12 Ağustos 2010 Perşembe

BİLGİNİN KAYNAKLARI MESELESİ

BİLGİNİN KAYNAKLARI MESELESİ

İnsanlığın genel düşünce tarihi söz konusu edildiğinde felsefenin, felsefeden bahsedildiğinde de en temel başlıklardan biri olan bilgi meselesinin önemi öteden beri bilinen bir hakikattir. Felsefenin meseleleri ana hatlarıyla üç ana başlıkta değerlendirilmektedir. Bunlardan varlık konusu ontoloji; bilgi konusu epistemoloji; değer konusu da aksiyoloji başlığı altında ele alınmaktadır.

Epistemoloji, felsefe sözlüklerinde, bilgiyi genel olarak ele alan, bilgiyle ilgili problemleri araştıran, bilginin kaynağını, doğasını, doğruluğunu ve sınırlarını inceleyen felsefe dalı olarak tarif edilmektedir. Üzerinde ittifak sağlanamayan alanlardan biri olan epistemolojinin tam olarak ne olduğu, nasıl tarif edilmesi gerektiği ve nasıl ele alınması gerektiği konusunda genel anlayışların dışında farklı yaklaşımlar da vardır. Bilgi felsefesi, bilgi kuramı, bilgi teorisi, marifet nazariyesi, bilimler felsefesi, bilim metodolojisi, bilginin incelenmesi, gnoseoloji, bilimlerin tarihini, metotlarını ve ilkelerini inceleyen disiplin, bilginin temellerinin öğretisi, bilimler kritiği, bilimsel metodun teorisi veya mantığı gibi daha pek çok tarif yapılmaktadır. (Bu konuda yapılan tarifler ve kendi özgün tarifi için bakınız: Özemre, Ahmet Yüksel, “Epistemolojinin Tanımı ve İşlevi”, Umran Dergisi, sayı: 154, Haziran 2007, s. 54-60), http://www.ozemre.com/index.php?option=com_content&task=view&id=259&Itemid=57

Kendisine yüklenen anlamlar açısından epistemoloji yeni ve tartışmalı bir kavram olmakla birlikte ele aldığı konular felsefe tarihi kadar eskidir. Epistemolojinin alt başlıkları olarak bilginin mahiyeti psikoloji tarafından, bilginin kuralları mantık tarafından, bilginin değeri ise metafizik tarafından incelenmektedir.

İslam düşüncesi açısından meseleye yaklaşıldığında epistemolojinin alanına giren hususlar daha ziyade kelam disiplininin klasikleri içerisinde bahis mevzuu edilmiştir. Bilgi meselesinin müstakil bir başlık halinde ele alınması İmam Maturidi (ö. 333/944) ile başlamış ve daha sonra kelam tarihinde bir gelenek olarak devam ettirilmiştir. Tabii ki mesele sadece kelamcılarla sınırlı kalmamış, İslam filozofları ve mutasavvıflar tarafından da değerlendirmeye tabi tutulmuştur.

Bilginin imkanı ve değeri konusunda felsefe tarihinde akılcı dogmatizm, rasyonalizm, sofistler, septisizm, agnostisizm, rölativizm, tenkitçi rölativizm, pozitivist rölativizm, empirizm, pragmatizm, diyalektik materyalizm gibi ekoller ve anlayışlar oluşmuştur. İslam düşüncesinde bilginin imkanı konusunda neredeyse bir ittifak söz konusudur ve bu konudaki anlayışlar genelde “eşyanın hakikatı sabittir” prensibi çerçevesinde temellendirilmiştir.

Bilginin kaynağı meselesine gelince felsefe tarihinde bu konu etrafında oluşan ekolleri şu şekilde sıralayabiliriz: Empirizm: duyumcu empirizm (sensüalizm), çağrışımcı empirizm, evrimci empirizm, materyalist empirizm, pozitivizm ve sosyolojizm. Rasyonalizm; inneizm, apriorizm, kritisizm; İntüisyonizm; Fideizm; Mistisizm; Fenomenoloji; Aktivist teoriler: biyolojik teori, pragmatist teori, teknikçi teori.

İslam düşüncesinde bilgi meselesine gelince bu konuda en temel iki kavramın ilim ve marifet kavramları olduğunu, genel anlamda oluşan ekolleri de selefiyye, kelamiyye, sufiyye ve felasife başlıkları altında değerlendirebileceğimizi söyleyebiliriz.
İslam düşünce tarihinde dinin anlaşılması ve yaşanması konusunda farklı usuller, bu usul farklılıklarına göre tarihi süreç içerisinde şekillenen ana damarlar ve zaman içinde de bu ana damarların alt kolları oluşmuştur. Bu farklılıkların temelinde öncelikle dinin temellerini oluşturan Kur’an ve sünnetle ilgili yaklaşımlar belirleyici olmuş; dinin, nasların, naklin, akıl ve felsefe tarafından nasıl değerlendirildiği ve nasıl değerlendirilmesi gerektiği kriterine göre farklı mezhepler ve görüşler ortaya çıkmıştır. Oluşum sürecinde fıtratların, bireysel anlayış ve algılama farklılıklarının yanında siyasi hadiselerin, toplumsal farklılıkların, coğrafyanın, kültürlerin de etkili olduğunu söyleyebiliriz.

İslam’ın bir din olarak nasıl anlaşılması gerektiği konusunda dört temel yaklaşım farkından bahsedebiliriz: Selefiyye, Kelamiyye, Sufiyye, Felasife. (Burada beşinci bir yaklaşım olarak İmam Gazzali’nin Batıniyye olarak isimlendirdiği ve şiddetle karşı çıktığı aşırı Şiilik kategorisinde ele alınan Ta’limiyye doktrininden de bahsedilebilir ki; bu yaklaşım, “asıl bilgiye masum imamların talimiyle ulaşılır” şeklinde özetlenebilir.)

Bu yaklaşım farklılıklarını özellikle akıl-vahiy ilişkisi çerçevesinde oluşan farklılıklar olarak görebiliriz. Burada hemen anlaşılacağı üzere İslam düşünce tarihinde ortaya çıkan ana mecraların oluşumunda “bilginin kaynakları meselesi” neredeyse birinci derecede rol oynamaktadır. Çünkü bu ana mecraların belirleyici özellikleri bilginin kaynaklarına yaklaşımlarıdır. Mesela nakli esas alıp, akli bir ameliye olan te’vile kapı açmaksızın, dini, nasların zahirine göre anlayan selefiyye; akıl ile nakli uzlaştırma çabasında olup, çelişmeyeceklerini, bir çatışma söz konusu olduğunda aklı esas almayı ve nakli te’vil etmeyi benimseyen kelamiyye; nasların yorumunda bilgi kaynağı olarak akıldan ziyade sezgiyi ön plana çıkaran, aklı reddetmemekle beraber sezgiye, keşfe, ilhama ve nasların batıni yorumlarına daha çok önem veren sufiyye; aklı temel kriter olarak görüp, nasların zahirine aykırı olsa bile akli verilere göre sistemlerini temellendiren felasife mecraları akıl, vahiy, duyular, sezgi, keşf, ilham gibi bilgi kaynaklarına göre şekillenmiştir.

Bilginin kaynakları söz konusu edildiğinde öteden beri klasik kaynaklarımız üç başlığa vurgu yapmaktadır:
1. Havass-ı Selime (Duyular)
2. Akl-ı Selim
3. Haber-i Sadık (Vahiy ve mütevatir haberler)

Bu üç kaynağın yanında keşf, ilham ve rüyanın bilgi kaynağı olup olamayacağı tartışıla gelmiştir. Bu kaynaklar geçmiş dönemlerde ilim ve marifet kavramlarını birlikte kuşattıkları için bu konuları ele alan alimlerin zihinlerinde ve yaşamlarında bir sorun oluşturmazken veya “paradigma içi tartışmalar” şeklindeyken, özellikle 19. yüzyılın sonlarından itibaren değişen bazı algılardan dolayı temel bazı ayırımlara sebebiyet vermiştir. Hepsi bir bütünlük içerisinde değerlendirilmesi gerekirken modern dönemlerin tekçi yaklaşımlarından etkilenme sebebiyle artık ilim ve marifet bütünlüğü büyük ölçüde kaybolmuştur. Pozitivist etkiler sebebiyle marifet damarı tasavvufun şahsında önce maznun, sonra mahkum edilmiş, “geri kalmışlığın” faturası tasavvufa, ilhama, sezgiye, kader, rıza ve tevekkül anlayışına çıkarılarak, bunlar paradigma dışına çıkarılmak istenmiştir.

İslam düşüncesinin ortaya koyduğu usulleri ve ürünleri bir bütünün parçaları olarak görüp, ortak zeminlerinden bahsetmek yerine sürekli farklılıkları ve ihtilafları nazara vererek parçalayıcı bir üslupla değerlendirmek doğru değildir. Günümüzde özellikle anlayış, telakki, yaklaşım farklılıklarının sebebiyet verdiği sorunların temelinde İslam düşünce tarihi boyunca ortaya çıkan ve her biri birer zenginlik olarak değerlendirilmesi gereken usul farklılıklarına, doğru bir perspektiften bakılamaması yatmaktadır.

İslam Düşüncesi Tarihi isimli esere yazdığı takdim yazısında günümüzde İslam düşüncesi değerlendirmelerinde dikkat edilmesi gereken noktalara işaret eden Davutoğlu, özellikle oryantalizm etkisiyle oluşan parçalayıcı bakış açılarını sorgulamakta ve bundan kurtulmak gerektiğine vurgu yapmaktadır:

“İslam düşünce birikiminin iç bütünlüğü, tutarlılığı ve sürekliliği göz ardı edilmiş, farklı ekol mensupları arasındaki paradigma-içi tartışmalar alt kategorilerin cedelleri şeklinde sunulmuştur. Bu durum tek tek Müslüman alimlerin düşünce-hayat bütünlüklerinin de reddedilmesi sonucunu doğurmuştur. Misal vermek gerekirse, İbn Rüşd’ün fıkhi yönü, İbn Teymiyye’nin tasavvufi anlatımla ele aldığı ahlak risaleleri, Gazzali’nin hayatının değişik safhalarına yayılmış eserlerinin iç bütünlüğü, Gazzali sonrası müteahhir kelamın felsefi tahlilleri gibi bahsi geçen kategorik farklılaşmalara ters düşen misaller oryantalistlerin tesiri altında klasikleşen yaklaşımın oluşturduğu imge perdesinin gölgesi altında kaybolmuşlardır.

Gittikçe katılaşan bu kategorik modeller İslam dünyası içindeki farklı yaklaşım sahibi ekollerin kemikleşmelerine de yol açmıştır. Her ekol mensubu İslam düşünce geleneğine kendi zaviyesinden yaklaşmış, bu geleneği bir bütün olarak kavramak ve zaman-mekan boyutu içinde yeniden üretebilmektense geleneğin kendi dışındaki unsurlarını mutlak anlamda reddetme psikolojisine kapılmıştır. Müspet anlamda gelenek sahibi olmakla menfi anlamda gelenekçi olmak arasındaki önemli fark görülemediği için de batı medeniyeti ile hesaplaşma sürecinde yük olduğu varsayılan unsurların tasfiyesi o ölçülere vardırılmıştır ki, bir İslam düşünce tarihinden bahsetmek imkansız hale gelmiştir.

Böylesi bir kısır döngüden kurtulmanın öncelikli şartı sistematik oryantalist çalışmaların empoze ettiği kategorik farklılaşma modellerinin ciddi bir sorgulamaya tabi tutulmasıdır. Bu sorgulama İslam düşünce tarihini yeniden yorumlama faaliyeti ile atbaşı gitmek zorundadır. Yeniden yorumlama faaliyetinin dayanmak zorunda olduğu temelse İslam tarihindeki farklı ekollerin çatışan hususiyetlerinden çok kendi içinde bütüncül bir paradigma oluşturan ortak yönlerinin vurgulanmasıdır. Kur’ani akideye ters düşen sentezci ekoller istisna edilecek olursa, bütün bir İslam düşünce birikiminin, Allah-insan-tabiat ilişkisinde mutlak bir algılama devrimi gerçekleştiren Kur’ani dünya görüşünün değişik tezahürlerinden ibaret olduğu aşikardır. Bu bütünlük içinde farklı ekollerin ortaya çıkışı, İslam öncesi kültür çevreleriyle yaşanan hesaplaşma sürecinde aynı dünya görüşünün farklı üslup ve kavramsal çerçevelerle ifade edilmesinden başka bir şey değildir. Bu ekollerin varlığını ve çıkış gerekçelerini reddetmek imkansızdır; fakat bu gerekçelerden hareketle bu ekollerin sadece başka inanç/kültür çevrelerinin mütekabil ekolleri arasında nakledici bir hususiyete sahip olduklarını iddia etmek ve dolayısıyla bu ekollerin ortak bir zemine sahip bulunduklarını örtmeye çalışmak yukarıda zikrettiğimiz batı kaynaklı tarih akışının yol açtığı bir yaklaşım yanlışlığıdır.” (Davutoğlu, Ahmet, Takdim yazısı, İslam Düşüncesi Tarihi, Ed: M. M. Şerif, İstanbul, 1990, İnsan Yayınları (4 cilt)

İslam düşüncesini ve İslam’da bilginin kaynakları meselesini ana mecralar olarak ifade edebileceğimiz selefiyye, kelamiyye, sufiyye ve felasife yaklaşımlarından herhangi birinin inhisarında değerlendirmek; varlık, bilgi ve değer açısından bu ekollerin sadece birisinden hareket etmek, çağdaş okumalardan örnek verilecek olursa el-Cabiri’nin “beyan, burhan ve irfan” üçlüsünden yalnız biri üzerinden ele almak yanıltıcı olacaktır.

Mesela çağdaş İslam düşünürleri ve akademisyenleri arasında önemli bir çoğunluk İslam düşüncesinde bilgi felsefesini özellikle tasavvufu ve daha çok onunla anıla gelen marifet yaklaşımını dışarıda tutarak (b)ilimle ve sadece şehadet alemiyle sınırlandırma temayülündedir. Bilimcilik ve pozitivizm bazılarını empirizme götürürken, modernitenin genel yönelimleri diğer bazılarını rasyonalizme mahkum edebilmektedir. İnhisarcılık zihniyeti bilgi felsefesinde sadece bir kaynağa tutunup, diğerlerini dışlamak şeklinde kendini göstermektedir. Oysa İslam dini açısından meseleyi sadece vahyi bilgiyle, akli bilgiyle, yalnızca duyularla elde edilen bilgiyle, sezgisel bilgiyle sınırlandırmak mümkün değildir. Bunların hepsinin geçerli olduğu yerler ve alanlar söz konusudur. Varlık mertebelerine ve bakış açılarına göre bilgi, usul, hakikat, mana, ahkam da değişiklik arz edebilmektedir.

İslam düşüncesinde bilgiden, bilginin kaynaklarından bahsederken bir bütünsellik mutlaka gözetilmelidir. Mesela ilim ve marifet kavramları birlikte değerlendirilmelidir. İrfan, fıkıh, hibre, şuur, itkan gibi kavramlar; nazar, tedebbür, tefekkür, i’tibar, taakkul, tezekkür, teemmül, re’y gibi kavramlar; basiret, feth, firaset, hâtır, ilm-i bâtın, ilm-i ledün, mükaşefe, müşahede, rüya, tecelli, vârid, yakin gibi kavramlar; ilme’l-yakin, ayne’l-yakin, hakka’l-yakin gibi ayırımlar; ihata, vukuf, rüsuh gibi farklılıklar, vehim, zan, şek, reyb gibi incelikler, yakiniyyat ve zanniyyat tasnifleri; bilgilerin, delillerin, usullerin farklı farklı kategorileri hep göz önünde tutulmalıdır. Çünkü İslam düşüncesinde tekçilik, indirgemecilik değil, çoğulculuk, farklılık, farklılıkların zenginleştiriciliği esastır.

Sadece duyuları esas alanların, duyularla algılanamayanı inkar etmesi sürecindeki tekçilik ve indirgemecilik yanlışına Müslüman düşmez. Çünkü duyuların yanında akla, sezgiye, vahye de itibar eder ve böylelikle bilgisini ve dünyasını dar sınırlara mahkum etmez. Sadece akla itibar edenlerin sınırlı dünyasına hapsolmaz. Çünkü bilir ki akıl ne kadar mükemmel olursa olsun duyu ve tecrübe dünyasıyla, dil ve mantığın sınırlarında kalır. Aklın nazar ve istidlalle ulaştığı bilgiler vahiyle zenginleştirilip, teyit edilmezse hakikate ulaştırmayabilir. Akıl, duyuların da yardımıyla eşya hakkında onların zahirine ilişkin bilgilere ulaşabilir ama akılla ulaşılan bu bilgiler eşyanın mahiyeti ve hakikati konusunda asıl arzulanan ilim ve marifet olmayabilir.

Bilgi kaynaklarından sadece biriyle yetinmek yerine bütün bilgi kaynaklarından istifade etmeye çalışmak, her birini yerli yerinde kullanmak daha isabetli bir yaklaşım olacaktır. Hele hele birine yaslanarak diğerlerini inkar etmeye kalkışmak, geçersiz görmek, sistem dışına itmeye çalışmak son derece yanlış ve yanıltıcı sonuçlara götürecektir.

Veli Karataş
velikaratas@gmail.com

Not: Eğitim Yazıları dergisinin 19. sayısında yayınlanmıştır.

GENÇLİĞE VE GENÇLİKLE İLGİLENENLERE TAVSİYELER

GENÇLİĞE VE GENÇLİKLE İLGİLENENLERE TAVSİYELER

Altmışlı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir amca bana hitaben delikanlı dediğinde ne kadar da hoşuma gitmişti. Dış görünüş itibariyle yaşımı pek göstermediğimin farkındaydım ama yine de insanın kırkına doğru bu şekilde bir iltifata mazhar olması güzel bir duygu. Gerçi ben kendimi hiçbir zaman genç ve dinç duygulardan uzak hissetmediğimden olsa gerek gençlik meselesine dışarıdan biri olarak bakamıyorum. Kategorileştirme taraftarlarına göre artık genç sayılmıyorum. Fakat ben kendimi genç hissediyorum ve dünyaya hala bir delikanlı olarak bakmaya çalışıyorum. Zaten gençliğin bedene ve biyolojik yaşa göre değil, ruha ve hissedişe göre tanımlanması gerektiğini düşünüyorum.

İlgili literatüre baktığımızda gençliğe genelde biyolojik yaş üzerinden sınır çizilmeye çalışılıyor. Bu sınır bazen genişletiliyor bazen daraltılıyor. Gençlik için başlangıç yaşları biyolojik yönden belirlenirken, bitiş yaşları konusunda psiko-sosyal durumlara ve sosyal statülere göre belirleme yolu tercih ediliyor.
Bana göre ucu açık bırakılmalı. Çünkü aslında çoğunlukla duygularla alakalı bir durum değil midir gençlik? Ataklık, coşku, hesapsızlık, delikanlılık, mertlik, yiğitlik, hayra koşmak, yorulmamak, yarışmak, süreklilik, insanların mutluluğu için çabalamak, hizmet için yaşamak…

Bizim geleneğimizde gençlik, biyolojik kategorilerden biri olarak anlaşılmamış. Daha ziyade bir ruh halini, bir adanmışlık bilincini, sürekli hayra koşmayı, ihtiyacı olanlara yardım etmeyi, şerlere ve haramlara karşı kendini muhafaza etmeyi, kendini davasına adamayı ifade eden bir hal olarak anlaşılmış ve fütüvvet adı altında bir geleneğe, bir ülküye dönüştürülmüş. Yani günümüzdeki gibi bir ara dönem değil, hele hele insanın sürekli sorunlarla yüz yüze yaşamak zorunda bırakıldığı bir sorun dönemi hiç değil.

Bir yandan hep büyümeyi ve artık bağımsızlığına kavuşmayı arzulayan çocuklar, diğer yandan hep nostalji duygularıyla gençlik dönemine özlem duyan yaşlılar. Gençlik bu iki duygu durumu arasında yüceltilen bir ara dönem gibi algılanıyor. Oysa 40’lı 50’li yaşlarda bile genç ve dinç duygularla hareket edebilmeli insan.

Gençlikten hep bir şeyler beklenir, vazifeler yüklenir. Belki de kendi yapamadıklarını gençlerden beklemek tüm insanlığın ortak yönelimidir. Oysa kanaatimce gençlere nasıl yürüyeceklerini söylemek yerine nasıl iz süreceklerini ve kimin izini süreceklerini hem de canlı örnekler üzerinden sunmak ve yolu onlarla birlikte yürümek gerekir.

Öte yandan gençlik daha ziyade toplumsal yapının kompartımanlara ayrılması neticesinde ortaya çıkan yeni bir kategorileştirme durumu bence. Kadın, erkek, yetişkin, genç, yaşlı, ergen, çocuk vb. Bunları birbirinden ayrıştırarak ele almak ve bir de karşıtlıklar zeminine taşımak ister istemez yeni sorun alanları oluşturuyor. Biraz düşünüldüğünde toplumsal yapının tabii işleyişi içinde kolayca aşılabilecek durumlar, yeni telakkilere göre devasa sorunlar haline getiriliyor, tanımlar, kategoriler, ayrıştırmalar, bilimsel izahlar, çözüm arayışları derken en basit konular bile bir girdaba dönüştürülüyor.

Toplumun bütünselliği bozulduğu için yaşa, cinsiyete, statüye, öğrenim durumuna göre kompartımanlar oluşmuş, geçişkenliklere tabii akış içinde yer verilmediği için de izole hayatlar yaşanmaya başlanmıştır. Bu durum, ayrıştırılan toplumun birbirine karşı haksız yere düşman ilan edilmesine, kadın erkek karşıtlığına, nesil çatışmasına, gençlerin sahte özgürlük arayışlarına sebebiyet vermiştir.

Günümüzde gençlik denildiğinde hep sorunlar konuşuluyor. Cinsellik, ergenlik, bağımsızlık, grup oluşturmak, özgürlük vs. Sanki her genç, uzmanlarca ele alınan ve sorunsallaştırılan bu durumları hem de uzmanların değindiği şekilde yaşamak zorundaymış ve yaşamıyorsa sorun varmış gibi. Sanki bazı ideallere gönül vererek, Allah’ın rızası doğrultusunda ve ubudiyetle serpilip olgunlaşan gençler hiç olamazmış gibi. Ben gençlik adına ön plana çıkarılanların, medya kanalıyla nazara verilenlerin, tüm gençlik söz konusu olduğunda kesinlikle bütün gençleri temsil etmediğini düşünüyorum. Ayrıca kendileri birer sonuç olan sorunlar üzerinden meseleye yaklaşmayı, gençlik dendiğinde sürekli sorunları konuşmayı doğru bulmuyorum.

Gençlik problemleri olarak görülen ve habire çözümü konusunda uzmanlıkların oluşturulduğu alanlar sebepler midir yoksa sonuçlar mı? Bence her biri aslında birer sonuç olan mevcut sorun alanlarının sebeplerini tespit etmek ve bunların sorun oluşturma süreçlerinin önüne geçmek gerekmektedir. Siz dünya görüşü ve yaşam biçimi olarak bir yandan materyalizmi, pozitivizmi, pragmatizmi, oportünizmi, hedonizmi, bencilliği pompalayacaksınız diğer taraftan gençlerin saygılı, özgüven sahibi, dürüst, ahlaklı, ideal sahibi, sorunsuz insanlar olmasını bekleyeceksiniz. Tabii ki beklentilerinize cevap alamazsınız.

Cinsellik, müzik, eğlence, zevkler, gezip tozmalar, uyuşturucu, sorumsuzluk, eyyamcılık, futbol, internet, facebook, hazcılık, faydacılık, bencillik, sahte özgürlük telakkileri. Buyurun size gençlik. Bu şekilde tanımlanan bir gençlik dünyasında sorunlar yumağından tabii ki kurtulamazsınız.

Hele son zamanlarda iyice tuhaf durumlar oluştu. Her geçen gün çocukluk yaş sınırları genişliyor. Artık üniversiteli gençler bile çocuk muamelesi görüyor ve işin üzücü olan tarafı onlar da kendilerini çocuk gibi hissediyor. Rüşd ve temyiz çağı her geçen gün biraz daha yukarılara çıkıyor. Eskiden 20’li yaşlarda baba ve anne olan gençler şimdi birer çocuk. Evlenme için gerekli sorumluluk duygusu oluşmadığından mıdır evlilik ortalamaları da her geçen gün yukarıya çıkıyor. Eskiden 20’sinden sonra evde kalmış muamelesi görenler 30’lu yaşlarına geliyorlar da hiç oralı olmayabiliyorlar.

Öte yandan kendilerine güven duyulmayan, sorumluluk verilmeyen gençlerden “İstanbul’u fethedecek Fatih’ler beklemek” ya da “Fatih’ler doğuracak yaşta olduklarını söyleyip” anne olmalarını istemek ne derece doğru? Toplumsal bütünlüğü göz ardı ederek, sorumluluklarını ıskalayan veya başkalarına havale eden büyüklerin, günümüz gençliğine büyük vazifeler yüklemeleri ve yüksek beklentiler içine girmeleri hiç de doğru olmasa gerek.

Evet gençlerin birtakım sorunlarla karşı karşıya oldukları bir vakıa. Ama bu sorunların kaynağına inip, çözümü oralarda aramak gerekiyor. Mesela kanaatimce sorunların kaynağında din ve hayat arasında, medeniyetimizle günümüzdeki yaşam biçimi arasında, milli kültürümüzle değişen dünya arasında yaşanan gerilimler yatıyor. Kimlik, ait olma, emniyet duygusu, idealler, imanını kurtarma ve ahiretini kazanma, himmetlerin harekete geçmesi gibi beklentiler için gençlere akıl ve vahiy, din ve bilim, beden ve ruh, kalp ve kafa dengelerini sağlayacak çözümler üretmemiz gerekmektedir.

Ben günümüz gençlerini en çok rahatsız eden meselenin din ve hayat arasında var olduğu düşünülen gerilim olduğu kanaatindeyim. Yani gençler yaşları itibariyle aktüel kültürü yaşamak istiyorlar. Ama popüler kültürü yaşadıklarında da bu sefer inanç ve akide açısından sıkıntıya düşüyorlar. Mü’min ve Müslüman bir genç olarak helal dairesinde kalmak istediklerinde “hayatlarını yaşayamayacaklarını”, hayatlarını yaşamak istediklerinde de “Mü’min ve Müslüman olarak kalamayacaklarını” düşünüyorlar. Günah psikozu da diyebileceğimiz bu durum maalesef gençlerin pek çoğunu rahatsız ediyor.

Burada bu gerilimi azaltabilmek için -kendi nefsimi de hesaba katarak- gençlere şunları hatırlatabilirim:

1. Helal dairesi keyfe kafidir. İstikametini iyi belirlemiş insanlar eğlence, oyun, müzik yanında hayır işlerinden, insanlara hizmet etmekten, iyinin, doğrunun ve güzelin hakim olması için çabalamaktan da lezzet alabilirler. Gençler bu alanlardaki lezzetin farkına varabilseler tabii ki bu lezzetleri daha çok tercih ederler.

2. Dünya hayatı ahirete nispetle fanidir, geçicidir, kısadır. Öncelenmesi gereken, ahiret ve ebedi saadettir. Ebedi saadeti ve lezzeti kaçırma riskine girerek, geçici lezzetlere ve dünyanın malayaniyatına yönelmek akıl kârı değildir.

3. İnsanın lüzumsuz ve faydasız işlerden yüz çevirebilmesi için âli maksatları olmalı ve onlar için çalışmalıdır. Cenneti kazanmak gibi, ahirette felaha erenlerden olmak gibi, insanlara faydalı olmak gibi, iyiliklere öncülük yapmak gibi.

4. Şeytan bizlere küfrü, fıskı ve isyanı güzel gösterir ve fahşayı emreder. Oysa şeytan bizler için apaçık bir düşmandır. Biz de onu düşman olarak bellemeliyiz. Şeytandan ve şeytanlaşmış insanlardan olabildiğince uzak durmalıyız. Şeytani vesveselerden ve ortamlardan bizleri koruyacak dua ve usulleri öğrenmeliyiz.

5. Kişi ahirette sevdiğiyle beraber olacaktır. Bu sebeple kimleri sevdiğimize ve kimlerle arkadaşlık ettiğimize dikkat etmeliyiz. Güzel insanlarla birlikte olmaya ve güzel çevrelerde bulunmaya gayret etmeliyiz.

6. Kendimize geçmişten ve günümüzden güzel örnekler edinmeliyiz. Kimlerin örnek olabileceği herkesçe malumdur. Kahramanlarımızı kendi dünyamızdan seçmeliyiz. Bu yönüyle örnek şahsiyetlerin biyografilerini okumalıyız.

7. Mutlaka bir davamız olmalı ve bu davada sorumluluklar üstlenmeliyiz. Bizleri bilinçli kılacak ve istikamet üzere tutacak şeyin sorumluluklarımız olduğunu unutmamalıyız.

8. Kabiliyetlerimizi meşru araçlarla sergilemeye ve geliştirmeye çalışmalıyız. Yazı, şiir, güzel sanatlar, dergi, web sayfası, gönüllülük, hayır işlerinde ve hizmetlerde vazife almak vb. Bu alanlarda güzel çalışmalar yapan gençlik gruplarıyla, vakıflarla, derneklerle iletişime geçmeliyiz.

9. Eğitimi sadece bilgilenme olarak görmemeliyiz. Edeplenme, arınma, güzel ahlakla ahlaklanma boyutlarını da unutmamalıyız.

10. Allah ve ahiret bilincini daima canlı tutmalıyız. Helal ve haram şuuruna göre yaşamanın dünyevi ve uhrevi faydalarını düşünmeliyiz.

11. İnsanı insan yapan ve üstün kılan özelliklerin iman, ilim, ahlak, iyi, doğru, güzel kavramlarıyla ifade ettiğimiz değerler olduğunu, özenilmesi ve öykünülmesi gereken insanların bu değerlere sahip kimseler olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.

12. Günümüzde bize medya kanalıyla değerli, güzel, faydalı gibi sunulan pek çok şeyin sorgulandığında nasıl da değersiz, çirkin ve faydasız olabileceği üzerinde düşünmeliyiz.

13. Dünyevi başarılar ve maddi kazanımlar için harcadığımız çabadan daha fazlasını manevi dünyamızı zenginleştirmek için sarf etmeliyiz. Bu konuda bizlere öncülük ve rehberlik yapabilecek büyüklerimize başvurmalıyız.

14. Kemale doğru seyreden yolculuğumuzda arınmamıza vesile olan ibadetlerimizi, ibadetlerimizin özünü ve ruhunu oluşturan dualarımızı kesinlikle ihmal etmemeliyiz.

15. Bazı günahlara düşmüş olsak da tevbe kapısının daima açık olduğunu unutmamalıyız. Allah’ın rahmetinden ümidimizi kesmemeliyiz.

Gençlik çalışmaları yürüten çevrelerin de dikkat etmeleri gereken bazı hususlar olduğunu düşünüyorum. Bunları da şöylece sıralayabiliriz:

1. Gençlik çalışmalarında en çok dikkat edilmesi gereken bir sorun alanı olarak popüler
kültürün kuşatıcılığı göz ardı edilmemeli. Güncel kültür (LOST ve benzeri diziler, rap müziği, giyim kuşam, facebook, forum siteleri, …) hem cezbedici hem de hayatın her alanında (dergi, müzik, film, kıyafet, şapka, çıkartma, resim, defter, kitap, çanta vb.) olduğu için belirleyici ve etkili.

2. Gençlik kültürü üzerine çalışmalar yapılmalı, gençliğin dili, dünyası iyi kavranmalı. Gençliğin beğenisini kazanan ve tüm gençlerin ilgisine mazhar olan örnekler üzerinde derin tahliller yapılmalı. Mesela bir facebook ya da forum siteleri niçin ilgi çekiyor? Bu iyi araştırılmalı.

3. Gençlik çalışmalarının yatırıma muhtaç bir alan olduğu, bu sahada yeni girişimlere, yeni bakış açılarına, yeni ve özgün açılımlara ihtiyaç olduğu her vesileyle dile getirilmeli, hayır sahiplerinin bu alana yatırım yapmaları teşvik edilmeli.

4. Gençler için oluşturulacak eğitim programları ve müfredatlar hayatın tabii seyri içinde kendine yer açabilmeli. Aksi takdirde gençliğin dünyasında yer bulması zor. Zaten mevcut eğitim sistemi gençlere zaman bırakmıyor. Hiç olmazsa ayrılabilen zamanlar etkin çalışmalarla verimli bir şekilde değerlendirilmeli.

5. Gençler herhangi bir şeyi değerlendirirken kendi ihtiyaçlarına göre meseleye yaklaşır. Bu sebeple çalışmaların kuşatıcı olması düşünülüyorsa sunulan menüler de çeşitli ve kuşatıcı olmalıdır. Sadece sohbet veya ders yapıp da “yahu bu gençler niye çalışmalarımıza katılmıyor” demek yanlıştır. Yapılan faaliyetlerde geziden sinemaya, müzikten izciliğe, dergicilikten entelektüel faaliyetlere kadar tüm alanlara ilişkin menüler olmalı. Gelenek aktarımı ve büyüklerin doğruları yeni ve işlevsel formlarla sunulmalı. Günün şartlarına uygun, ilgi çekici kalıplar, materyaller ve sunumlar devreye sokulmalı. Yeni dil, usul ve yöntemler geliştirilmeli.

