7 Aralık 2017 Perşembe

DÜŞMAN EDİNME BİLİNCİ VE ŞEYTANLA MÜCADELE

DÜŞMAN EDİNME BİLİNCİ VE ŞEYTANLA MÜCADELE

Şeytanın Düşman Olduğunu Bil ve Mücadele İçin Gerekli Teçhizatı Temin Et!

Düşmanı bilmek yetmez: düşmanlığına göre muamelede bulunmak, lüzumlu silahları kuşanmak ve tedbirleri almak da gerekir.

"Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah’la sizi aldatmasın. Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır." Fâtır, 35/6.

Bu ayette geçen şeytanı düşman edinmekle ilgili bazı yorumlar:

"Allah'ın buyruklarına ve yasaklarına titizlikle uyarak şeytana karşı çıkın ve onu hayal kırıklığına uğratın"

"Şeytanın kötülüğünden korunmak için ondan sakınmak ve düşman bellemek gerekir."

"Şeytan, şeytan tiynetli ahlâksız azgınlar, şeytanî güçler sizin düşmanınızdır. Siz de, Allah’a itaatte musır olarak ona düşmanlığa devam edin."

"Bütün davranış ve halinizde, gizli-açık işlerinizde onu karşınızda bir düşman olarak görün."

"Bil ki, kendisinden kurtuluşun olmadığı bir düşmanı olduğunu bilen bir kimse, onun karşısına dikilir, onunla savaşma konusunda direnir. Çünkü zafer, sabırla elde edilir. İşte şeytan da böyledir, çünkü insanın ondan kaçıp kurtulması mümkün değildir, çünkü şeytan onun hep yanındadır ve insanın onun karşısına dikilip onu hezimete uğratması durumu hariç, o insanın peşindedir. O halde bu demektir ki şeytanın hezimete uğraması, insanın azmi ve sabretmesiyledir. O halde, bu hususta tutulacak yol ve yöntem, bu yol üzerinde sebat etmek, Allah'a ibadete güvenip dayanmaktır."

"Ey insanlar! Şeytan sizin şiddetli düşmanınızdır. Onun düşmanlığı eskidir, yok olmaz. Öyleyse, o size nasıl düşmanca davranıyorsa siz de onu düşman bilin ve uymayın, ondan sakının. Ariflerden biri şöyle der: İyiliğini bildikten sonra bu iyiliği yapana karşı gelene, düşmanlığını bildikten sonra da lanetli şeytana uyana şaşarım. Şeytanın maksadı sırf kendisine uyanları yüzleri ve derileri yakan alevli cehennem ateşine atmaktır. Onun, bundan başka gaye ve maksadı yoktur. Akıllı kimsenin, bu lanetli şeytanın çağrısına uyması yakışır mı?"

"Onu siz de düşman tutunuz. Ona yanaşmayınız, onun telkinlerini iyiliğinize sanmayınız, onun izinden gitmeyiniz. Çünkü aklı başında insan düşmanın peşinden gitmez. O sizi iyiliğe çağırmaz, sizi kurtuluşa erdirmez. O taraftarlarını cehennemliklerden olmaya sürükler. Hiç bir aklı başında insan, kendisini cehenneme sürüklemek isteyen çağrıya olumlu karşılık verir mi?"

Şeytanın İnsana Düşmanlığı Nereden Geliyor?

“Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı. Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi. Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.” Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.  Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.” “Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” Allah, dedi ki: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin hepinizi cehenneme doldururum.”  “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.” “Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti. Bu suretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rableri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi. Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” Allah, dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.” Allah, dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.” Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).  Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.” A’raf 7/11-27.

Şeytan Ne Yapabilir, Ne Yapamaz?

“Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?” Maide 5/90-91.

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va’dediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” Bakara, 2/268.

“İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O hâlde, onları iftiralarıyla baş başa bırak.” En’am, 6/112.

“İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” İbrahim 14/22.
“Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. Gerçek şu ki şeytanın, inanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimseler üzerinde bir hâkimiyeti yoktur.  Şeytanın hâkimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.” Nahl, 16/98-100.

Şeytana Karşı Ne Yapılabilir?

“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”  Nur, 24/21.

“Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helâl ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır.” Bakara, 2/168.

“Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” Bakara, 2/208.

“… Allah’ın size rızık olarak verdiğinden yiyin de şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.” En’am 6/142.


“Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse, hemen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Şüphe yok ki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler (derhal Allah’ı hatırlarlar da) sonra hemen gözlerini açarlar.  Şeytanlara kardeş olanlara gelince, şeytanlar onları azgınlığın içine çekerler, sonra da bundan hiç geri durmazlar.” A’raf 7/200-202.

OKUMANIN MAHİYETİ VE ANLAMI ÜZERİNE

OKUMANIN MAHİYETİ VE ANLAMI ÜZERİNE

Nedir okumak?

Mesela her gün bütün gazeteleri okuyan insan neyi okumuş olmaktadır? Vaktini internette web sayfalarını okuyarak geçiren, facebook, twitter üzerinden sürekli okuyup, yazan genç, bu fiiliyle övgüyü hak eden bir iş mi yapmaktadır? Hızlı okuma teknikleriyle her gün bir kitap bitiren insan ne elde etmektedir? Google marifetiyle dünyanın bilgisini avucunda döndürebiliyor olmak insanı iyiye, doğruya ve güzele yönlendirebiliyor mu? Yoksa bilgi çokluğu ve bilgi çöplüğü arasında zaten şaşırmış olan zihinler, enformatik cehalete mi düşüyor? Dört duvar arasında sadece kitaplarla meşgul olan birisi sizce hayatı okuyabilir mi? Okumak tek başına, birilerinin zannettiği gibi her derde deva mı? Yoksa okumanın anlamı, mahiyeti ve muhtevası üzerine yeni okumalar mı yapmamız gerekiyor?

***

Vücudumuzun sağlığını muhafaza etmek ve hayatımızı devam ettirebilmek için besleniriz, maddi gıdalar alırız. Ruhumuzu, kalbimizi, vicdanımızı, aklımızı, irademizi, muhakeme gücümüzü, temyiz kabiliyetimizi geliştirebilmek için de iman, bilgi, ibadet, sevgi, adalet ve merhamet gibi manevi gıdalara ihtiyacımız vardır.

Nasıl ki abur cubur yemek, dengesiz ve düzensiz beslenmek, gerekenden fazla yemek hastalıklara, vücutta dengesizliklere ve obeziteye sebep oluyorsa, amaçsız, istikametsiz, salt okumak adına yapılan okumalar da manevi hastalıklara, kafa karışıklığına, sıkıntılara ve ruhsal problemlere yol açar.

Millet olarak az okuduğumuz, dolayısıyla cahil bir toplum olduğumuz vurgusu sıkça yapılır. Avrupalıların, Japonların ne kadar çok okuduğu, otobüste, trende, tramvayda bile kitap okudukları dillendirilir. Kişi başına düşen kitap ve gazete sayısı istatistikleri üzerinden karşılaştırmalar yapılır. Oysa asıl problem kemmiyet (nicelik) problemi değil keyfiyet (nitelik) problemidir. İstatistiklerde onlardan öne geçmekle problemin çözüleceğini sanmak büyük bir yanılgıdır. Neyi, niçin ve nasıl okumamız gerektiği üzerine düşünmeden yani meselenin keyfiyeti üzerine kafa yormadan bu problem çözülmez.

Okumanın mutlaka bir dayanak noktası ve bir de istikameti olmalıdır.

Okumak; yaratan, yaşatan, besleyen, büyüten, kemale erdiren yani Hâlık ve Rab olan Allah adına olmalı, kalemle öğreten Allah nam-ı hesabına yapılmalıdır. Yani O’nun istediği doğrultuda ve O’nu daha iyi ve doğru bir şekilde tanıyabilmek amacıyla okumalıdır, insan. Amaçsız, anlamsız ve istikametsiz okumalar, okumak olamaz.

Tek başına okumak (yani yazılı bir metni mesela kitaptan, dergiden, internetten okumak) hakikate ulaşmak için yeterli olmayacaktır. Okumak, ne olursa olsun okumak, amaçsız okumak, kendinde ve kendisi için değerli olan bir eylem değildir. Çok kitap okumak da sanıldığı gibi tek başına bir marifet, bir meziyet değildir. Asıl okunması gereken kitapları ıskalayarak ve çoğunlukla hava atmak kastıyla dünya klasikleri, çok satanlar, popüler ve meşhur edilmiş yazarlar üzerinden güya çok kitap okuyor olmak da bir anlam ifade etmez.

Okumayı belli bir gaye için ve istikamet üzere bir hayatı yaşayabilmek adına, doğru bilgiye, salih amele ve güzel ahlaka ulaşmak kastıyla yapmamız gerekmektedir. Ayrıca okumanın sadece yazılı bir metni okumak biçiminde anlaşılması da doğru değildir.

İlk nazil olan Alak suresinde okumayı emretmekle vahiy sürecini başlatan Rabbimiz, kendisi adına ve kendisine ulaştıracak bir usulle okumamızı istemektedir. Okumaya Allah adıyla başlamamızı ve okuma sürecinde de hiçbir zaman irtibatı koparmamamızı emretmektedir.

Burada Kur’an’daki okuma emrinin ilk muhatabı olan Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ümmi olması ve ilk vahiyle muhatap olduğunda “Ben okuma bilmem!” diye cevap vermesi üzerinde de düşünmemiz lazım. Ortada yazılı bir metin yoktur ama peygamberden okuması istenmektedir. O halde nedir okumak?

Peygamberimizden ve onun şahsında bizlerden istenen yazılı bir metnin okunması değil, her şeyi Allah ile irtibatlı kılan bir bakış açısıyla hadiselere yaklaşılmasıdır. Buradaki okuma talebinde Allah’ın terbiyesine girilmesi, eşyanın, Allah’a bakan yönü çerçevesinde görülmesi istenmektedir. 

Var olanları, olayları, olguları, gelişmeleri, dünyayı, ahireti, hayatı, ölümü kısaca her şeyi Allah’a bakan yönüyle görmemiz, bilmemiz ve bu doğrultuda hayatımıza istikamet vermemiz beklenmektedir.

Okunması istenen kâinat kitabıdır, insandır, tarihtir, toplumdur. Ve bunların hepsi Allah’ın sonsuz ilmiyle ve kudret eliyle yazdığı kitaplardır. Bu ayetlerde vurgulanan lafzen bir okuma yani kıraat/tilavet değil, düşünme, tefekkür etme, irtibat kurma, her şeyi Allah ile bağlantılı haliyle görmedir. İşte asıl okuma da budur.

***

Okumaya dair farklı bir boyut da okumanın gayesiyle alakalıdır. Cuma suresinde okumanın gayesinden uzaklaşılması durumunda yüklenilen bilgilerin hiçbir anlamı olmadığı belirtilmekte, gereğini yapmadıktan sonra çok bilgi yüklenen kimseler, “kitap yüklü eşeklere” benzetilmektedir.
Peygamber Efendimiz de bir yandan “Rabbim ilmimi artır” şeklinde duaya davet edilirken diğer taraftan “faydasız ilimden” Allah’a sığınmaktadır.

“Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme. ‘Rabbim! İlmimi arttır’ de.” (Taha, 20/114).

“Allahım! Acizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azabından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takva nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doymak bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” (Müslim, Zikir 73).

Okumanın manasını ve gayesini iyi anlayarak bizlere özlü bir biçimde sunan Yunus Emre, okumanın ruhunu şu şekilde özetlemektedir: 


İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır

Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir