13 Şubat 2013 Çarşamba

Yüzyıllardır Yönetime Yön Veren Değerler


YÜZYILLARDIR YÖNETİME YÖN VEREN DEĞERLER (Kısa Bir Derleme)
AYETLER
“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.” (Nisa 4/58)
"Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak, adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın). Çünkü Allah ikisine de daha yakındır. Adaleti yerine getirebilme konusunda heva ve hevesinize uymayın. Eğer gerçeği çarpıtır veya şahitlikten yüz çevirirseniz, bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (Nisa, 4/135).
"Ey iman edenler, Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletsizliğe itmesin. Adil davranın, takvaya yakışan budur. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (Maide, 5/8).
"Allah, adaleti, ihsanı ve akrabalara yardımda bulunmayı emreder. Her türlü hayasızlığı, kötülüğü ve azgınlığı da yasaklar. Düşünüp tutasınız diye sizlere öğüt verir." (Nahl, 16/90).
"Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; onun için insanlar arasında adaletle hükmet; nefsin isteklerine uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır. Kuşkusuz, Allah yolundan sapanlara, hesap verme gününü unutmaları yüzünden çok ağır bir azap vardır." (Sad 38/26)
“O mü’minler ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı ikame eder, zekatı verirler, iyiliği emrederler ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” (Hac 22/41)
 “(İman eden ve Rablerine güvenen mü’minler) büyük günahlardan ve hayasızlıklardan kaçınırlar, öfkelendiklerinde dahi bağışlarlar. Rablerinin çağrısına uyarlar, namazı özenle kılarlar. İşleri aralarındaki danışma ile yürür. Kendilerine verdiğimiz rızıktan başkaları için harcarlar. Kendilerine haksız bir saldırı yapıldığında elbirliğiyle kendilerini savunurlar.” (Şura 42/36-39)
“Sen onlara sırf Allah'ın lütfettiği merhamet sa­yesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah'a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.” (Al-i İmran 3/159)
“Hiçbir peygamber savaşanla­rın hakkını zimmetine geçirmez. Kim böyle bir haksızlık yaparsa kıyamet gü­nü, zimmetine geçirdiğini yüklenmiş olarak gelir; sonra, herkese kazanmış ol­duğunun karşılığı kendileri haksızlığa uğratılmaksızın tastamam ödenir.” (Al-i İmran 3/161)

HADİSLER
"Hepiniz gözeticisiniz, gözettiklerinizden sorumlusunuz. Lider bir gözeticidir, yönettiklerinden sorumludur. Adam ailesinin gözeticisidir, onlardan sorumludur. Kadın, kocasının evinde gözeticidir, görevli olduğu işten sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının gözeticisidir, ondan sorumludur..." Buhârî

"Adil davrananlar, Allah katında, Rahmanın sağındaki nurdan minberler üstündedirler. Onlar, hükümlerinde ve ailelerinde, başta bulundukları sürece âdil davrananlardır." Müslim.
"Allah, bir yönetici için iyilik isterse, ona iyi bir yardımcı ihsan eder ki, unuttuğu zaman hatırlatır, hatırladığı zaman da ona yardım eder. Hayrını istemezse, ona kötü bir yardımcı verir ki, unutunca hatırlatmaz, hatırlayınca da yardım etmez"  Ebû Dâvud
“Bir memleketi yöneten idareci elleri bağlanmış olarak kıyamet günü getirilir, adaleti onu kurtarır, zulmü ise helak eder.” Ahmed bin Hanbel

Hz. ALİ, NEHCÜ’L-BELAĞA
(Abdullah bin Abbas’ı Basra’ya vali tayin ettiğinde verdiği öğütlerden)
“İnsanları yüzünle, meclisinle, hükmünle ferahlat, hoşnut et. Öfkeden sakın. Çünkü öfke, şeytanın insanı aldatmak için iğva ettiği kötü bir şeydir. Bil ki seni Allah’a yaklaştıran her şey ateşten uzaklaştırır, Allah’tan uzaklaştıran her şey de seni ateşe yaklaştırır.” (Hz. Ali, Nehcü’l-Belağa, çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı, Der Yayınları, İstanbul, 1990, s. 361)
(Muhammed bin Ebu Bekr’i Mısır’a vali tayin ettiğinde verdiği emirnameden)
“Onların üstüne kanatlarını ger, onlara iyi muamelede bulun, yüzün güleç olsun. Bakışta da görüşte de bir tut onları. Böylece büyükler kendilerine meylettiğini sanmasınlar, zayıflar adaletinden meyus olmasınlar. Çünkü Allah, yaptıklarınızın küçüklerini, önemsizlerini de soracaktır, büyüklerini, önemlilerini de. Gizli yaptıklarınızı da soracaktır, aşikar olarak işlediklerinizi de. Azaba uğrarsanız, sizsiniz kendinize fazlasıyla zulmeden; bağışlarsa O’dur fazlasıyla lutfeden. (Hz. Ali, Nehcü’l-Belağa, çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı, Der Yayınları, İstanbul, 1990, s. 365)
(Malik Eşter’i Mısır’a vali tayin ettiğinde yazdığı ahitnameden)
“… İdaren altındaki şehirlerin düzene girmesi, halkın huzura kavuşması için daima bilginlerle görüş, bu hususta düşünceli kişilerle danış.
Bil ki halk sınıflara ayrılmıştır. O sınıfların bir kısmı öbür kısmının düzene girmesiyle düzelir, huzura erer. Bir kısmının öbür kısmından müstağni kalmasına imkan yoktur.
Bu sınıflardan biri, Allah ordusudur, askerlerdir. Biri umumi ve hususi işleri düzene sokan katiplerdir. Biri adaletle hükmeden kadılardır. Biri insafla, yumuşaklıkla kullar arasında hükmeden, beytülmal işlerini gören kişilerdir. Biri Müslümanların amânına girmiş olan ve cizye veren Kitap ehlidir. Biri vergi veren Müslümanlardır. Biri alış verişle uğraşanlar ve sanat ehli olanlardır. Bir de ihtiyaç sahibi olan yoksul kişilerdir ki bunlar bu sınıfların en aşağı tabakasıdır. Bunların hepsinin adlı adınca Allah katında payı vardır. Kitabında yahut -Allah’ın salatı ona ve soyuna olsun- peygamberinin sünnetinde haddi konmuş, farzı bildirilmiştir ki bu ahid, katımızda korunmaktadır.
Askerler, Allah’ın izniyle halkın sığınaklarıdır, valilerin ziynetleridir. Dinin üstünlüğü, eminlik ve esenlik yolları onlarla korunur. Halk ancak onlarla kalkınır, huzura kavuşur. Askerler Allah’ın emriyle alınan vergiyle beslenebilirler. Düşmanlarına karşı o sayede güç kuvvet sahibi olurlar. Düzene girmeleri ancak o vergiye dayanılarak olur, neye ihtiyaçları varsa onunla düzene sokulur.
Sonra bu iki sınıf ancak üçüncü sınıfla, kadılar, zekat ve vergi memurları ve katiplerle nizama girer. Onlar halkın işlerini düzene sokarlar, faydalı şeyleri toplarlar, ileri gidenlerin de, aşağı olanların da işleri onların sayesinde emniyete kavuşur.
Bütün bu sınıfların ayakta durmaları, tacirlerle, sanatkarlarla mümkündür. Onlar halkın muhtaç olduğu şeyleri toplarlar, çarşılara, pazarlara dökerler, böylece başka sınıfların yapamayacağı şeyleri yaparlar.
Sonra ihtiyacı olan, yokluk içinde bulunan aşağı tabaka gelir. Bunları görüp gözetmek, bunlara yardım etmek gerektir. Allah katında bu sınıfların hepsinin de genişliği vardır, hepsinin de yeri vardır, ihtiyaçlarının giderilmesi, hallerinin düzene sokulması icap eder. Bu da valinin vazifesidir. Valinin, Allah’ın emirlerini gereği gibi yapar, halkın düzenine çalışır, çabalarken Allah’tan yardım dilemesi, hakka riayet etmesi, bu işler kendisine hafif gelsin, ağır gelsin dayanması gerektir.” (Hz. Ali, Nehcü’l-Belağa, çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı, Der Yayınları, İstanbul, 1990, s. 372-373)

“Akıl gibi zenginlik, bilgisizlik gibi yoksulluk, edep gibi miras, danışmak gibi arka olmaz.” (Hz. Ali, Nehcü’l-Belağa, çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı, Der Yayınları, İstanbul, 1990, s. 412)
“Bir evdeki gasp edilmiş bir tek taş, o evin yıkımı için rehin edilmesi demektir. (onun yıkılmasının garantisidir.)” (Hz. Ali, Nehcü’l-Belağa, çeviren: Abdülbaki Gölpınarlı, Der Yayınları, İstanbul, 1990, s. 440)   

MAVERDİ, NASİHATÜ’L-MÜLUK
“Şu da bilinmesi gereken bir gerçektir ki, idarecinin süsü toplumun düzenidir. Toplum din ve dünya bakımından ne kadar zengin ve yüce olursa, memleketi mamur ve ferah içinde olursa, idarecinin gücü o oranda büyük, saygısı o nispette yüce olur. Ancak toplum ve memleketi ne kadar düşük ve aşağı olursa Melik de o derece bayağı, geliri düşük, övünç vesileleri o nispette az olur. Siyasetçi melikin kendi tebaasının evlerini harabeye çevirerek kendi evini mamur kılmak istemesi yaraşmaz.” (Maverdi, Nasihatü’l-Müluk, “Siyaset Sanatı”, çeviren: Mustafa Sarıbıyık, Kırk Ambar Yayınları, İstanbul, 2000, s. 284)

NİZAMÜLMÜLK, SİYERÜ’L-MÜLUK (Siyasetname)
“Padişah için haftada iki gün Mezalim’e oturmaktan, haklıyı haksızdan ayırmaktan, adalet dağıtmaktan, raiyyetinin sözünü, vasıtasız, kendi kulağı ile işitmekten başka çare yoktur… Zira cihan hakiminin zulme uğrayanlar ve adalet isteyenleri haftada iki gün huzuruna davet ettiği ve sözlerini dinlediği haberi memlekette yayılınca, bütün zalimler korkarlar, ellerini çekerler, kimse cezalandırılma korkusu ile zulüm ve yağmaya cesaret etmez.” (Nizamülmülk, Siyerü’l-Müluk, “Siyasetname”, çeviren: Mehmet Altay Köymen, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1990, s. 18)
“İşlerde danışmak kavi reylilikten olur… Netice olarak karşısına bir iş çıkınca padişah, herkesin aklına geleni söylemesi, ortaya atılan fikri her birinin sözü ile karşılaştırması, doğru olanı tercih etmesi için ihtiyarlar, alimler ve dostları ile meşveret etmeyi vazife bilmelidir. İşlerde müşavere etmemek, zayıf fikirlilikten olur.” (Nizamülmülk, Siyerü’l-Müluk, “Siyasetname”, çeviren: Mehmet Altay Köymen, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1990,s. 117)

GAZZALİ, ET-TİBRU’L-MESBUK Fİ NASİHATİ’L-MÜLUK
“Ey Sultan! Önce insanları idare etmenin kıymetini biliniz, onun tehlikelerini de öğreniniz. Çünkü liderlik büyük bir nimettir. Eğer onu hakkıyla yerine getirirseniz, kendisinden sonra başka mutluluk düşünülemeyen bir saadete ulaşırsınız. Şayet onun hakkını yerine getirmeyip, zulümden geri durmazsanız, kendisinden sonra ancak kafirliğin olabileceği bir bedbahtlığa düşersiniz. Devlet idaresinin kıymet ve büyüklüğü hakkında peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Sultanın bir günlük adaleti, Allah’a karşı yapacağı yetmiş yıllık nafile ibadetinden daha üstündür.” (Gazzali, et-Tibru’l-Mesbuk fi Nasihati’l-Müluk, “Yöneticilere Altın Öğütler” çeviren: Hüseyin Okur, Semerkand yayınları, İstanbul 2004, s. 43)
“Ey Sultan! Sen sadece kendi elini zulümden çekmekle yetinme. Kendini zulümden uzak tuttuğun gibi hizmetçilerini, yakınlarını, görevlilerini ve kapını bekleyenleri de terbiye edip güzelleştirmen gerekir. Onların zulmüne razı olma. Çünkü sen kendi zulmünden sorgulanacağın gibi onların işlediği zulümlerden de hesaba çekileceksin.” Gazzali, et-Tibru’l-Mesbuk fi Nasihati’l-Müluk, “Yöneticilere Altın Öğütler” çeviren: Hüseyin Okur, Semerkand yayınları, İstanbul 2004, s. 61)
“Şunu kesin olarak bil ki, Allah insanlar içinden iki grubu seçkin yaratmıştır: Bunlar peygamberler ve devlet adamlarıdır. Allah, peygamberleri, kullara, Yüce Allah’a nasıl kulluk yapacaklarını öğretmek ve O’nu tanıma yolunu açıklamak için göndermiştir. Devlet başkanlarını ise, insanları birbirlerine karşı taşkınlık ve düşmanlık yapmaktan korumak için seçmiş, düzenin ve bozulmanın ipini onların eline vermiş, hikmetiyle halkın menfaat ve faydasını onlara bağlamış, kudretiyle onları en şerefli bir makama getirmiştir. Bu konuda gelen bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Hakkı ayakta tutan sultanlar yeryüzünde Allah’ın gölgesidir.” (Gazzali, et-Tibru’l-Mesbuk fi Nasihati’l-Müluk, “Yöneticilere Altın Öğütler” çeviren: Hüseyin Okur, Semerkand yayınları, İstanbul 2004, s. 107)

