6 Kasım 2016 Pazar

GENÇLİK ÇALIŞMALARI İÇİN İSLAM PERSPEKTİFİ VE ÖNEMİ


GENÇLİK ÇALIŞMALARI İÇİN İSLAM PERSPEKTİFİ VE ÖNEMİ

Veli KARATAŞ

Bu tebliğde üzerinde özellikle durmak istediğim iki husus var: ilki gençlik çalışmalarındaki değişimi görebilmenin önemi ve bu çalışmalara yön verenlerin gençlikle alakalı değişimlere nüfuz edebilme becerisidir. İkincisi ise sunulan İslam anlayışlarındaki dönemsel değişmeler ve İslam perspektifinde yaşanan okuma biçimlerinin gençlik çalışmalarına olumlu/olumsuz yansımalarıdır. Öneminden dolayı ve genel gidişatı etkileme potansiyeli sebebiyle diğer başlıklara göre İslam perspektiflerinden “bütünsel İslam” başlığına ağırlık verilmiştir.  

Öncelikle gençlik çalışmalarıyla alakalı bazı tespitlerimi paylaşarak başlamak istiyorum:

Bizim geleneğimizde gençlik, biyolojik kategorilerden biri olarak anlaşılmamış. Daha ziyade bir ruh halini, bir adanmışlık bilincini, sürekli hayra koşmayı, ihtiyacı olanlara yardım etmeyi, şerlere ve haramlara karşı kendini muhafaza etmeyi, kendisini davasına adamayı ifade eden bir hal olarak anlaşılmış ve fütüvvet adı altında bir geleneğe, bir ülküye dönüştürülmüş. Yani günümüzdeki gibi bir ara dönem değil, hele hele insanın sürekli sorunlarla yüz yüze yaşamak zorunda bırakıldığı bir sorun dönemi hiç değil.

Bir yandan hep büyümeyi ve artık bağımsızlığına kavuşmayı arzulayan çocuklar, diğer yandan hep nostalji duygularıyla gençlik dönemine özlem duyan yaşlılar. Gençlik bu iki duygu durumu arasında yüceltilen bir ara dönem gibi algılanıyor. Oysa 40’lı 50’li yaşlarda bile genç ve dinç duygularla hareket edebilmeli insan.

Gençlikten hep bir şeyler beklenir, vazifeler yüklenir. Belki de kendi yapamadıklarını gençlerden beklemek tüm insanlığın ortak yönelimidir. Oysa kanaatimce gençlere nasıl yürüyeceklerini söylemek yerine nasıl iz süreceklerini ve kimin izini süreceklerini hem de canlı örnekler üzerinden sunmak ve yolu onlarla birlikte yürümek gerekir.

Öte yandan gençlik daha ziyade toplumsal yapının kompartımanlara ayrılması neticesinde ortaya çıkan yeni bir kategorileştirme durumu bence. Kadın, erkek, yetişkin, genç, yaşlı, ergen, çocuk vb. Bunları birbirinden ayrıştırarak ele almak ve bir de karşıtlıklar zeminine taşımak ister istemez yeni sorun alanları oluşturuyor. Biraz düşünüldüğünde toplumsal yapının tabii işleyişi içinde kolayca aşılabilecek durumlar, yeni telakkilere göre devasa sorunlar haline getiriliyor, tanımlar, kategoriler, ayrıştırmalar, bilimsel izahlar, çözüm arayışları derken en basit konular bile bir girdaba dönüştürülüyor. Toplumun bütünselliği bozulduğu için yaşa, cinsiyete, statüye, öğrenim durumuna göre kompartımanlar oluşmuş, geçişkenliklere tabii akış içinde yer verilmediği için de izole hayatlar yaşanmaya başlanmıştır. Bu durum, ayrıştırılan toplumun birbirine karşı haksız yere düşman ilan edilmesine, kadın erkek karşıtlığına, nesil çatışmasına, gençlerin sahte özgürlük arayışlarına sebebiyet vermiştir.

Günümüzde gençlik denildiğinde hep sorunlar konuşuluyor. Cinsellik, ergenlik, bağımsızlık, grup oluşturmak, özgürlük vs. Sanki her genç, uzmanlarca ele alınan ve sorunsallaştırılan bu durumları hem de uzmanların değindiği şekilde yaşamak zorundaymış ve yaşamıyorsa sorun varmış gibi. Sanki bazı ideallere gönül vererek, Allah’ın rızası doğrultusunda ve ubudiyetle serpilip olgunlaşan gençler hiç olamazmış gibi. Ben gençlik adına ön plana çıkarılanların, medya kanalıyla nazara verilenlerin, tüm gençlik söz konusu olduğunda kesinlikle bütün gençleri temsil etmediğini düşünüyorum. Ayrıca kendileri birer sonuç olan sorunlar üzerinden meseleye yaklaşmayı, gençlik dendiğinde sürekli sorunları konuşmayı doğru bulmuyorum.

