23 Kasım 2010 Salı

Açılıma Derinlik Kazandırmak

Açılıma Derinlik Kazandırmak
Bazı kavramların ön plana çıkıp, popülerlik kazanması ve aktüel kullanımın vazgeçilmezleri arasına girmesinin son örneği açılım kelimesi oldu. Artık açılımla yatıp, kalkıyoruz. Yerel, bölgesel, küresel açılımdan, demokrasi açılımına, kültürel açılımdan, siyaset açılımına hemen her alanda kullanılmaya başlayan kelimenin, müspet ve menfi çağrışımlarına göre tarafları da hemen oluşuveriyor.
Açılımı normalleşme, gelişme, iyi ve doğru yönde değişme gibi olumlu yönleriyle değerlendirenler de var; taviz, savrulma, başkalaşma hatta ihanet, vatan hainliği gibi olumsuzluklarla bir görenler de. Nedense pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da meselenin bazı yönleri maalesef gündeme getirilemiyor. Açılım güncel siyasetin hayhuylarına mahkum ediliyor. Gündelik malumat tüketimini karşılayan ve hakikat adına neredeyse hiçbir anlam ifade etmeyen yüzeysel tartışmaların, karşılıklı atışmaların ve sathi yaklaşımların ötesine geçilemiyor. Açılımın yönü, usulü, gayesi, mahiyeti ve muhtevası konuşulamıyor, değerlendirilemiyor.
İşte tam da burada şu sorular akla geliyor: biz hep böyle devam etmeye mecbur muyuz? Hep birbirimizin ayağına çelme takmak zorunda mıyız? Yanlış anlamalardan kurtulmanın bir yolu yok mu? Gündelik siyasetin, gündelik çıkarlara göre şekillenen ve artık neredeyse siyasetin doğası haline gelen ucuz yaklaşımlarına bir son vermek mümkün değil mi?
Kanaatimce bu sorulara verilebilecek cevapların doğru ve anlamlı olabilmesi için açılımı, derinlik kavramıyla birlikte ele almak gerekiyor. Evet Türkiye’nin öncelikli, yakıcı ve acil sorunlarından birisi olarak karşımıza çıkan bir açılım meselesi var. Kürt sorununda, anayasa değişiminde, demokrasi, haklar ve özgürlükler idealinde, ekonomisinde, idari yapılanmasında, uluslar arası ilişkilerinde ülkemizin gerçekten açılımlar yapması gerekiyor. Ama bunlarla birlikte en önemli meselelerinden biri de derinlik meselesi.
Türkiye’nin açılımlarına derinlik kazandırmak gibi, olmazsa olmaz bir gündeminin var olduğu da unutulmamalı. Üstelik bu gündem, hangi etnik kökenden gelirse gelsin, hangi ideolojik yaklaşıma sahip olursa olsun hepimizi ilgilendiriyor.
Türkiye, yaşadığımız günlerde ve gelecekte, insanlığa bir şeyler söyleyebilmeyi düşünüyorsa, bunu bir taraftan açılımla sağlamaya çalışırken diğer taraftan da derinleşmek zorundadır.
Felsefede, düşüncede, metafizikte, dilde, sanatta, edebiyatta, ahlakta, adaletin tesisinde, eğitim anlayışında, insanı kavrayışında, geçmişi okuyuşunda, geleceğe bakışında derinleşebilmelidir ki açılım niyeti bir anlam ifade etsin. Kendisine bir dayanak noktası oluşturabilsin. Zaten bunlar olmadan açılım niyetlerinin başarıya ulaşması mümkün olur mu? Mevcut durumla, var olan önyargılarla, ideolojik saplantılarla, vehimlerle, tarih bilincinden yoksun, gelecek idealinden uzak bir anlayışla kim nereye açılım sağlayabilir? Hangi yöne, kime doğru, ne maksatla, hangi ideal için açılım?
Değerleriniz, düşünceniz, konuşacağınız sözünüz, şiiriniz, musikiniz, mimariniz, edebiyatınız, sanatınız olmadan siz, siz olabilir misiniz? Kendiniz olarak kalabilir misiniz? İnsanlığa sadra şifa bir şeyler sunabilir misiniz?