ABDURRAHMAN EŞ-ŞEYZERİ, EN-NEHCÜ’L-MESLUK Fİ SİYASETİ’L-MÜLUK
“Haberin olsun ki, adalet, devlet başkanında bulunması gereken niteliklerin en yücesi ve devlet varlığı için en gerekli olanıdır. Zira adalet, halkın yöneticiye itaat etmesini sağlar ve yöneticiyle vatandaşı birbirine yakınlaştırır. Adalet ile işler yolunda gider, ekonomi düzelir, toplum refah ve mutluluğa erer. Diğer erdemli işler de adalet ile tamamlanır.” (Abdurrahman eş-Şeyzeri, en-Nehcü’l-Mesluk fi Siyaseti’l-Müluk, “Devlet Başkanının Nitelikleri”, çeviren: Osman Arpaçukuru, İlke Yayıncılık, İstanbul, 2003, s. 52)
“Haberin olsun ki, zulüm, adalete uymayan harekettir. Zulmün sürekliliği, halkın siyasal iktidara olan sadakat ve bağlılığını sarsar ve verdiği desteği geri çekmesine yol açar. İnsanları isyan ve başkaldırıya teşvik eder. Yeryüzünü ve insanların vicdanını zulümden daha çabuk yıkan, darmadağın eden ikinci bir şey daha yoktur. Çünkü zulmün duracağı bir sınırı ve sonu yoktur. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Kıyamet günü azapça insanların en kötüsü, Allah’ın kendisini halkın yönetimine getirip de sahip olduğu güçle insanlara zulmeden yöneticidir.” (Abdurrahman eş-Şeyzeri, en-Nehcü’l-Mesluk fi Siyaseti’l-Müluk, “Devlet Başkanının Nitelikleri”, çeviren: Osman Arpaçukuru, İlke Yayıncılık, İstanbul, 2003, s. 103)

İBN TEYMİYE, ES-SİYASETÜ’Ş-ŞER’İYYE Fİ ISLAHİ’R-RAİ VE’R-RAİYYE
“En iyi ve mükemmel siyasetçiler, vacipleri yerine getirip, haramları terk edenlerdir. Böyleleri vermekle dinin düze çıkması mümkün olunca ödeme yaparlar, kendilerine ise ancak mübah kılınanı alırlar. Allah’ın emir ve yasaklarından biri çiğnenince Rableri için gazaplanırlar ve kendileri hakkındakini affederler. Hz. Peygamber’in harcama ve ödemedeki tutumu işte budur; aynı zamanda bu en mükemmel hareket yoludur.” (İbn Teymiye, es-Siyasetü’ş-Şer’iyye fi Islahi’r-Rai ve’r-Raiyye, “Siyaset”, çeviren: Vecdi Akyüz, Dergah Yayınları, İstanbul, 1985, s. 88)

LÜTFİ PAŞA, ASAFNAME
“Makam sahiplerini bir iki şikayetçi nedeniyle görevinden almamak gerekir. Şikayet edilen, gerek beylerden olsun, gerekse kadılardan olsun, eğer hakkında bir iki defa şikayet olunursa, veziriazam ona öğüt yollu bir mektup gönderip, nasihat etmelidir. Eğer bununla yola gelmez, şikayetçileri de şikayetlerinde ısrar ederlerse, görevden alınması gerekir. Veziriazam olan şahsın kadir kıymet bilir olması gerekir. Herkesin değerini gerek soyu yönünden, gerek bilgisi yönünden ve gerekse hizmeti yönünden bilmeli ve buna göre görev vermelidir.” (Lütfi Paşa, Asafname, hazırlayan: Ahmet Uğur, Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları, Ankara, 1982, s. 20)

KINALIZADE ALİ ÇELEBİ, AHLAK-I ALAİ
Dayire-i Adliyye
Adldir mucib-i salah-ı cihan
Cihan bir bağdır divarı devlet
Devletin nazımı şeriattir
Şeriate olamaz hiç haris illa mülk
Mülk zabt eylemez illa leşker
Leşkeri cem edemez illa mal
Malı kesb eyleyen raiyyettir
Raiyyeti kul eder padişah-ı aleme adl
 (Kınalızade Ali Çelebi, Ahlak-ı Alai, hazırlayan: Mustafa Koç, Klasik yayınları, İstanbul, 2007, s. 539)
“Adalet dünyanın kurtuluşunu sağlar. Dünya, duvarı devlet olan bir bağdır, devleti düzenleyen şeriattır, hükümdar olmadan şeriat korunamaz, askersiz hükümdar duruma hakim olamaz, mal olmadan hükümdar asker toplayamaz, malı hasıl edecek olan halktır, halkı padişaha kul eden ise adalettir.”

DEFTERDAR SARI MEHMET PAŞA, NESAYIHÜ’L-VÜZERA VE’L-ÜMERA
“Adalet üzre harekete sa’y ü ictihad cümle hükkam üzerine lazımdır. Lakin padişahlara cümleden ziyade ehem ve elzemdir. Zira adl, tevfir-i hazine ve teksir-i raiyyete müeddidir. Hazine ise reaya kesretinden ve memleket mamurluğundan hasıl olur. Memleketin imareti ise adl iledir. Bir memleket ki harabola maldan binasip ve halkı gınada binisap olmalıdır. Nitekim denilmiştir:
Mülk durmaz eğer olmazsa rical
Lazım amma ki ricale emval
Mal tahsili raiyetten olur
Bağ u bostan zıraatten olur
Olmasa adl reaya durmaz
Adlsiz çetr ikamet kurmaz
Adldir asl-ı nizam-ı alem
Adlsiz saltanat olmaz muhkem
Mülkde zelzele gaflettendir
Terk-i ahkam-i şeriattendir
Bağıban etmeyicek çeşmini baz
Bağına herkes eder desti dıraz. 
(Defterdar Sarı Mehmet Paşa, Nesayıhü’l-Vüzera ve’l-Ümera, “Devlet Adamlarına Öğütler”, derleyen ve çeviren: Hüseyin Ragıp Uğural, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1969, s. 23)

Veli KARATAŞ

Sivil Bakış dergisinin 2. sayısında (Eylül-Ekim-Kasım 2011) yayınlanmıştır. 

