavramları birlikte değerlendirilmelidir. İrfan, fıkıh,
hibre, şuur, itkan gibi kavramlar; nazar, tedebbür, tefekkür, i’tibar, taakkul,
tezekkür, teemmül, re’y gibi kavramlar; basiret, feth, firaset, hâtır, ilm-i
bâtın, ilm-i ledün, mükaşefe, müşahede, rüya, tecelli, vârid, yakin gibi
kavramlar; ilme’l-yakin, ayne’l-yakin, hakka’l-yakin gibi ayırımlar; ihata,
vukuf, rüsuh gibi farklılıklar, vehim, zan, şek, reyb gibi incelikler,
yakiniyyat ve zanniyyat tasnifleri; bilgilerin, delillerin, usullerin farklı
farklı kategorileri hep göz önünde tutulmalıdır. Çünkü İslam düşüncesinde
tekçilik, indirgemecilik değil, çoğulculuk, farklılık, farklılıkların zenginleştiriciliği
esastır.
Sadece duyuları esas alanların,
duyularla algılanamayanı inkar etmesi sürecindeki tekçilik ve indirgemecilik
yanlışına Müslüman düşmez, düşmemelidir. Çünkü duyuların yanında akla, sezgiye,
vahye de itibar eder ve böylelikle bilgisini ve dünyasını dar sınırlara mahkum
etmez. Sadece akla itibar edenlerin sınırlı dünyasına hapsolmaz. Çünkü bilir ki
akıl ne kadar mükemmel olursa olsun duyu ve tecrübe dünyasıyla, dil ve mantığın
sınırlarında kalır. Aklın nazar ve istidlalle ulaştığı bilgiler vahiyle
zenginleştirilip, teyit edilmezse hakikate ulaştırmayabilir. Akıl, duyuların da
yardımıyla eşya hakkında onların zahirine ilişkin bilgilere ulaşabilir ama
akılla ulaşılan bu bilgiler eşyanın mahiyeti ve hakikati konusunda asıl
arzulanan ilim ve marifet olmayabilir.
Bilgi kaynaklarından sadece
biriyle yetinmek yerine bütün bilgi kaynaklarından istifade etmeye çalışmak,
her birini yerli yerinde kullanmak daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. Hele
hele birine yaslanarak diğerlerini inkar etmeye kalkışmak, geçersiz görmek,
sistem dışına itmeye çalışmak son derece yanlış ve yanıltıcı sonuçlara
götürecektir.
Gençlik çalışmalarında İslam
perspektifi, indirgemeci, ötekileştirici, tahtieci, olumsuzlayıcı bir dille
değil kuşatıcı, bütünsel, ufku geniş, bütün birikimleri kucaklayıcı bir
yaklaşımla sunulmalıdır. Etnisiteye ve dile bağlı farklılıkların Allah’ın bir
ayeti (Rum suresi, 30/22) olmasının hikmeti üzerinde düşünmenin yanı sıra usul
farklılıklarından kaynaklanan mezhebi, düşünsel farklılıkların da te’vil ve
yorum dairesi içerisinde kabul edilebilir zenginlikler olduğu göz ardı
edilmemelidir. İslam dairesinin dar ve daraltıcı olmadığı bilakis çok geniş
olduğu unutulmamalıdır.
Gençlik Çalışmalarında
“Kültürel İslam” Perspektifi
Kültürel İslam perspektifi derken inanç ve bilginin bütün
yaşam alanlarını kuşatacak şekilde amele ve davranışa dönüşebilmesini,
öğrenilenlerle yaşananlar arasında ya da ideallerle realite arasındaki
kopukluğun giderilmesini kastediyorum. İnanan ama inandığı gibi yaşayamayan, bilen
ama doğru bildiğine uygun bir şekilde davranamayan bir kültürel kuşatılmışlık
altında yaşıyoruz.