Başından beri açılım dendiğinde hep Hz. Mevlana’nın pergel metaforu canlanıyor gözümde. “İğneli ayağını kendi inancımıza sabitleyip, diğer ayağıyla yetmiş iki milleti dolaşmak”. Hani pergelin dolaşan kısmına sınır koymak istemeyiz. Olabildiğince açılmasını arzularız ve daha ziyade o tarafa odaklanırız. Evrensellik deriz, insanı insan olması cihetiyle kuşatabilmeyi arzularız. Ama nedense sabit olan tarafını pek düşünmeyiz.
Oysa Türkiye’nin bir yandan açılım sağlamaya çalışırken, diğer yandan ayağını sabitlediği yer üzerine de konuşması gerekiyor. Ne var orada? Kimler bize ne söylüyor? Referanslarımız neler? Hangi ortak paydalarda birleşebiliyoruz? Nerelerde ayrılıyoruz? Birlikteliklerimizi çoğaltmak mümkün mü? Ya da ayrılıklarımızı çatışmaya dönüştürmeden yaşayabilmek? Neler üretiyoruz? İnsanlığa önerebileceğimiz neler var? Sabit olan üzerine, kendimiz üzerine, bizi biz yapan değerler üzerine derinleşmek durumundayız. Böylelikle değişken olanı değiştirebilelim, evrensel olana açılabilelim.
Mesela Mevlana’nın kendisi bizler için sabit bir değer olma özelliğini koruyor mu? Yoksa o da farklı bazı açılımlara kurban mı ediliyor? Hak ve hakikat adına bir itminanın ve özgüvenin yansıması olarak söylediği sözde olduğu gibi bizler de insanları “Dön ve gel” diye çağırabileceğimiz bir şeylere sahip miyiz? Mevlana, neye davet ediyordu? Hakikate mi, yoksa günümüzde bazılarının onun öğretisini kullanarak yaptığı gibi belirsizliğe mi?
Açılıma derinlik kazandırmak derken bu meselenin bir veya birkaç alanda ve bugünden yarına halledilebilecek kolay bir mesele olmadığını da vurgulamak lazım.
“Stratejik Derinlik” gerekli ama tek başına yetmez. Bunun yanında “Metafizik Derinlik”, “Felsefi Derinlik”, “Siyaset ve Ahlak Derinliği”, “Adalet Derinliği”, “Edebiyat ve Sanat Derinliği”, “Kültür ve Medeniyet Derinliği”, … gerekiyor. Yeniden asıllara, köklere başvurmak gerekiyor, yenilenmek gerekiyor.
Belki de işe dil ve düşünce derinliğinden başlamak yerinde olur. Düşüncenin ufkunu çok zengin kavramlar ummanından uzaklaştırarak sadece bir kelimeyle sınırlandırdığınızda tabii ki hem dilde hem de tasavvur dünyanızda doğal olarak kısırlaşmayla yüz yüze geliyorsunuz. Nazar, itibar, tefekkür, tedebbür, tezekkür, taakkul, teemmül, re’y, istidlal, tefakkuh, mükaşefe, rüya gibi afaka ve enfüse dair düşünce süreçlerini ifade eden kavramlarımızın zenginliğine ve derinliğine ihtiyacımız var.
Eskiden olduğu gibi yeniden, farklılıkları zenginlik olarak görebilmeliyiz. Moderniteyle birlikte üzerimize ağan tekçi anlayışları sorgulamalıyız. Yöntem ve okuma farklılıklarından yeni yöntemler devşirebilmeliyiz. Felasifenin, kelamiyyenin, sufiyyenin, selefiyyenin usul ve yöntem farklılıklarını geniş dairede harmanlayarak günümüze aktaracak metodolojik yaklaşımlara, geleneksel olanla modern olanı buluşturacak külli bakış açılarına ihtiyacımız var.
Hamiyyet sahibi felsefecilere, ilahiyatçılara, şairlere, edebiyatçılara, tarihçilere, siyasetçilere ihtiyacımız var.
Kısaca ve tekrar ederek söylemek gerekirse her alanda derinleşmeye ihtiyacımız var.


Not: Yazı Atölyesi dergisinin ilk sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: