Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dua ibadettir. ”
Ebû Dâvûd, Vitir 23; Tirmizî, Tefsîru’l–Kur’ân 3, 41, Daavât 1. Ayrıca bk. İbni Mâce, Duâ 1
Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1468 numaralı hadis olarak yer almaktadır.
Ali radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre anlaşmalı bir köle ona gelerek:
– Borcumu ödeyecek gücüm yok, bana yardım et, dedi. O da:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bana öğrettiği duayı ben de sana öğreteyim mi? Bunu okumaya devam ettiğin takdirde üzerinde dağ gibi borç olsa bile Allah Teâlâ onu ödemene yardım eder. Şöyle dua et dedi:
“Allâhümmekfinî bi–helâlike an harâmik, ve ağninî bi–fazlike ammen sivâk: Allahım! Bana helâl rızık nasib ederek haramlardan koru! Lutfunla beni senden başkasına muhtaç etme!”
Tirmizî, Daavât 111
Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1489 numaralı hadis olarak yer almaktadır.
Ebû Ümâme radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birçok dua okudu, fakat biz ondan hiçbir şey ezberleyemedik. Bunun üzerine:
– Yâ Resûlallah! Pek çok dua okudun, biz onları ezberleyemedik, dedik. O zaman Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:
– “O duaların hepsini içine alan bir duayı size öğreteyim mi? Şöyle deyiniz: Allâhümme innî es’elüke min hayri mâ seeleke minhü nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem. Ve neûzü bike min şerri mesteâzeke minhü nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve sellem. Ve ente’l–müsteân, ve aleyke’l–belâğ, ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâh: Allahım! Peygamber’in Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in senden dilediği hayırları ben de dilerim. Peygamber’in Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sana sığındığı şerlerden biz de sana sığınırız. Yardım ancak senden beklenir. İnsanı dünya ve âhirette muradına ulaştıracak sensin. Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak Allah’ın yardımıyla kazanılabilir. ”
Tirmizî, Daavât 89
Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1495 numaralı hadis olarak yer almaktadır.
Yine Ebü’d–Derdâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyururdu:
“Bir müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı dua kabul olunur. Bir kimse din kardeşine hayır dua ettikçe, yanında bulunan görevli bir melek ona, ‘duan kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin’ diye dua eder. ”
Müslim, Zikir 87, 88. Ayrıca bk. İbni Mâce, Menâsik 5
Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1498 numaralı hadis olarak yer almaktadır.
1 Aralık 2008 Pazartesi
Sevgiye Dair Bazı Hadisler
Ebü’d-Derdâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dâvûd aleyhisselâm şöyle dua ederdi: Allâhümme innî es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke, ve’l-amele’llezî yübelligunî hubbeke. Allâhümmec‘al hubbeke ehabbe ileyye min nefsî ve ehlî ve mine’l-mâi’l-bârid: Allahım! Senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allahım! Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!”
Tirmizî, Daavât 73, Tefsîrü’l-Kur’ân 39
Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 1493 numaralı hadis olarak geçmektedir.
Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:
“Allah filanı seviyor, onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil de o kulu sever, sonra gök halkına:
– Allah filanı gerçekten seviyor; onu siz de seviniz! diye hitâbeder.
Göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzündekilerin gönlünde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.
Buhârî, Bedü’l–halk 6, Edeb 41, Tevhîd 33; Müslim, Birr 157. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (19), 7
Müslim’in rivâyetinde (Birr 157) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir:
Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:
– “Ben filanı seviyorum onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil onu sever ve sonra gök halkına:
– Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz, diye seslenir. Gök halkı da o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.
Allah Teâlâ bir kula buğzettiği zaman, Cebrâil’e:
– “Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye emreder. Cebrâil de onu sevmez. Sonra Cebrâil gök halkına:
– Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra da yeryüzündekilerde o kimseye karşı bir kin ve nefret uyanır.
Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 388 numaralı hadis olarak geçmektedir.
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar:
Allah ve Resûlünü, (bu ikisinden başka) herkesden fazla sevmek.
Sevdiğini Allah için sevmek.
Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek. ”
Buhârî, Îmân 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, Îmân 67. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 10
Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 376 numaralı hadis olarak geçmektedir.
“Dâvûd aleyhisselâm şöyle dua ederdi: Allâhümme innî es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke, ve’l-amele’llezî yübelligunî hubbeke. Allâhümmec‘al hubbeke ehabbe ileyye min nefsî ve ehlî ve mine’l-mâi’l-bârid: Allahım! Senden seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi ve senin sevgine ulaştıracak amelleri sevmeyi dilerim. Allahım! Senin sevgini bana canımdan, ailemden ve soğuk sudan daha ileri kıl!”
Tirmizî, Daavât 73, Tefsîrü’l-Kur’ân 39
Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 1493 numaralı hadis olarak geçmektedir.
Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:
“Allah filanı seviyor, onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil de o kulu sever, sonra gök halkına:
– Allah filanı gerçekten seviyor; onu siz de seviniz! diye hitâbeder.
Göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzündekilerin gönlünde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.
Buhârî, Bedü’l–halk 6, Edeb 41, Tevhîd 33; Müslim, Birr 157. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (19), 7
Müslim’in rivâyetinde (Birr 157) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir:
Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:
– “Ben filanı seviyorum onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil onu sever ve sonra gök halkına:
– Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz, diye seslenir. Gök halkı da o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.