Okullarımızda değerler eğitimini bir öğretim süreci olarak
mesela adalet, dürüstlük, yardımseverlik değerleri hakkında güzel sözlerin
aktarıldığı bir etkinlik olarak planlıyoruz ama bu değerlerin içselleştirildiği
bir kültürel ortamı maalesef sunamıyoruz. Yememizden içmemize, ev ve şehir
mimarimizden, kılık kıyafetlerimize hemen her alanda inandığımız gibi yaşamaya
çalışmakla, yaşadığımız gibi inanmaya başlamak arasındaki gerilimle yüz
yüzeyiz. Bu gerilimi azaltabilmenin yolunun ise kendi kültürel çevremizi
oluşturabilmekten, öncelikli meselemizin kültür meselesi olduğunu bilerek bu
alana hassasiyetle ve evleviyetle yüklenmekten geçtiğini bilmeliyiz. Gençlik
çalışmalarında en çok dikkat edilmesi gereken bir sorun alanı olarak popüler
kültürün kuşatıcılığını göz ardı etmemeli, kendi kültür kodlarımızın hakim
olduğu bir dünya için çabalamalıyız. “Dindar nesil” söylemi yanında nesillerin
kültür alanlarını “dindarlığı bizzat yaşayarak hissedecekleri” şekilde
düzenlememiz gerekmez mi? Nesillerin yaşadığı ortam ve kültür bırakın dindar
olmayı dinsizliğe çağırıyorsa ve tamamen kuşatıyorsa ne yapabilirsiniz ki?
Türkiye’de gençlik çalışmalarındaki ideolojik vurgu
İslamcılık için de geçerli olup, 1970’lerden itibaren İslamcı gençlik
çalışmalarında hakim olan renk siyasal İslamcılıktır. Bu tespit son 40-50
yılımızın bir göstergesi olmakla beraber değişen sosyoloji, kanaatimce artık
ana rengin siyasal İslamcılıktan kültürel İslamcılığa kayması gerektiğine de
işaret etmektedir. Gençler artık siyasal vurguyu içselleştirmenin yanında dava
adamlığının sadece siyasetten geçmediğini anlamalı, inandığı davanın felsefe,
sanat, edebiyat, ilahiyat gibi temel alanlarını da bir bütünlük içinde
görebilmeye bağlı olduğunu fark etmelidir. Daha doğrusu gençlere yönelik
çalışmalarda öncelik bu alanlara verilerek gençlerin bunu fark etmesi
sağlanmalıdır. “Stratejik Derinlik” gerekli ama tek başına yetmez. Bunun
yanında “Metafizik Derinlik”, “Felsefi Derinlik”, “Siyaset ve Ahlak Derinliği”,
“Adalet Derinliği”, “Edebiyat ve Sanat Derinliği”, “Kültür ve Medeniyet
Derinliği”, … gerekiyor.
Derinlikleri esas alan bütünsel İslam perspektifi
gözetilmediğinde ayrıştırıcı, klikleştirici, fanatizm doğuran, sevgi ve nefret
ifadelerinde ya hep ya hiç diyen, ya o ya bu mantığına göre hareket eden, gri
tonları atlayarak her şeyi ak-kara düzleminde değerlendiren, derinliksiz dava
erleri ve sözde mücahitler türüyor. Her şeyde gözetilmesi gereken itidal ortadan
çekiliyor, ifrat ve tefrit uçları devreye giriyor. Bu bağlamda günümüz
gençlerinde öne çıkan önemli problemlerden biri de takım tutar gibi bazı
hocaların etrafında ölçüsüz fan kulüpleri oluşturmaları. Tabii fanatiklik ve
ölçüsüz sevgi bir ters söylem ya da tavırla ölçüsüz nefrete dönüşüveriyor. Oysa
ikisi de ölçülü olmalı.
Gençlik
Çalışmalarında “Güncel İslam” Perspektifi
Güncel İslam perspektifi derken gençliği yakalayan, onların
güncel sorunlarını ele alan, onlara dokunan, gençlerin severek katıldığı yeni
tarzları ve yaklaşımları kastediyorum. Mesela Nouman Ali Khan’gillerde veya Sözler
Köşkü’nün Mehmet Yıldız’ında gençler ne buluyor?
“Gençliğin İmanını Sorularla Çaldılar” ise bizim bu sorulara
cevaplar vermemiz gerekmiyor mu? İslam’ın özellikle din-bilim, din-ahlak,
din-sanat, din-felsefe ilişkilerine dair çözümlemelerini önceleyen nitelikli
çalışmalara ağırlık verilmeli diye düşünüyorum. Hatta bu çalışmalar sadece
akademik yazılı metinler düzeyinde kalmamalı, günümüz gençliğinin genel
yönelimleri dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Yerine göre tartışma
programlarıyla, görsellik katılarak, aç-iç-oku formatında, kısa ve çarpıcı
anekdotlar, capsler şeklinde istifadeye sunulmalıdır.
Gençlik
Çalışmalarında “Uluslararası İslam” Perspektifi
Tarihsel misyonumuz bizleri “Misak-ı Milli” sınırlarına ve
“ulus devlet” paradigmasına mahkum edemeyecek kadar ağır, derin ve büyüktür. Ulus
devlet paradigmasının tamamen aşılması ve gençlik çalışmalarının yeryüzünü
mescit bilen ve bütün Müslümanları kardeş gören ümmet paradigmasına göre
ayarlanması gerekmektedir. Tabii bunu söylerken radikal ütopyacılığa,
realiteden kopuk hayalciliğe ve salt retorikte kalan bir ümmetçiliğe kapı
araladığım sanılmasın.
Gençlik
Çalışmalarında “Söylem Değil Bizzat Yaşanan İslam” Perspektifi
Buradaki kastım da İslam’ın en son ve en mükemmel din olduğu
iddiamızın bir söylem şeklinde değil de bizzat yaşanarak ve gençler için yaşayan
canlı örnekler üzerinden temsil titizliğiyle sunulmasıdır. Zaten günümüz rol
modelleri üzerinden böylesi bir temsil gerçekleştirildiğinde belki ayrıca
anlatmaya bile gerek kalmayacaktır. Bütün olumsuzluklara ve aleyhte şekillenen
şartlara rağmen İslam’ın bir din olarak günümüzde de yaşanabildiğini gençler
arasında örneklerle ortaya koyabildiğimizde meselenin esas üzerinde durulması
gereken boyutu halledilmiş olacaktır.
Değerlendirme ve
Öneriler
Sonuç olarak kanaatimce gençlikle ve gençlerle ilgili bakış
açılarımızı değiştirmemiz gerekiyor. Gençleri sorun olarak değil, kaynak olarak
görebilmeliyiz. Gençlerin dilini, dünyasını kavrayarak, faaliyetleri gençlik
ruhuna uygun bir yaklaşımla gerçekleştirebilmeliyiz. Sunulacak menülerin çeşit
zenginliğine sahip olmasına özen göstermeliyiz. Yapılacak faaliyetlerde
bütünsellik ilkesini gözetmeli, gençlerin akıl, kalp, ruh, beden gibi tüm
yönlerine hitap edebilmeliyiz. Gençlik kültürü üzerine çalışmalar yapmalıyız.
Gençliğin beğenisini kazanan ve tüm gençlerin ilgisine mazhar olan örnekler
üzerinde derin tahliller yapmalıyız. Gençlik çalışmalarının yatırıma muhtaç bir
alan olduğunu, bu sahada yeni girişimlere, yeni bakış açılarına, yeni ve özgün
açılımlara ihtiyaç olduğunu her vesileyle dile getirmeli, sivil toplum
kuruluşlarının ve hayır sahiplerinin bu alana yatırım yapmalarını teşvik
etmeliyiz. Gelenek aktarımını ve büyüklerin doğrularını yeni ve işlevsel
formlarla sunabilmeliyiz. Günün şartlarına uygun, ilgi çekici kalıplar,
materyaller ve sunumlar, yeni dil, usul ve yöntemler geliştirmeliyiz. Gençlere
sunulan rol modellerin uygunluğuna, sadece tarihi şahsiyetlerden değil de
günümüzden ve hayatın içinden örnekler seçilebilmesine özen göstermeliyiz. Gençliğin
ufkunu açabilmek için girişimlerde bulunmalıyız. Mübadele sistemlerini
yaygınlaştırılarak, gençlerin diğer ülkelere ve insanlara doğru açılımlarını
sağlamalıyız. Gençlerdeki benlik bölünmelerine dikkat etmeliyiz. Evde, okulda,
sokakta, grupta farklı davranışlar sergileyebilmelerinin sebepleri üzerinde
durmalı, bütünlüklü şahsiyetler olabilmeleri için evden, okuldan, iş yerine,
sanal ve dijital dünyaya varıncaya kadar hayatın bütün alanlarında düzenlemeler
yapmalıyız. Tüm çalışmalarda mekan ve ortam oluşturma çok önemlidir. Gençlerin
temas halinde olduğu her şeyi mümkün mertebe ideallerimiz, hedeflerimiz ve
isteklerimiz doğrultusunda ve inanç ve kültürümüze göre şekillendirmeye
çalışmalıyız. Gençlerle ilgilenirken onları dinlemeliyiz, değer vermeliyiz,
sorumluluklar yüklemeliyiz, hedefler göstermeli ve idealler aşılamalıyız, kendi
problemlerini ve çözüm yollarını onlardan da dinlemeliyiz, ne yapmak
istedikleri konusunda taleplerini dikkate almalıyız, ilgi oluşturup zevkle
yapacakları işlerle muhatap olmalarını sağlamalıyız, kabiliyetlerini ve kendilerini
ifade etme şekillerini dikkate almalıyız, sadece bilişsel değil, duyuşsal ve
davranışsal eğitim ve öğretim programlarına da yer vermeliyiz, birlikte olmalı,
birlikte düşünmeli, birlikte yapmalı, birlikte üretmeli, birlikte gezmeliyiz,
meşru taleplerini yerine getirirken gayr-i meşru taleplerine alternatifler
sunabilmeliyiz, tedricilik, şefkat, iyiliğini istemek gibi bazı eğitim
ilkelerini gözetmeliyiz, eğitim programlarımızda akıllarını, kalplerini,
ruhlarını bir bütünsellik içinde tatmin etmeye çalışırken yerine göre spor,
sanat, eğlence, gezi vb. etkinliklere de yer vermeliyiz, kendilerinden istenen
ve beklenen şeylerin yaşanabilir olduğunu bizzat yaşayarak ve yaşayanlarla
tanıştırarak göstermeliyiz.
Son olarak gençlere şu hatırlatmaları da yapabiliriz:
1. Helal dairesi keyfe kafidir. İstikametini
iyi belirlemiş insanlar eğlence, oyun, müzik yanında hayır işlerinden,
insanlara hizmet etmekten, iyinin, doğrunun ve güzelin hakim olması için
çabalamaktan da lezzet alabilirler.
2. Dünya hayatı
ahirete nispetle fanidir, geçicidir, kısadır. Öncelenmesi gereken, ahiret ve
ebedi saadettir. Ebedi saadeti ve lezzeti kaçırma riskine girerek, geçici
lezzetlere ve dünyanın malayaniyatına yönelmek akıl kârı değildir. Kişi
ahirette sevdiğiyle beraber olacaktır. Bu sebeple kimleri sevdiğimize ve
kimlerle arkadaşlık ettiğimize dikkat etmeliyiz. Güzel insanlarla birlikte
olmaya ve güzel çevrelerde bulunmaya gayret etmeliyiz.
3. İnsanın
lüzumsuz ve faydasız işlerden yüz çevirebilmesi için âli maksatları olmalı ve
onlar için çalışmalıdır. Cenneti kazanmak gibi, ahirette felaha erenlerden
olmak gibi, insanlara faydalı olmak gibi, iyiliklere öncülük yapmak gibi.
4. İnsanı insan yapan
ve üstün kılan özelliklerin iman, ilim, ahlak, iyi, doğru, güzel kavramlarıyla
ifade ettiğimiz değerler olduğunu, özenilmesi ve öykünülmesi gereken insanların
bu değerlere sahip kimseler olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.
5. Dünyevi başarılar
ve maddi kazanımlar için harcadığımız çabadan daha fazlasını manevi dünyamızı
zenginleştirmek için sarf etmeliyiz. Bu konuda bizlere öncülük ve rehberlik
yapabilecek büyüklerimize başvurmalıyız.
Yararlanılan
Çalışmalar
Karataş, Veli, “Gençlere ve Gençlikle İlgilenenlere
Tavsiyeler”, Eğitim Yazıları dergisi, İnsan Vakfı, sayı: 18, İstanbul, 2010
Karataş, Veli, “Bilginin Kaynakları Meselesi”, Eğitim Yazıları
dergisi, İnsan Vakfı, sayı: 19, İstanbul, 2010
Karataş, Veli, “Açılıma Derinlik Kazandırmak”, Yazı Atölyesi
dergisi, sayı: 1, Ankara, 2010
Karataş, Veli, “İslam Düşüncesi Nasıl Ele Alınmalı”, henüz
yayınlanmamış çalışma.
Not: Bütün çalışmalar
elektronik ortamda paylaşılmıştır. Google marifetiyle ulaşılabilir.
Uluslararası Vuslat Platformu'nun 04-05-06 Kasım 2016 tarihlerinde Bolu Abant'ta düzenlediği UFUKTAKİ YENİ TÜRKİYE: GENÇLİK VE GELECEĞİ SEMPOZYUMU'nda yukarıda belirtilen çalışmalardan derlenerek sunulan tebliğ metnidir.