6. Ailesiyle ilişkileri iyi olan gençler hayatta da başarılı oluyor. Yapılacak çalışmalarda bu husus gözetilmeli. Öte yandan ailenin önemine rağmen rol modeller değiştiği için başka ortamlar da (vakıf, dernek, arkadaş grubu vs.) etkili olabiliyor. Burası da göz ardı edilmemeli. Ailelerin artık eğitim süreçlerinde merkezi rolü yok. Unsurlardan birisi haline geldi. Dolayısıyla diğer belirleyici unsurları da göz ardı etmemek gerekiyor.

7. Gençlere sunulan rol modellerin uygunluğuna dikkat edilmeli. Verilen örneklerin yaşama, çağa uygunluğuna, taklit edilebilirliğine, örnek alınabilirliğine özen gösterilmeli. Verilen örneklerin sadece tarihi şahsiyetlerden olmaması, günümüzden ve hayatın içinden örnekler verilebilmesi gerekir.

8. Gençliğin ufku sınırlandırılmamalı. Hatta açılabilmesi için girişimlerde bulunulmalı. Mübadele sistemleri yaygınlaştırılarak, gençlerin diğer ülkelere ve insanlara doğru açılımları sağlanmalı.

9. Gençlerdeki benlik bölünmelerine dikkat edilmeli. Evde, okulda, sokakta, grupta farklı davranışlar sergileyebilmelerinin sebepleri üzerinde durulmalı.

10. Gençlerin paylaşımcı olması için girişimlerde bulunulabilir. Gençlerin az da
olsa arkadaşları var ama dostları yok. Genelde internetle giderilmeye çalışılan bir yalnızlıkları söz konusu.

11. Gençlere küçük yaşlardan itibaren kazandırılması gereken sorumluluk duygusunun genelde ertelenmesi söz konusu. Çocukluktan itibaren çalıştırarak, çeşitli hayır hizmetlerinde gönüllü olmaları sağlanarak, pratikler üzerinden bir eğitim planlaması yapılmalı.

12. Tüm çalışmalarda mekan ve ortam oluşturma çok önemli. Okula katkı, eğlence, aidiyet, bir gruba dahil olma gibi tüm yönleri kapsayacak ve ihtiyaçlara cevap verebilecek ortamlar hazırlanmalı. Gençlerin temas halinde olduğu her şeyi mümkün mertebe ideallerimiz, hedeflerimiz ve isteklerimiz doğrultusunda belirlemeye çalışmak esas olmalı. Uygun çevreler sunulmalı. Bazı örnek insanlardan feyz alabilme yolları da oluşturulmalı.

13. Günümüzde gerekli yetkinlikler ve yeterliliklere göre planlama yapılmalı. Anadil, yabancı dil, teknoloji okuryazarlığı vs.

14. Gençlerde temel sorunlar ibadetsizlik ve idealizm eksikliği. Gelecek tasavvurları çok sınırlı ve neredeyse tamamen dünyevi. Bu konular üzerine de kafa yorulmalı. Din eğitimi dendiğinde sadece namaz ve Kur’an okuma anlaşılmamalı. Özellikle ahlaki faziletler, dürüstlük, sorumluluk, ülkü ve ideal sahibi olma, ahiret bilinci ve benzeri başlıklar da önemsenmeli.

15. Gençlerle ilgilenirken onları dinlemeliyiz, değer vermeliyiz, sorumluluklar yüklemeliyiz, hedefler göstermeli ve idealler aşılamalıyız, kendi problemlerini ve çözüm yollarını onlardan da dinlemeliyiz, ne yapmak istedikleri konusunda taleplerini dikkate almalıyız, ilgi oluşturup zevkle yapacakları işlerle muhatap olmalarını sağlamalıyız, kabiliyetlerini ve kendilerini ifade etme şekillerini dikkate almalıyız, sadece bilişsel değil, duyuşsal ve davranışsal eğitim ve öğretim programlarına da yer vermeliyiz, birlikte olmalı, birlikte düşünmeli, birlikte yapmalı, birlikte üretmeli, birlikte gezmeliyiz, meşru taleplerini yerine getirirken gayr-i meşru taleplerine alternatifler sunabilmeliyiz, tedricilik, şefkat, iyiliğini istemek gibi bazı eğitim ilkelerini gözetmeliyiz, eğitim programlarımızda akıllarını, kalplerini, ruhlarını bir bütünsellik içinde tatmin etmeye çalışırken yerine göre spor, sanat, eğlence, gezi vb. etkinliklere de yer vermeliyiz, kendilerinden istenen ve beklenen şeylerin yaşanabilir olduğunu bizzat yaşayarak ve yaşayanlarla tanıştırarak göstermeliyiz.

Veli Karataş
velikaratas@gmail.com

Not: Eğitim Yazıları dergisinin 18. sayısında yayınlanmıştır.