Gençlik problemleri olarak görülen ve habire çözümü konusunda uzmanlıkların oluşturulduğu alanlar sebepler midir yoksa sonuçlar mı? Bence her biri aslında birer sonuç olan mevcut sorun alanlarının sebeplerini tespit etmek ve bunların sorun oluşturma süreçlerinin önüne geçmek gerekmektedir. Siz dünya görüşü ve yaşam biçimi olarak bir yandan materyalizmi, pozitivizmi, pragmatizmi, oportünizmi, hedonizmi, bencilliği pompalayacaksınız diğer taraftan gençlerin saygılı, özgüven sahibi, dürüst, ahlaklı, ideal sahibi, sorunsuz insanlar olmasını bekleyeceksiniz. Tabii ki beklentilerinize cevap alamazsınız.

Cinsellik, müzik, eğlence, zevkler, gezip tozmalar, uyuşturucu, sorumsuzluk, eyyamcılık, futbol, internet, facebook, hazcılık, faydacılık, bencillik, sahte özgürlük telakkileri. Buyurun size gençlik. Bu şekilde tanımlanan bir gençlik dünyasında sorunlar yumağından tabii ki kurtulamazsınız.
Hele son zamanlarda iyice tuhaf durumlar oluştu. Her geçen gün çocukluk yaş sınırları genişliyor. Artık üniversiteli gençler bile çocuk muamelesi görüyor ve işin üzücü olan tarafı onlar da kendilerini çocuk gibi hissediyor. Rüşd ve temyiz çağı her geçen gün biraz daha yukarılara çıkıyor. Eskiden 20’li yaşlarda baba ve anne olan gençler şimdi birer çocuk. Evlenme için gerekli sorumluluk duygusu oluşmadığından mıdır evlilik ortalamaları da her geçen gün yukarıya çıkıyor. Eskiden 20’sinden sonra evde kalmış muamelesi görenler 30’lu yaşlarına geliyorlar da hiç oralı olmayabiliyorlar.
Öte yandan kendilerine güven duyulmayan, sorumluluk verilmeyen gençlerden “İstanbul’u fethedecek Fatih’ler beklemek” ya da “Fatih’ler doğuracak yaşta olduklarını söyleyip” anne olmalarını istemek ne derece doğru? Toplumsal bütünlüğü göz ardı ederek, sorumluluklarını ıskalayan veya başkalarına havale eden büyüklerin, günümüz gençliğine büyük vazifeler yüklemeleri ve yüksek beklentiler içine girmeleri hiç de doğru olmasa gerek.

Evet gençlerin birtakım sorunlarla karşı karşıya oldukları bir vakıa. Ama bu sorunların kaynağına inip, çözümü oralarda aramak gerekiyor. Mesela kanaatimce sorunların kaynağında din ve hayat arasında, medeniyetimizle günümüzdeki yaşam biçimi arasında, milli kültürümüzle değişen dünya arasında yaşanan gerilimler yatıyor. Kimlik, ait olma, emniyet duygusu, idealler, imanını kurtarma ve ahiretini kazanma, himmetlerin harekete geçmesi gibi beklentiler için gençlere akıl ve vahiy, din ve bilim, beden ve ruh, kalp ve kafa dengelerini sağlayacak çözümler üretmemiz gerekmektedir.
Ben günümüz gençlerini en çok rahatsız eden meselenin din ve hayat arasında var olduğu düşünülen gerilim olduğu kanaatindeyim. Yani gençler yaşları itibariyle aktüel kültürü yaşamak istiyorlar. Ama popüler kültürü yaşadıklarında da bu sefer inanç ve akide açısından sıkıntıya düşüyorlar. Mü’min ve Müslüman bir genç olarak helal dairesinde kalmak istediklerinde “hayatlarını yaşayamayacaklarını”, hayatlarını yaşamak istediklerinde de “Mü’min ve Müslüman olarak kalamayacaklarını” düşünüyorlar. Günah psikozu da diyebileceğimiz bu durum maalesef gençlerin pek çoğunu rahatsız ediyor.

İslam Perspektifiyle Alakalı Bazı Tespitler

Günümüzde İslamcı gençlik çalışmalarına yön veren zihniyetin arka planında 1970’lerden itibaren daha etkili olmaya başlayan siyasal İslamcılığın belirleyiciliği yatıyor. Biraz da o dönemlerden miras kalan dava adamı algısıyla gençler sürekli bir adanmışlık ve ideal tipler parantezine alınarak değerlendiriliyor. Oysa o dönemlerin sosyolojik şartlarıyla günümüz gençlik profili ve gençlerden beklentilerimiz çok da örtüşmüyor kanaatindeyim.

“Farklı bağlamların farklı doğruları, farklı şartların farklı kahramanları var. Birini mutlaklaştırıp diğerini yanlışlamak indirgemeciliktir. Gençlere sürekli davanın muhafızı ve savaşçısı modelleri üzerinden kimlik kazandırmanın -davanın selameti cihetiyle de- handikapları var. Davanın; anlaşılmak, yorumlanmak, teorik bir çerçeveye kavuşmak, sorunlarla yüzleşmek ve cevap üretebilmek gibi temel ihtiyaçları da var. Sürekli köpürtülen saldırı tehdidi algısı, gençleri davaya düşünsel katkıdan çok eylemsel katkıya itiyor. Az düşünüp çok savunuyorlar! Mesela ilahiyatçı genç bile aktüel dinî problemleri analiz ederek zihin işçiliği yapacak yerde bağırıp çağırarak kaba muhafızlık yapıyor.” (Talha Hakan Alp, 3 Kasım 2016 tarihli seri tweetler)

İnsanlık tarihi boyunca her düşünce ve inanç sistemi gençlerine çok derin misyonlar yüklemiş ve adeta ideallerini her zaman gençlikte görebilmeyi istemiştir. Ben gençlerin bu dava adamlığı misyonu altında ezilmelerini de sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Sürekli tekrarlanan kariyer vurgusu, doğuyu, batıyı ve kendisini en iyi şekilde bilmeleri yolunda gençleri çok yönlü yetiştirme çabası, gelecek endişesi gibi öne çıkan yaklaşımlar yanında bir de gençlerden bütün ümmetin yükünü bir dava adamı olarak sırtlanmalarını beklemek ne kadar doğru?

Evet günümüzde sürekli kariyere yöneltilen gençlere biraz da dava adamlığı misyonunu hatırlatmak tabii ki gerekiyor ama burada gençlerin ideal sahibi olmalarını beklemekten ziyade onlara hedef olarak gösterilen şeyleri de yani gençlerden beklentilerimizin uygunluğunu da masaya yatırmamız gerekiyor.

Gençlik Çalışmalarında “Bütünsel İslam” Perspektifi

Bütünsel İslam perspektifi derken İslam yorumlarını temellendirebilme, İslam dinini ve İslam düşüncesini bir bütünsellik içinde kavrayabilme yaklaşımını kastediyorum.

İslam düşünce tarihinde dinin anlaşılması ve yaşanması konusunda farklı usuller, bu usul farklılıklarına göre tarihi süreç içerisinde şekillenen ana damarlar ve zaman içinde de bu ana damarların alt kolları oluşmuştur. Bu farklılıkların temelinde öncelikle dinin temellerini oluşturan Kur’an ve sünnetle ilgili yaklaşımlar belirleyici olmuş; dinin, nasların, naklin, akıl ve felsefe tarafından nasıl değerlendirildiği ve nasıl değerlendirilmesi gerektiği kriterine göre farklı mezhepler ve görüşler ortaya çıkmıştır. Oluşum sürecinde fıtratların, bireysel anlayış ve algılama farklılıklarının yanında siyasi hadiselerin, toplumsal farklılıkların, coğrafyanın, kültürlerin de etkili olduğunu söyleyebiliriz.

İslam’ın bir din olarak nasıl anlaşılması gerektiği konusunda dört temel yaklaşım farkından bahsedebiliriz: Selefiyye, Kelamiyye, Sufiyye, Felasife. (Burada beşinci bir yaklaşım olarak İmam Gazzali’nin Batıniyye olarak isimlendirdiği ve şiddetle karşı çıktığı aşırı Şiilik kategorisinde ele alınan Ta’limiyye doktrininden de bahsedilebilir ki; bu yaklaşım, “asıl bilgiye masum imamların talimiyle ulaşılır” şeklinde özetlenebilir.)

Bu yaklaşım farklılıklarını özellikle akıl-vahiy ilişkisi çerçevesinde oluşan farklılıklar olarak görebiliriz. Burada hemen anlaşılacağı üzere İslam düşünce tarihinde ortaya çıkan ana mecraların oluşumunda “bilginin kaynakları meselesi” neredeyse birinci derecede rol oynamaktadır. Çünkü bu ana mecraların belirleyici özellikleri bilginin kaynaklarına yaklaşımlarıdır. Mesela nakli esas alıp, akli bir ameliye olan te’vile kapı açmaksızın, dini, nasların zahirine göre anlayan selefiyye; akıl ile nakli uzlaştırma çabasında olup, çelişmeyeceklerini, bir çatışma söz konusu olduğunda aklı esas almayı ve nakli te’vil etmeyi benimseyen kelamiyye; nasların yorumunda bilgi kaynağı olarak akıldan ziyade sezgiyi ön plana çıkaran, aklı reddetmemekle beraber sezgiye, keşfe, ilhama ve nasların batıni yorumlarına daha çok önem veren sufiyye; aklı temel kriter olarak görüp, nasların zahirine aykırı olsa bile akli verilere göre sistemlerini temellendiren felasife mecraları akıl, vahiy, duyular, sezgi, keşf, ilham gibi bilgi kaynaklarına göre şekillenmiştir.

İslam düşüncesinin ortaya koyduğu usulleri ve ürünleri bir bütünün parçaları olarak görüp, ortak zeminlerinden bahsetmek yerine sürekli farklılıkları ve ihtilafları nazara vererek parçalayıcı bir üslupla değerlendirmek doğru değildir. Günümüzde özellikle anlayış, telakki, yaklaşım farklılıklarının sebebiyet verdiği sorunların temelinde İslam düşünce tarihi boyunca ortaya çıkan ve her biri birer zenginlik olarak değerlendirilmesi gereken usul farklılıklarına, doğru bir perspektiften bakılamaması yatmaktadır.

İslam düşüncesini bir çatı disiplin şeklinde anlamak yerinde olur. Bu düşünceyi ana mecraları olarak ifade edebileceğimiz selefiyye, kelamiyye, sufiyye ve felasife yaklaşımlarından herhangi birinin inhisarında değerlendirmek; varlık, bilgi ve değer açısından bu ekollerin sadece birisinden hareket etmek, çağdaş okumalardan örnek verilecek olursa el-Cabiri’nin “beyan, burhan ve irfan” üçlüsünden yalnız biri üzerinden ele almak yanıltıcı olacaktır.

Mesela çağdaş İslam düşünürlerinden önemli bir çoğunluk İslam düşüncesinde bilgi felsefesini özellikle tasavvufu ve daha çok onunla anıla gelen marifet yaklaşımını dışarıda tutarak ilimle ve sadece şehadet alemiyle sınırlandırma temayülündedir. Bilimcilik ve pozitivizm bazılarını empirizme götürürken, modernitenin genel yönelimleri diğer bazılarını rasyonalizme mahkum edebilmektedir. İnhisarcılık zihniyeti bilgi felsefesinde sadece bir kaynağa tutunup, diğerlerini dışlamak şeklinde kendini göstermektedir. Oysa İslam dini açısından meseleyi sadece vahyi bilgiyle, akli bilgiyle, yalnızca duyularla elde edilen bilgiyle, sezgisel bilgiyle sınırlandırmak mümkün değildir. Bunların hepsinin geçerli olduğu yerler ve alanlar söz konusudur. Varlık mertebelerine ve bakış açılarına göre bilgi, usul, hakikat, mana, ahkam da değişiklik arz edebilmektedir.

İslam düşüncesinin temel disiplinleri olarak görülebilecek kelam, tasavvuf ve İslam felsefesini birbirinden bağımsız değerlendirmek hatta birbirleriyle taban tabana zıt mecralar olarak görmek de sorgulanmalıdır. İslam düşüncesinin ortaya koyduğu usulleri ve ürünleri bir bütünün parçaları olarak görüp, ortak zeminlerinden bahsetmek yerine sürekli farklılıkları ve ihtilafları nazara vererek parçalayıcı bir üslupla değerlendirmek doğru değildir.

Burada İslam düşüncesiyle alakalı Ahmet Davutoğlu Hoca’nın çok değerli bir tespitine atıfta bulunmak istiyorum.

“İslam düşünce birikiminin iç bütünlüğü, tutarlılığı ve sürekliliği göz ardı edilmiş, farklı ekol mensupları arasındaki paradigma-içi tartışmalar alt kategorilerin cedelleri şeklinde sunulmuştur. Bu durum tek tek Müslüman alimlerin düşünce-hayat bütünlüklerinin de reddedilmesi sonucunu doğurmuştur. Misal vermek gerekirse, İbn Rüşd’ün fıkhi yönü, İbn Teymiyye’nin tasavvufi anlatımla ele aldığı ahlak risaleleri, Gazzali’nin hayatının değişik safhalarına yayılmış eserlerinin iç bütünlüğü, Gazzali sonrası müteahhir kelamın felsefi tahlilleri gibi bahsi geçen kategorik farklılaşmalara ters düşen misaller oryantalistlerin tesiri altında klasikleşen yaklaşımın oluşturduğu imge perdesinin gölgesi altında kaybolmuşlardır.

Gittikçe katılaşan bu kategorik modeller İslam dünyası içindeki farklı yaklaşım sahibi ekollerin kemikleşmelerine de yol açmıştır. Her ekol mensubu İslam düşünce geleneğine kendi zaviyesinden yaklaşmış, bu geleneği bir bütün olarak kavramak ve zaman-mekan boyutu içinde yeniden üretebilmektense geleneğin kendi dışındaki unsurlarını mutlak anlamda reddetme psikolojisine kapılmıştır. Müspet anlamda gelenek sahibi olmakla menfi anlamda gelenekçi olmak arasındaki önemli fark görülemediği için de batı medeniyeti ile hesaplaşma sürecinde yük olduğu varsayılan unsurların tasfiyesi o ölçülere vardırılmıştır ki, bir İslam düşünce tarihinden bahsetmek imkansız hale gelmiştir.

Böylesi bir kısır döngüden kurtulmanın öncelikli şartı sistematik oryantalist çalışmaların empoze ettiği kategorik farklılaşma modellerinin ciddi bir sorgulamaya tabi tutulmasıdır. Bu sorgulama İslam düşünce tarihini yeniden yorumlama faaliyeti ile atbaşı gitmek zorundadır. Yeniden yorumlama faaliyetinin dayanmak zorunda olduğu temelse İslam tarihindeki farklı ekollerin çatışan hususiyetlerinden çok kendi içinde bütüncül bir paradigma oluşturan ortak yönlerinin vurgulanmasıdır. Kur’ani akideye ters düşen sentezci ekoller istisna edilecek olursa, bütün bir İslam düşünce birikiminin, Allah-insan-tabiat ilişkisinde mutlak bir algılama devrimi gerçekleştiren Kur’ani dünya görüşünün değişik tezahürlerinden ibaret olduğu aşikardır. Bu bütünlük içinde farklı ekollerin ortaya çıkışı, İslam öncesi kültür çevreleriyle yaşanan hesaplaşma sürecinde aynı dünya görüşünün farklı üslup ve kavramsal çerçevelerle ifade edilmesinden başka bir şey değildir. Bu ekollerin varlığını ve çıkış gerekçelerini reddetmek imkansızdır; fakat bu gerekçelerden hareketle bu ekollerin sadece başka inanç/kültür çevrelerinin mütekabil ekolleri arasında nakledici bir hususiyete sahip olduklarını iddia etmek ve dolayısıyla bu ekollerin ortak bir zemine sahip bulunduklarını örtmeye çalışmak yukarıda zikrettiğimiz batı kaynaklı tarih akışının yol açtığı bir yaklaşım yanlışlığıdır.” (Davutoğlu, Ahmet, İslam Düşüncesi Tarihi, takdim yazısı, 1990, s. 11-12)

İslam düşüncesinde bilgiden, bilginin kaynaklarından bahsederken bir bütünsellik mutlaka gözetilmelidir. Mesela ilim ve marifet kavramları birlikte değerlendirilmelidir. İrfan, fıkıh, hibre, şuur, itkan gibi kavramlar; nazar, tedebbür, tefekkür, i’tibar, taakkul, tezekkür, teemmül, re’y gibi kavramlar; basiret, feth, firaset, hâtır, ilm-i bâtın, ilm-i ledün, mükaşefe, müşahede, rüya, tecelli, vârid, yakin gibi kavramlar; ilme’l-yakin, ayne’l-yakin, hakka’l-yakin gibi ayırımlar; ihata, vukuf, rüsuh gibi farklılıklar, vehim, zan, şek, reyb gibi incelikler, yakiniyyat ve zanniyyat tasnifleri; bilgilerin, delillerin, usullerin farklı farklı kategorileri hep göz önünde tutulmalıdır. Çünkü İslam düşüncesinde tekçilik, indirgemecilik değil, çoğulculuk, farklılık, farklılıkların zenginleştiriciliği esastır.

Sadece duyuları esas alanların, duyularla algılanamayanı inkar etmesi sürecindeki tekçilik ve indirgemecilik yanlışına Müslüman düşmez, düşmemelidir. Çünkü duyuların yanında akla, sezgiye, vahye de itibar eder ve böylelikle bilgisini ve dünyasını dar sınırlara mahkum etmez. Sadece akla itibar edenlerin sınırlı dünyasına hapsolmaz. Çünkü bilir ki akıl ne kadar mükemmel olursa olsun duyu ve tecrübe dünyasıyla, dil ve mantığın sınırlarında kalır. Aklın nazar ve istidlalle ulaştığı bilgiler vahiyle zenginleştirilip, teyit edilmezse hakikate ulaştırmayabilir. Akıl, duyuların da yardımıyla eşya hakkında onların zahirine ilişkin bilgilere ulaşabilir ama akılla ulaşılan bu bilgiler eşyanın mahiyeti ve hakikati konusunda asıl arzulanan ilim ve marifet olmayabilir.

Bilgi kaynaklarından sadece biriyle yetinmek yerine bütün bilgi kaynaklarından istifade etmeye çalışmak, her birini yerli yerinde kullanmak daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. Hele hele birine yaslanarak diğerlerini inkar etmeye kalkışmak, geçersiz görmek, sistem dışına itmeye çalışmak son derece yanlış ve yanıltıcı sonuçlara götürecektir.