26 Ocak 2013 Cumartesi

Bereket Üzerine


Bereket Üzerine
Bazı kavramları günümüzün modern ve seküler telakkileri çerçevesinde anlamak ve anlamlandırmakta güçlük çekiyoruz ve maalesef çoğu zaman anlayamıyoruz. Çünkü mevcut eşya ve dünya algısıyla bu, pek mümkün değil. Gelenekselci ekolün isabetle teşhis ettiği gibi günümüzde “Niceliğin egemenliği” söz konusu. Her şey sayısallaştırılıyor, her nesne, sebep sonuç ilişkileri katılığında ve çoğunlukla sadece insana bakan yüzüyle değerlendiriliyor. Fiziki boyutun dışında metafizik boyut göz ardı ediliyor. Metafizik alemden fizik aleme birer nimet, canlılık, rızık, bereket, hayatiyet, armağan şeklinde yansıyan ikramlar, ihsanlar, lütuflar, dokunuşlar, modern ve seküler duvara ve niceliğin katılığına çarptığında büyük ölçüde modern zihinlere yabancı kalıyor.
Günümüz insanına yabancı kalan (daha doğrusu günümüz insanının yabancılaştığı) kavramlardan biri de berekettir. Bereket hem ayetlerde hem hadislerde sıkça ve derin anlam zenginliğiyle kullanılan kavramlardan biridir. Geçmiş zamanlarda, ama doğru ama yanlış bütün dinlerde ve toplumlarda karşımıza çıkan bir olgudur. İlahi dinlerdeki doğru tanımlamaların yanında beşeri telakkilerde bazen bir inek, bazen bir nehir, bazen suyun kendisi, bazen tanrılaştırılan bir figür olarak karşılaşırız, bereketle. Semavi metinlerde olduğu gibi beşeri anlayışlarda da bereket, canlılığın, rızkın, genişliğin, bolluğun bir sembolü olarak, çokça atıfta bulunulan bir kavramdır. Ama günümüzde neredeyse unutulmaya başlanmıştır. Hele metropol hayatının koşuşturmaları arasında neredeyse farkına varılamamaktadır.
Nedir Bereket?
Bereket, saadet, mutluluk, nimetin devamı, bolluk, hayır, huzur, çokluk, uğurluluk, artış, ziyade, nema, genişlik, feyiz, sebat, devamlılık, süreklilik, istikrar ve istimrar, kutsal ve yüce oluş, azamet, ululuk gibi anlamlara gelmekte; iyi ve hoş karşılanan bir şeyin süreklilik arz edişi, fayda ve hayrın devamlılığı ve çokluğu, maddi anlamda bolluk, manevi anlamda saadet gibi manalarla izah edilmektedir.
Bereket sadece niceliksel çokluk olarak görülmemelidir. Günümüzde pek çoklarının düştüğü “sayısal çokluk” yanılgısı, Kur’an’ın gözünde hele hele bereket açısından hiçbir anlam ifade etmemektedir. Nitekim meşhur Karun örneğinde olduğu gibi sayısal açıdan çok fazla olan servet, bırakın bereketli olmayı maalesef inkara götüren ve helaki getiren bir unsur olarak nazara verilmektedir. (Kasas 28/76-82)
Günümüzde bereketsizliğin en çok hissedildiği alan zamanla ilgilidir. Zaten modern kavramının kendisi de zamanla ilgili bir kavramdır. Ve belki de ironik bir şekilde modern zamanlara, “zamanın bereketinin kalmadığı anlar” denilse çok da abartılmış olmaz. Yaşadığımız günler itibariyle zamanın hızla akıp gitmesi yanında çoğunlukla boş bir şekilde akıp gitmesi söz konusudur. Asr suresinde belirtildiği gibi zamanın bu hızlı ve boş bir şekilde akıp gidişi insanlığın zararına bir durumdur. Bu zararlı gidişe dur diyebilmek için iman etmek, bu imanın gereği olan salih amellerle güzel bir hayat yaşamak, hakkı tavsiye ederek adeta bu zararlı gidişe dur demek ve bunun neticesinde olabileceklere karşı da sabrı kuşanmak gerekmektedir.
“Malın bereketi artması, çoğalmasıdır. Evin bereketi genişliği, rahatlığı, huzuru ve sakinliğidir. Gıdanın bereketi bolluğu, temizliği ve helalliğidir. Aile fertlerinin bereketi çokluğu ve güzel ahlakıdır. Aile müessesesinin bereketi eşlerin uyumlu, düzenli ve anlayışlı olmalarıdır. Zamanın bereketi genişliği ve yapılması gereken işin vaktinde yerine getirilebilmesidir. Sağlığın bereketi güçlü bir beden ve mutlu bir hayattır. Ömrün bereketi uzun olması ve iyi işlerle geçmiş olmasıdır. İlmin bereketi ise kapsam, beceri ve yetkinliktir.”
Kur’an-ı Kerim’de Bereket
Kur’an-ı Kerim’deki kullanımlara baktığımızda her şeyde olduğu gibi merkezde Allah vardır. Allah Teala aşkın ve yüce bir varlık olarak, bereketin de kaynağıdır. Kur’an’da Yüce Rabbimiz, kendisini aşkınlık, yücelik, varlıklara benzememe anlamlarında ve farklı kalıplarda “Tebâreke” ifadesiyle tanıtmaktadır. (Araf 7/54, Mü’minun 23/14, Furkan 25/1, 10, 21, Mü’min 40/64, Zuhruf 43/85, Rahman 55/78, Mülk 67/1) 
Baz peygamberler (İbrahim, İshak, Musa, İsa) için bereket kökünden gelen kelimeler kullanılmıştır. (Meryem 19/31, Saffat 37/113, Neml 27/8)
Yeryüzü bereketlendirilmiştir. (Araf 7/137, Fussilet 41/10, Enbiya 21/81, Sebe 34/17)
Yağmur mübarek kabul edilmiştir. (Kaf 50/9)
Zeytin ağacı mübarek kılınmıştır. (Nur 24/35)
Tur Dağı ve çevresi mübarektir. (Kasas 28/30)
Mescid-i Aksa ve çevresi mübarektir. (İsra 18/1)
Mekke ve Kabe mübarektir. (Al-i İmran 3/96) 
Kur’an, mübarek bir gecede indirilmiştir. (Duhan 44/3)
Ve Kur’an’ın kendisi de mübarektir. (En’am 6/92, 155, Enbiya 21/50, Sad 38/29)
Kur’an-ı Kerim’de bereket kavramı etrafında yukarıdakilerden farklılık arz eden kullanımlar da söz konusudur. Mesela Araf suresi 96. ayette “iman ve takva olursa göklerin ve yerin bereket kapıları açılır” ifadesine yer verilmektedir. Bereket kelimesi kullanılmamakla beraber Nahl suresi 112. ayette de bunun tam tersi olarak “bol bol nimetin verildiği bir şehrin nankörlükleri sebebiyle kıtlığa ve açlığa mahkum olması” örneği verilmektedir. Yine nimetlere şükretmekle nimetlerin artırılacağı belirtilirken (İbrahim 14/7), şükürsüzlük sebebiyle nimetlerin alınacağına dikkat çekilmektedir. (Kehf 18/32-44, Sebe 34/15-18)
Kur’an perspektifinde vahiy ve nübüvvet insanlık için en büyük berekettir. Kur’an’da yeryüzünün mübarek kılınması ve yağmurla bereketin artırılması anlamında maddi bereket ve bolluk olgusuna dikkat çekildiği gibi, manevi dünyanın, kalplerin ve ruhların bereket kaynağı olarak bizzat Kur’an’a da dikkat çekilmektedir. Bizler çoğunlukla gaflet ve ülfet perdesinden dolayı çevremizdeki bereketli dünyayı da vahyin bereketli ve diriltici soluğunu da tam manasıyla idrak edemiyoruz.
Hadis-i Şeriflerde Bereket
“İçinde Kur’an okunan ev, aile fertlerine okyanuslar gibi genişler. Melekler oraya iner, şeytanlar ise oradan kaçar. O ev hayır ve bereketle dolar. Kur’an okunmayan ev aile fertlerine daralır, melekler orayı terk eder, şeytanlar ise oraya musallat olur. O evin hayır ve bereketi kaçar.” (Tirmizi, Fezailü’l-Kur’an, 14; Darimi, Fezailü’l-Kur’an, 1)
“Hz. Enes anlatıyor: Allah resulü bana: “Oğlum evine gittiğin zaman selam ver, bu sana ve ev halkına bereket olur.” buyurdu. (Tirmizi, İsti’zan, 10)
“Hz. Enes anlatıyor: Resulullah bana beş huyu tavsiye etti: “Ey Enes, abdesti güzel şekilde al ki ömrün artırılsın. Ümmetimde karşılaştığına selam ver ki sevapların artsın. Evine girdiğinde hane halkına selam ver ki evin hayrı ve bereketi çoğalsın…” (Tirmizi, İsti’zan, 6)
Hz. Enes (r.a) anlatıyor: "Resulullah (s.a.s) buyurdular ki: "Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket var." (Buhârî, Savm, 20; Müslim, Sıyâm, 45; Tirmizî, Savm, 17; Nesâî, Savm, 18)
Hakim İbn Hizâm (r.a) anlatıyor: "Hz. Peygamber (s.a.s) buyurdu ki: "Alıp-satanlar" birbirlerinden ayrılmadıkça (vazgeçmekte) muhayyerdirler. Alıp-satanlar alış-verişi sıdk ve doğruluk üzere yapar (kusuru) beyan ederlerse alış-verişleri her ikisi hakkında da mübarek kılınır. Yalan söylerler, (kusurları) gizlerlerse, belli bir kâr sağlasalar bile, alış-verişlerinin bereketini kaybederler." (Buhari, Büyu’ 19; Müslim Büyu’ 47)
“Yalan yere edilen yemin, malın sürümünü artırsa da bereketini yok eder.” (Buhari, Büyu’25)
Hz. Peygamber, ganimetler dağıtılırken kendisinden ısrarla daha çok mal isteyen Hakim ibn Hizam’a şöyle demiştir: “Ey Hakim, bu dünya malı göz alıcı ve tatlıdır. Kim buna karşı engin bir gönülle ve göz dikmeksizin sahip olursa kendisi için malı bereketlenir. Ama kim de hırs ve tamahla dolu bir kalple dünyayı arzularsa, onun için malın bereketi kaçar.” (Buhari, Rikak 11; Nesai, Zekat 93)
Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: "Resûlullah'a (s.a.s) (yılın turfanda) ilk meyvesi getirildiği zaman şöyle buyururlardı: "Allahım, bize Medine'mizi, meyvelerimizi, müddümüzü, sa'ımızı bereket üzerine bereketle mübarek kıl." Resûlullah bu şekilde dua ettikten sonra getirilen meyveyi, orada hazır olan çocuklardan en küçüğüne verirdi." (Buhari, Büyu’ 53)
Resûlullah (s.a.s) buyurdular ki: "Sadaka malı eksiltmez.'' (Müslim, Birr ve Sıla, 69; Tirmizi, Birr ve Sıla, 82)
“Bir kimse helal kazancından tek bir hurma sadaka verse, Allah onu öylesine kabul eder ki (zaten Allah ancak helal olanı kabul eder) sizin tayınızı özenle büyüttüğünüz gibi, bu hurmayı dağ kadar olana dek büyütüp, bereketlendirir.” (Buhari, Eşribe, 31, Megazi, 36, Menakıb 25)
 “Yemeği topluca yiyin ve başlarken besmele çekin ki bereketli olsun.” (Ebu Davud, Et’ime 14)
“Yemeğin bereketi yemekten önce ve sonra elleri yıkamaktır.” (Ebu Davud, Et’ime 11)
“Bereket yemeğin ortasına iner. Bu sebeple yerken önünüzden yiyin.” (Ebu Davud, Et’ime 17)
“Rızkının genişlemesini ve ömrünün uzamasını arzu eden, akrabalarını görüp, gözetsin. (Sıla-i rahime dikkat etsin)” (Buhari, Büyu’ 13)
“Allahım! Ümmetimden erken kalkanların işlerine bereket ver.” (Tirmizi, Büyu’ 6)

Bereketi Sağlayan Sebepler
“Bereket ve Rahmet-i İlahiyye Anbarlarının En Büyük Anahtarları İman ile Takvadır.”
“Eğer mahv ü helak olan memleketlerin asi halkı, (Allah Teala’ya ve kitaplarına ve peygamberlerine) iman etmiş olsalardı, (şirk ve küfür gibi kebairden ve sair haramlardan) korunsalardı, onların üzerine (gökten bol ve bereketli yağmurlar yağdırır, yerden de güzel otlar bitirir, böylece) göğün ve yerin bereket kapılarını açar idik. Lakin o mahvolan ahali, (Allah’ı, kitaplarını ve resüllerini) tekzip ettiler de biz de onları, kazandıkları masiyetler sebebiyle helak ettik.” (Araf 7/96)
“Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona sıkıntılardan çıkış kapıları açar. Onu hiç ummadığı yerlerden rızıklandırır.” (Talâk, 65/2-3)
“Eğer şükrederseniz verdiğim nimetleri daha da artırırım.” (İbrahim 14/7)
“İndirdiğimiz bu Kuran, kendinden önceki kitapları tasdik eden, bereket kaynağı bir kitaptır.” (Enam 92)
İman ve takva yanında bazı ibadetler ve bazı taatler de berekete vesile olur. Ayetlerin ve hadislerin vurgu yaptığı bereket vesileleri olarak şunları sayabiliriz:
Besmele, namaz kılmak, ailesiyle birlikte namaza devam etmek, Kur’an okumak, dua etmek, zekat, infak, sadaka, selamlaşma, şükür, tevekkül, kanaat, iktisatlı olmak, ana-babaya ihsan, sıla-i rahim, yaşlılara hürmet, sahur.
Bunlara ilaveten tevbe ve istiğfarı çoğaltmak, haramlardan sakınmak, abdestli dolaşmak, evlenmek gibi tavsiyeler de bereketin vesileleri olarak değerlendirilmektedir.
Bereketsizliğin Sebepleri
Bereketsizliğe sebep olan hususların başında da küfür, israf, nimetlere nankörlük gibi günahlar gelmektedir.
Bunların dışında yine ayetlerde ve hadislerde anlatılan bereketsizlik sebepleri olarak şunları sayabiliriz:
Allah’a ve peygamberlere karşı gelmek, nimetlere karşı nankörlük etmek, faiz yemek, israf, hırs ve tamah, şükürsüzlük, kanaatsizlik, ana-babaya isyan, yaşlılara hürmetsizlik, akrabalık bağlarını gözetmemek.

Yararlanılan Kaynaklar
Öğüt, Hacı Cemal, Bereket ve Rahmet-i İlahiyye Bürhanlarına Dair Kırk Hadis-i Şerif, Ahmet Sait Matbaası, 1951
Tümer, Günay, “Bereket” maddesi,  Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 5. Cilt, s. 487-489, İstanbul, 1992
Martı, Huriye, Kur’an ve Sünnet Perspektifinden Bereket Olgusu, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2008, sayı: 25, s. 87-100
Demirel, Serdar, Modern Zamanlarda Bereket, (http://www.darulhikme.org.tr/default.asp?sf=yazar&haberid=101&ktg=18)


İGİAD, İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği'nin bülteninde yayınlanmıştır. Ocak 2012, sayı: 26

21 Ocak 2013 Pazartesi

Uzaklardan Bir Düşünür: Seyyid Muhammed Nakib el-Attas


UZAKLARDAN BİR DÜŞÜNÜR: SEYYİD MUHAMMED NAKİB EL-ATTAS


Hayatı
Nakib el-Attas, 1931’de Endonezya’nın Java eyaletine bağlı Bogor şehrinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Endonezya ve Malezya’da tamamladı. 1952-55 yılları arasında İngiltere’nin ünlü askeri okulları Eton Hall (Wales) ve Royal Military Academy (Sandhurst)’de askeri eğitim aldı. Askeri eğitimini yarıda bırakarak 1957 yılında Singapur’daki Malaya Üniversitesi’ne kayıt yaptırdı. “Raniri ve 17. Yüzyılda Açe’de Vücudiyye Hareketi” adlı teziyle 1962 yılında McGill Üniversitesi’ne bağlı İslami Araştırmalar Enstitüsü’nden yüksek lisans derecesini aldı. Aynı yıl London Üniversitesi’ndeki Doğu ve Afrika Çalışmaları Bölümü’nde (SOAS) doktora çalışmalarını tamamladı ve Arthur Arberry ve Martin Lings’in idaresinde “Hamza Fansuri’nin Mistisizmi” adlı teziyle doktor oldu.
1965’te Malezya’ya dönen el-Attas, Malaya Üniversitesi, Malay Araştırmaları, Edebiyat Bölüm başkanlığına getirildi. 1968-70 yılları arasında Sanat Akademisi’nin dekanlığını yaptı. 1973’te Malezya Milli Üniversitesi’nde Malay Dili, Edebiyatı ve Kültürü Enstitüsü’nü kurdu ve başkanlığını yaptı.
1987’de, İslami bir düşünce ve bilim geleneğinin ihyası amacıyla Uluslararası İslam Düşüncesi ve Medeniyeti Enstitüsü’nü (International Institute of Islamic Thought Civilization, ISTAC) kurdu. İlerlemiş yaşına rağmen üniversitelerde dersler ve konferanslar yoluyla engin birikimini genç nesillere aktarmaya devam etmektedir.

Eserleri
The Correct Date of the Terengganu Inscription; The Oldest Known Malay Manuscript: A 16th Century Malay Translation of the `Aqa’id of al-Nasafi; Islam in the History and Culture of Malays ; Comments on the Re-Examination of Al-Raniri’s Hujjat au’l Siddiq: A Refutation; Raniri and the Wujudiyyah of 17th Century Acheh; Some Aspects of Sufism as Understood and Practised Among the Malays; The Mysticism of Hamza Fansuri; The Concept of Education in Islam; Islam, Secularism and Philosophy of Future; Islam and the Philosophy of Science; Prolegomena to the Metaphysics of Islam: An Exposition of the Fundamental Elements of the Worldview of Islam; Historical Fact and Fiction.
Düşünce alanında temel görüşlerini içeren iki eseri vardır. Bunlardan “Islam, Secularism and Philosophy of Future”, İslam Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi adıyla Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç tarafından Türkçeye kazandırılmıştır. “Prolegomena to the Metaphysics of Islam: An Exposition of the Fundamental Elements of the Worldview of Islam” ise Türkçeye kazandırılmayı beklemektedir.

Çağdaş İslam Düşüncesindeki Yeri
El-Attas’ın çağdaş İslam düşüncesindeki yerini modernizm-sekülerizm karşıtlığıyla şekillenen ve gelenek yanlısı bir yaklaşım olarak ifade edebiliriz. Yalnız buradaki gelenek, İranlı düşünür Seyyid Hüseyin Nasr’ın ve Guenonyen ekolün savunduğu anlamda, tüm dinleri içine alan büyük harfli GELENEK (Tradisyonalizm, Perennializm) değil, köklerini İslam düşüncesinde bulan ve özellikle Gazzalici çizginin modern versiyonu olarak değerlendirilen orta yolcu bir gelenektir. (Kalın, 2007, s. 195; Dîn Muhammed, 2011, s. 65-66).
El-Attas’ın modernizm, modern bilim ve batılı bilgi karşıtlığı da her yönüyle toptan retçi bir yaklaşım değildir. “Özellikle yabancı kaynaklı tabii ve teknik bilimler, üzerine kurulu oldukları felsefi sorunlara dalmaksızın sırf pratik kullanımları için öğretilebilir ve uygulanabilir. Bunu güvenle gerçekleştirmek için yapacağımız tek şey, tüm öğrencilerin İslam hakkındaki farz-ı ayn bilgilerini sağlamaktır. Tabii ve teknik bilimlerin öğretimi bu bilgilerin sağlanmasından sonra başlamalıdır.” (Wan Muhammed Nor,  1993-94, s. 67).
İslami ilimlere, tasavvuf düşüncesine, edep kavramına, bilginin vahiyle irtibatına ve İslami ilimlerdeki otorite anlayışına çok değer veren el-Attas, Müslümanların son dönemlerde karşılaştığı problemlerin temelinde “edep kaybı” ve “otoritenin inkârı” olduğunu söylemekte ve sekülerleşme krizine dikkat çekmektedir. (Bakınız: Edep kaybı ve otoritenin inkarı için İslam, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi,  4-5- 6. Bölümler; sekülerleşme krizi için 2. Bölüm).
İsmail Raci el-Faruki, Seyyid Hüseyin Nasr, Ziyaüddin Serdar, Yasin Muhammed gibi çağdaş İslam düşünürlerinin tartıştığı ve çağdaş İslam düşüncesinde önemli bir başlık olan “Bilginin İslamileştirilmesi” konusunda el-Attas’ın yaklaşımı öncelikle “Bilginin Batılılaşmaktan Kurtarılması” yönündedir. (Bakınız: İslam, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi, 5. Bölüm)
El-Attas’a göre “Günümüz bilgisini olduğu gibi kabul ederek ona bazı İslami bilimleri ve ilkeleri “yama yaparak” veya “aşılayarak” bu bilginin İslamileşmesini beklemek çok yanıltıcı sonuçlar doğuracaktır ki bu da ne faydalı ne de arzu edilendir. Ne bu “yamama” ve ne de “şırınga etme” işi, beden yabancı unsurlarla dolu hastalıktan bitap düşmüşken bir şifa vermez. Bilginin bedeni İslam potasında yeniden şekillendirilmeden önce bu yabancı unsurlar ve hastalık ondan sökülüp atılmalı, sterilize edilmelidir. Mütakip önemli görevimiz, her bir düzeyin standardına göre belirlenmiş, en alt düzeyden en yükseğine kadar tüm eğitim sistemimizde sunulacak olan öz bilgiyi içeren bir bileşim üretmek için İslami unsur ve anahtar kavramları formülleştirmek ve entegre etmek olacaktır. (El-Attas, 1989, s. 183)
Nakib el-Attas, “İslam, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi” isimli eserine “Asıl itibariyle bu kitap, beklenen Müslümanlar için yazılmıştır.” (El-Attas, 1989, s. 7) cümlesiyle başlıyor, “Bu kitapta, İslam’da tasavvur olunduğu şekliyle hayatın en temel esaslarıyla ilgili tanımlamalar ve açıklamalar açık bir şekilde izah edilmektedir.” (El-Attas, 1989, s. 8) gibi bir cümleyle devam ediyor ve özellikle bilginin İslamileştirilmesi konusunda şöyle bir iddiada bulunuyor: “İslamileştirme kavramını belki ilk defa olarak açıklayarak İslami eğitim felsefesi ve bu felsefenin oturtulacağı zemin konusunda bir çerçeve çizmekteyim. Bütün bu tanımlamalar ve açıklamalar, başta kişisel düşünceler olmak üzere, İslami fikri ve dini gelenek içerisinde oluşan kavramsal analizlere dayanmaktadırlar ve kendi kavramları içerisinde orijinaldirler. Ve günümüz sorunlarıyla ilgili olarak öne sürülen bakış açıları da bildiğim kadarıyla yenidir ve İslam dini ve onun dünya görüşünün temel kavramlarının netleştirilmesinin günümüzdeki ihtiyacından doğmaktadır. Belki de bu anahtar kavramların açıklanması ve anlamlı bir biçimde bir araya getiriliş yöntemleri zamanımızın İslami fikri ve dini düşüncesinde ilk defa yapılmaktadır. (El-Attas, 1989, s. 8-9).
El-Attas’ın bu kitabı, önsözden sonra bir giriş ve yedi bölümden oluşmaktadır. Kitap gerçekten de çok yoğun bir içeriğe sahiptir. Her bir bölümde çok derin analizlere girilmektedir. Yazarın sanki “her şeyi birbiriyle bağlantılı görme ve sistemleştirme” temel saikiyle hareket ettiğini söyleyebiliriz. Kitaba rengini veren yaklaşım ya da yazarın temel kalkış noktasını, bütünsel bir dünya görüşü oluşturarak, “kelimelerin ve kavramların etimolojisinden hareketle semantik tahliller yapmak ve bunu metafizik sistemde yerli yerine koyarak, tüm izahları bu sistem dahilinde gerçekleştirmek” şeklinde ifade edebiliriz.
Nakip el-Attas, terbiye ve ta’lim kavramlarının İslâmî eğitimi tam manasıyla anlatamadığını, bunu en güzel şekilde te’dip kavramıyla ifade edebileceğimizi söylemekte ve “Eddebeni Rabbî fe ahsene te’dîbî” hadisine atıfta bulunmaktadır. (Bakınız: İslam, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi, 5 ve 6. Bölüm).
Yine ona göre Müslümanların temel problemleri, “İslâm dini ve onun pek önemli anahtar kavramları ve esasları konularındaki bilgi yetersizliği ve belirsizlikten kaynaklanmaktadır. Bu problemleri halletmenin yolu ise eğitimden geçmektedir. (Wan Muhammed Nor,  1993-94, s.36).
El-Attas’ın eğitim felsefesi, İslâm metafiziği ve onun anahtar kavramları üzerine bina edilmiştir.
“İslâm metafiziği yalnız bir gerçeği ve hakikati kabul eder ve tüm İslâmî değerler, nihaî ölçüde yalnız bu gerçekle ilintilidir. Öyle ki birey olarak veya toplumun bir üyesi olarak Müslüman için değişmeye, gelişmeye, ilerlemeye ve mükemmelliğe yönelik tüm çabalar bu yegâne gerçeği ortaya koyan ve bu biricik hakikati vurgulayan dünya görüşü tarafından şekillendirilir.” (Wan Muhammed Nor,  1993-94, s.39).
İslâm metafiziğinin merkezinde olan ve bütün anahtar kavramların odağında bulunan bu yegâne hakikat Allah’tır. Allah gerçeği ve kavramının, İslâm’ın dünya görüşü üzerinde olsun, İslâmî eğitimin içeriği ve yöntemleri üzerinde olsun köklü izleri vardır. Allah en temel gerçek olunca, İslâm eğitiminin en önemli amaçlarından birisinin “Allah hakkında gerçek ve sahih anlayışın ve bilincin insan nefsine yerleştirilmesi” olması kaçınılmazdır. (Wan Muhammed Nor,  1993-94, s.40).
El-Attas’a göre İslâmî eğitimin gerçek amacı “iyi bir insan” yetiştirmektir. Diğer eğitim sistemlerinde amaçlanan “iyi bir vatandaş” yahut “iyi bir işçi” ideali “iyi bir insan” idealini gerektirmezken; “iyi bir insan” hedefi zorunlu olarak “iyi bir vatandaş” ve “iyi bir işçi” ideallerini de bünyesinde barındırmaktadır. (Wan Muhammed Nor,  1993-94, s.56).
Allah’ı, İslâm metafiziğinin ve ona dayanan İslâm dünya görüşünün merkezindeki anahtar kavram olarak belirleyen el-Attas, eğitim felsefesini de bazı anahtar kavramlarla şekillendirmekte, tasarladığı eğitim modelini şu kavramlar üzerine bina etmektedir: Din, İnsan, Bilgi (ilim ve marifet), Hikmet, Adalet, Doğru amel (edep), Üniversite (külliye, camia). Bu kavramlardan birincisi bilgi araştırmasının gayesi ve eğitim olayıyla olan ilişkisine, ikincisi bunun faaliyet alanına, üçüncüsü münderecata, dördüncüsü ikinci ve üçüncü için bir kritere, beşincisi dördüncüyle ilgili olarak dağıtım olayına, altıncısı birden beşe kadar olan kavramlar için gerekli olan yönteme, yedincisi ise tüm bunların ifa biçimine atıftır. (el-Attas, 1989, s.180-181).
Batıyla ve batı düşüncesinin temelleriyle hesaplaşmak da kitapta öne çıkan hususlardan biridir. Yazar, “anahtar kavramlar” üzerinden dünya görüşlerini değerlendirmekte; dünya görüşlerinin nasıl ele alınıp değerlendirilebileceği konusunda bir metodoloji de geliştirmektedir. (Bakınız: İslam, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi, 1 ve 2. Bölüm).
“Batılı bilginin şekillenmesi ve yayılması, Judeo-Hıristiyan ve Helen-Roma kültürleri üzerine kurulu bir dünya görüşüne ve psikolojik algılamalarına göre olmaktadır. Bundan dolayı bilginin tarafsız ve değerden arındırılması mümkün değildir, özellikle İslamileştirilmeye çalışılan batılı bilgi ve bilim anlayışı, medeniyetinin temelinde yatan alt kültürlerin ruhunu ve karakterini özümsediğinden dolayı değer yüklüdür. Bu nokta Attas’a göre, Müslümanların İslam’dan uzaklaşmasının nedenini oluşturması açısından önemlidir. “Müslümanların zihinlerine yabancı bir takım kavramlar karışarak yerleşmekte, düşünce ve muhakemeyi etkilemektedir. Bu etki, Müslümanların İslam’dan uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bu da müslümanın halifetullah olarak yeryüzündeki görevlerini ihmal etmesine yol açmaktadır.” (Uyanık, 1999, s. 162).
“Attas’a göre, kökleri bilim devrimine ve Aydınlanma hareketine giden modern Batının ürettiği bilgi ve bilme biçimleri, özünde sekülerdir ve İslam’ın temel kabulleriyle çatışma içerisindedir. Bu seküler bilgi, modern bilimden eğitim sistemine, film sanayiinden uluslar arası kuruluşlara kadar çok geniş bir kurumlar ağı tarafından üretildiği ve norm olarak takdim edildiği için, batılı olmayan toplumlar ve özellikle İslam dünyası için entelektüel bir tehdit ve meydan okumadır. Bu yüzden Attas, hem çağdaş batı düşüncesiyle diyaloga girmenin hem de İslam tefekkür geleneğini yeniden ihya ve inşa etmenin ön şartı olarak “bilginin batılılaşmaktan kurtarılması” (de-westernization of knowledge) gerektiğini müdafaa eder.” (Kalın, 2007, s. 187)
“Attas, “bilginin batılılaşması” ile insanın bilme yetisinin bilimsel deneyciliğe indirgenmesini ve din-dışı ve karşıtı felsefi bir söylem içerisinde profanlaştırılmasını kasteder. İslamileştirme, daha özelde de bilginin İslamileştirilmesi, tersinden bir süreçle ve bilginin seküler kimliğinden arındırılması ile başlamak zorundadır. Aksi halde seküler bilgi formlarının revizyona tabi tutulmadan İslamileştirilmesi, otantik manada İslami değil, sekülerleşmiş bir dini bilgi birikiminin üretilmesine yol açar. Bu manada Attas, modern batı düşüncesinin tamamen ve indirgemeci bir tarzda reddinden ziyade, onunla eleştirel ve İslami bir nokta-i nazardan ilişkiye girilmesini öngörür.” (Kalın, 2007, s. 187).
El-Attas’ın Çağdaş İslam Düşüncesine yaptığı katkıları şu başlıklar altında değerlendirebiliriz:
1.       Modernizm ve sekülerizm ekseninde batının ve batılı bilginin eleştirisi
2.       Bilginin batılılaşmaktan kurtarılması ve İslami kavramlarla yeniden temellendirilmesi
3.       İslam ve bilim felsefesi mukayesesi ekseninde İslami bilgi anlayışının temellendirilmesi
4.       İslam eğitim felsefesinin temellendirilmesi
5.       İslam metafiziğinin temellendirilmesi
6.       Tasavvufun temellendirilmesi

Yararlanılan kaynaklar ve okuma önerisi
El-Attas, “Islam, Secularism and Philosophy of Future”, Çeviri: Mahmut Erol Kılıç, “Modern Çağ ve İslami Düşünüşün Problemleri”, İnsan Yayınları, İstanbul, 1989, Kitabın ilk baskısı bu isimle yapıldıktan sonra ikinci baskısı “İslam, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi” adıyla basılmıştır.
El-Attas, “Islam and the Philosophy of Science”, “İslam ve Bilim Felsefesi”, Çeviri: Mehmet Paçacı, İslami Araştırmalar Dergisi, c. 3, s. 4, Ekim, 1989
El-Attas, “Bilginin Tabiatı ve Eğitimin Tanımı ve Amaçları Üzerine Ön Düşünceler”, İslami Eğitim içinde, Derleyen: S. Ali Eşref, Çeviri: Ali Çaksu, Endülüs Yayınları, İstanbul, 1991
Wan Muhammed Nor, “An Outline of the Educational Philosophy and Methodology of Al-Attas”, “El-Attas’ın Eğitim Felsefesi ve Metodolojisinin Genel Hatları”, Çeviri: Yasin Ceylan, İslami Araştırmalar Dergisi, c. 7, s. 1, 1993-1994
Mevlüt Uyanık, Bilginin İslamileştirilmesi ve Çağdaş İslam Düşüncesi, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 1999
İbrahim Kalın, “Seyyid Muhammed Nakib el-Attas”, Çağdaş İslam Düşünürleri içinde, editör: Cağfer Karadaş, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2007
Dîn Muhammed, Mülakat, Mülakatı yapan: Ömer Faruk Tokat, Rıhle Dergisi, s. 13, Ekim-Aralık 2011


Özgün İrade dergisinin Ocak 2013 sayısında "Müslüman Öncüler" dosyasında yayınlanmıştır.