Gençlik çalışmalarında İslam perspektifi, indirgemeci, ötekileştirici, tahtieci, olumsuzlayıcı bir dille değil kuşatıcı, bütünsel, ufku geniş, bütün birikimleri kucaklayıcı bir yaklaşımla sunulmalıdır. Etnisiteye ve dile bağlı farklılıkların Allah’ın bir ayeti (Rum suresi, 30/22) olmasının hikmeti üzerinde düşünmenin yanı sıra usul farklılıklarından kaynaklanan mezhebi, düşünsel farklılıkların da te’vil ve yorum dairesi içerisinde kabul edilebilir zenginlikler olduğu göz ardı edilmemelidir. İslam dairesinin dar ve daraltıcı olmadığı bilakis çok geniş olduğu unutulmamalıdır.

Gençlik Çalışmalarında “Kültürel İslam” Perspektifi

Kültürel İslam perspektifi derken inanç ve bilginin bütün yaşam alanlarını kuşatacak şekilde amele ve davranışa dönüşebilmesini, öğrenilenlerle yaşananlar arasında ya da ideallerle realite arasındaki kopukluğun giderilmesini kastediyorum. İnanan ama inandığı gibi yaşayamayan, bilen ama doğru bildiğine uygun bir şekilde davranamayan bir kültürel kuşatılmışlık altında yaşıyoruz.

Okullarımızda değerler eğitimini bir öğretim süreci olarak mesela adalet, dürüstlük, yardımseverlik değerleri hakkında güzel sözlerin aktarıldığı bir etkinlik olarak planlıyoruz ama bu değerlerin içselleştirildiği bir kültürel ortamı maalesef sunamıyoruz. Yememizden içmemize, ev ve şehir mimarimizden, kılık kıyafetlerimize hemen her alanda inandığımız gibi yaşamaya çalışmakla, yaşadığımız gibi inanmaya başlamak arasındaki gerilimle yüz yüzeyiz. Bu gerilimi azaltabilmenin yolunun ise kendi kültürel çevremizi oluşturabilmekten, öncelikli meselemizin kültür meselesi olduğunu bilerek bu alana hassasiyetle ve evleviyetle yüklenmekten geçtiğini bilmeliyiz. Gençlik çalışmalarında en çok dikkat edilmesi gereken bir sorun alanı olarak popüler kültürün kuşatıcılığını göz ardı etmemeli, kendi kültür kodlarımızın hakim olduğu bir dünya için çabalamalıyız. “Dindar nesil” söylemi yanında nesillerin kültür alanlarını “dindarlığı bizzat yaşayarak hissedecekleri” şekilde düzenlememiz gerekmez mi? Nesillerin yaşadığı ortam ve kültür bırakın dindar olmayı dinsizliğe çağırıyorsa ve tamamen kuşatıyorsa ne yapabilirsiniz ki?

Türkiye’de gençlik çalışmalarındaki ideolojik vurgu İslamcılık için de geçerli olup, 1970’lerden itibaren İslamcı gençlik çalışmalarında hakim olan renk siyasal İslamcılıktır. Bu tespit son 40-50 yılımızın bir göstergesi olmakla beraber değişen sosyoloji, kanaatimce artık ana rengin siyasal İslamcılıktan kültürel İslamcılığa kayması gerektiğine de işaret etmektedir. Gençler artık siyasal vurguyu içselleştirmenin yanında dava adamlığının sadece siyasetten geçmediğini anlamalı, inandığı davanın felsefe, sanat, edebiyat, ilahiyat gibi temel alanlarını da bir bütünlük içinde görebilmeye bağlı olduğunu fark etmelidir. Daha doğrusu gençlere yönelik çalışmalarda öncelik bu alanlara verilerek gençlerin bunu fark etmesi sağlanmalıdır. “Stratejik Derinlik” gerekli ama tek başına yetmez. Bunun yanında “Metafizik Derinlik”, “Felsefi Derinlik”, “Siyaset ve Ahlak Derinliği”, “Adalet Derinliği”, “Edebiyat ve Sanat Derinliği”, “Kültür ve Medeniyet Derinliği”, … gerekiyor.
Derinlikleri esas alan bütünsel İslam perspektifi gözetilmediğinde ayrıştırıcı, klikleştirici, fanatizm doğuran, sevgi ve nefret ifadelerinde ya hep ya hiç diyen, ya o ya bu mantığına göre hareket eden, gri tonları atlayarak her şeyi ak-kara düzleminde değerlendiren, derinliksiz dava erleri ve sözde mücahitler türüyor. Her şeyde gözetilmesi gereken itidal ortadan çekiliyor, ifrat ve tefrit uçları devreye giriyor. Bu bağlamda günümüz gençlerinde öne çıkan önemli problemlerden biri de takım tutar gibi bazı hocaların etrafında ölçüsüz fan kulüpleri oluşturmaları. Tabii fanatiklik ve ölçüsüz sevgi bir ters söylem ya da tavırla ölçüsüz nefrete dönüşüveriyor. Oysa ikisi de ölçülü olmalı.

Gençlik Çalışmalarında “Güncel İslam” Perspektifi

Güncel İslam perspektifi derken gençliği yakalayan, onların güncel sorunlarını ele alan, onlara dokunan, gençlerin severek katıldığı yeni tarzları ve yaklaşımları kastediyorum. Mesela Nouman Ali Khan’gillerde veya Sözler Köşkü’nün Mehmet Yıldız’ında gençler ne buluyor?
“Gençliğin İmanını Sorularla Çaldılar” ise bizim bu sorulara cevaplar vermemiz gerekmiyor mu? İslam’ın özellikle din-bilim, din-ahlak, din-sanat, din-felsefe ilişkilerine dair çözümlemelerini önceleyen nitelikli çalışmalara ağırlık verilmeli diye düşünüyorum. Hatta bu çalışmalar sadece akademik yazılı metinler düzeyinde kalmamalı, günümüz gençliğinin genel yönelimleri dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Yerine göre tartışma programlarıyla, görsellik katılarak, aç-iç-oku formatında, kısa ve çarpıcı anekdotlar, capsler şeklinde istifadeye sunulmalıdır.

Gençlik Çalışmalarında “Uluslararası İslam” Perspektifi

Tarihsel misyonumuz bizleri “Misak-ı Milli” sınırlarına ve “ulus devlet” paradigmasına mahkum edemeyecek kadar ağır, derin ve büyüktür. Ulus devlet paradigmasının tamamen aşılması ve gençlik çalışmalarının yeryüzünü mescit bilen ve bütün Müslümanları kardeş gören ümmet paradigmasına göre ayarlanması gerekmektedir. Tabii bunu söylerken radikal ütopyacılığa, realiteden kopuk hayalciliğe ve salt retorikte kalan bir ümmetçiliğe kapı araladığım sanılmasın. 

Gençlik Çalışmalarında “Söylem Değil Bizzat Yaşanan İslam” Perspektifi

Buradaki kastım da İslam’ın en son ve en mükemmel din olduğu iddiamızın bir söylem şeklinde değil de bizzat yaşanarak ve gençler için yaşayan canlı örnekler üzerinden temsil titizliğiyle sunulmasıdır. Zaten günümüz rol modelleri üzerinden böylesi bir temsil gerçekleştirildiğinde belki ayrıca anlatmaya bile gerek kalmayacaktır. Bütün olumsuzluklara ve aleyhte şekillenen şartlara rağmen İslam’ın bir din olarak günümüzde de yaşanabildiğini gençler arasında örneklerle ortaya koyabildiğimizde meselenin esas üzerinde durulması gereken boyutu halledilmiş olacaktır.

Değerlendirme ve Öneriler     

Sonuç olarak kanaatimce gençlikle ve gençlerle ilgili bakış açılarımızı değiştirmemiz gerekiyor. Gençleri sorun olarak değil, kaynak olarak görebilmeliyiz. Gençlerin dilini, dünyasını kavrayarak, faaliyetleri gençlik ruhuna uygun bir yaklaşımla gerçekleştirebilmeliyiz. Sunulacak menülerin çeşit zenginliğine sahip olmasına özen göstermeliyiz. Yapılacak faaliyetlerde bütünsellik ilkesini gözetmeli, gençlerin akıl, kalp, ruh, beden gibi tüm yönlerine hitap edebilmeliyiz. Gençlik kültürü üzerine çalışmalar yapmalıyız. Gençliğin beğenisini kazanan ve tüm gençlerin ilgisine mazhar olan örnekler üzerinde derin tahliller yapmalıyız. Gençlik çalışmalarının yatırıma muhtaç bir alan olduğunu, bu sahada yeni girişimlere, yeni bakış açılarına, yeni ve özgün açılımlara ihtiyaç olduğunu her vesileyle dile getirmeli, sivil toplum kuruluşlarının ve hayır sahiplerinin bu alana yatırım yapmalarını teşvik etmeliyiz. Gelenek aktarımını ve büyüklerin doğrularını yeni ve işlevsel formlarla sunabilmeliyiz. Günün şartlarına uygun, ilgi çekici kalıplar, materyaller ve sunumlar, yeni dil, usul ve yöntemler geliştirmeliyiz. Gençlere sunulan rol modellerin uygunluğuna, sadece tarihi şahsiyetlerden değil de günümüzden ve hayatın içinden örnekler seçilebilmesine özen göstermeliyiz. Gençliğin ufkunu açabilmek için girişimlerde bulunmalıyız. Mübadele sistemlerini yaygınlaştırılarak, gençlerin diğer ülkelere ve insanlara doğru açılımlarını sağlamalıyız. Gençlerdeki benlik bölünmelerine dikkat etmeliyiz. Evde, okulda, sokakta, grupta farklı davranışlar sergileyebilmelerinin sebepleri üzerinde durmalı, bütünlüklü şahsiyetler olabilmeleri için evden, okuldan, iş yerine, sanal ve dijital dünyaya varıncaya kadar hayatın bütün alanlarında düzenlemeler yapmalıyız. Tüm çalışmalarda mekan ve ortam oluşturma çok önemlidir. Gençlerin temas halinde olduğu her şeyi mümkün mertebe ideallerimiz, hedeflerimiz ve isteklerimiz doğrultusunda ve inanç ve kültürümüze göre şekillendirmeye çalışmalıyız. Gençlerle ilgilenirken onları dinlemeliyiz, değer vermeliyiz, sorumluluklar yüklemeliyiz, hedefler göstermeli ve idealler aşılamalıyız, kendi problemlerini ve çözüm yollarını onlardan da dinlemeliyiz, ne yapmak istedikleri konusunda taleplerini dikkate almalıyız, ilgi oluşturup zevkle yapacakları işlerle muhatap olmalarını sağlamalıyız, kabiliyetlerini ve kendilerini ifade etme şekillerini dikkate almalıyız, sadece bilişsel değil, duyuşsal ve davranışsal eğitim ve öğretim programlarına da yer vermeliyiz, birlikte olmalı, birlikte düşünmeli, birlikte yapmalı, birlikte üretmeli, birlikte gezmeliyiz, meşru taleplerini yerine getirirken gayr-i meşru taleplerine alternatifler sunabilmeliyiz, tedricilik, şefkat, iyiliğini istemek gibi bazı eğitim ilkelerini gözetmeliyiz, eğitim programlarımızda akıllarını, kalplerini, ruhlarını bir bütünsellik içinde tatmin etmeye çalışırken yerine göre spor, sanat, eğlence, gezi vb. etkinliklere de yer vermeliyiz, kendilerinden istenen ve beklenen şeylerin yaşanabilir olduğunu bizzat yaşayarak ve yaşayanlarla tanıştırarak göstermeliyiz.

Son olarak gençlere şu hatırlatmaları da yapabiliriz:

 1.      Helal dairesi keyfe kafidir. İstikametini iyi belirlemiş insanlar eğlence, oyun, müzik yanında hayır işlerinden, insanlara hizmet etmekten, iyinin, doğrunun ve güzelin hakim olması için çabalamaktan da lezzet alabilirler.
2.      Dünya hayatı ahirete nispetle fanidir, geçicidir, kısadır. Öncelenmesi gereken, ahiret ve ebedi saadettir. Ebedi saadeti ve lezzeti kaçırma riskine girerek, geçici lezzetlere ve dünyanın malayaniyatına yönelmek akıl kârı değildir. Kişi ahirette sevdiğiyle beraber olacaktır. Bu sebeple kimleri sevdiğimize ve kimlerle arkadaşlık ettiğimize dikkat etmeliyiz. Güzel insanlarla birlikte olmaya ve güzel çevrelerde bulunmaya gayret etmeliyiz.
3.      İnsanın lüzumsuz ve faydasız işlerden yüz çevirebilmesi için âli maksatları olmalı ve onlar için çalışmalıdır. Cenneti kazanmak gibi, ahirette felaha erenlerden olmak gibi, insanlara faydalı olmak gibi, iyiliklere öncülük yapmak gibi.
4.  İnsanı insan yapan ve üstün kılan özelliklerin iman, ilim, ahlak, iyi, doğru, güzel kavramlarıyla ifade ettiğimiz değerler olduğunu, özenilmesi ve öykünülmesi gereken insanların bu değerlere sahip kimseler olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.
5.  Dünyevi başarılar ve maddi kazanımlar için harcadığımız çabadan daha fazlasını manevi dünyamızı zenginleştirmek için sarf etmeliyiz. Bu konuda bizlere öncülük ve rehberlik yapabilecek büyüklerimize başvurmalıyız.


Yararlanılan Çalışmalar

Karataş, Veli, “Gençlere ve Gençlikle İlgilenenlere Tavsiyeler”, Eğitim Yazıları dergisi, İnsan Vakfı, sayı: 18, İstanbul, 2010
Karataş, Veli, “Bilginin Kaynakları Meselesi”, Eğitim Yazıları dergisi, İnsan Vakfı, sayı: 19, İstanbul, 2010
Karataş, Veli, “Açılıma Derinlik Kazandırmak”, Yazı Atölyesi dergisi, sayı: 1, Ankara, 2010
Karataş, Veli, “İslam Düşüncesi Nasıl Ele Alınmalı”, henüz yayınlanmamış çalışma.


Not: Bütün çalışmalar elektronik ortamda paylaşılmıştır. Google marifetiyle ulaşılabilir.

Uluslararası Vuslat Platformu'nun 04-05-06 Kasım 2016 tarihlerinde Bolu Abant'ta düzenlediği UFUKTAKİ YENİ TÜRKİYE: GENÇLİK VE GELECEĞİ SEMPOZYUMU'nda yukarıda belirtilen çalışmalardan derlenerek sunulan tebliğ metnidir.