Allah Teâlâ bir kula buğzettiği zaman, Cebrâil’e:
– “Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye emreder. Cebrâil de onu sevmez. Sonra Cebrâil gök halkına:
– Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra da yeryüzündekilerde o kimseye karşı bir kin ve nefret uyanır.
Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 388 numaralı hadis olarak geçmektedir.
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar:
Allah ve Resûlünü, (bu ikisinden başka) herkesden fazla sevmek.
Sevdiğini Allah için sevmek.
Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek. ”
Buhârî, Îmân 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, Îmân 67. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 10
Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 376 numaralı hadis olarak geçmektedir.
18 Kasım 2008 Salı
Sünnete Sarılmak
İrbad b. Sariye (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) bir gün sabah namazından sonra son derece tesirli bir va’z verdi de bu va’zın tesirinden gözler yaşardı kalpler ürperdi. Ashaptan bir kişi: “Bu öğütler vedalaşan bir kimsenin öğütleri gibidir o halde bize neyi tavsiye ederseniz Ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Rasûlullah (s.a.v.)’de şöyle buyurdu: “Allah’a karşı her zaman ve her zeminde sorumluluk bilinci içerisinde olmayı, Allah’tan gelen her şeyi dinleyip itaat etmeyi, idareciniz durumunda olan kimse Habeşli bir köle bile olsa onu dinleyip itaat etmeyi. İçinizde yaşayacak olanlar benden sonra pek çok ayrılık ve anlaşmazlıklara şahit olacaklardır. Dinde yeri olmayan fakat dindenmiş gibi gösterilmeye çalışan şeylerden sakınıp uzak durunuz, çünkü onlar sapıklıktır. Sizden kim bu dönemlere ulaşırsa benim sünnetime ve doğru yolda olan Raşit Halifelerin sünnetine sıkıca sarılsın. Bu yolda sabredip dişinizi sıkınız.”
Tirmizi, İlim, 16
El-Mikdam İbn Ma'dikerib'den (rivayet edildiğine göre) Rasûlullah (s.a.) (şöyle) buyurmuştur:
"Şunu iyi biliniz ki bana Kur'an-ı Kerim ile birlikte (onun bir) benzeri de verilmiştir. Dikkatli olun koltuğuna kurulan tok bir adamın size: “(Sadece) şu Kur'an lazımdır onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz (yeter), diyeceği (günler) yakındır. Şunu iyi biliniz ki ehli eşek eti, yırtıcı hayvanlardan köpek dişli olanlar, (bir süre kalmak üzere İslam topraklarına pasaportlu olarak giren) anlaşmalı kafirlerin kaybettiği mallar size helal değildir. Ancak sahibinin kendisine ihtiyaç duymadığı (için almadığı) yitik mallar bu hükmün dışındadır. Kim bir kavme misafir olursa o kavmin onu ağırlaması gerekir. Eğer ağırlamazlarsa, o misafir ağırlama hakkını alarak onları cezalandırabilir.”
Ebu Davud, Sünnet, 5
Rasûlullah (s.a.v.) bir gün sabah namazından sonra son derece tesirli bir va’z verdi de bu va’zın tesirinden gözler yaşardı kalpler ürperdi. Ashaptan bir kişi: “Bu öğütler vedalaşan bir kimsenin öğütleri gibidir o halde bize neyi tavsiye ederseniz Ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Rasûlullah (s.a.v.)’de şöyle buyurdu: “Allah’a karşı her zaman ve her zeminde sorumluluk bilinci içerisinde olmayı, Allah’tan gelen her şeyi dinleyip itaat etmeyi, idareciniz durumunda olan kimse Habeşli bir köle bile olsa onu dinleyip itaat etmeyi. İçinizde yaşayacak olanlar benden sonra pek çok ayrılık ve anlaşmazlıklara şahit olacaklardır. Dinde yeri olmayan fakat dindenmiş gibi gösterilmeye çalışan şeylerden sakınıp uzak durunuz, çünkü onlar sapıklıktır. Sizden kim bu dönemlere ulaşırsa benim sünnetime ve doğru yolda olan Raşit Halifelerin sünnetine sıkıca sarılsın. Bu yolda sabredip dişinizi sıkınız.”
Tirmizi, İlim, 16
El-Mikdam İbn Ma'dikerib'den (rivayet edildiğine göre) Rasûlullah (s.a.) (şöyle) buyurmuştur:
"Şunu iyi biliniz ki bana Kur'an-ı Kerim ile birlikte (onun bir) benzeri de verilmiştir. Dikkatli olun koltuğuna kurulan tok bir adamın size: “(Sadece) şu Kur'an lazımdır onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz (yeter), diyeceği (günler) yakındır. Şunu iyi biliniz ki ehli eşek eti, yırtıcı hayvanlardan köpek dişli olanlar, (bir süre kalmak üzere İslam topraklarına pasaportlu olarak giren) anlaşmalı kafirlerin kaybettiği mallar size helal değildir. Ancak sahibinin kendisine ihtiyaç duymadığı (için almadığı) yitik mallar bu hükmün dışındadır. Kim bir kavme misafir olursa o kavmin onu ağırlaması gerekir. Eğer ağırlamazlarsa, o misafir ağırlama hakkını alarak onları cezalandırabilir.”
Ebu Davud, Sünnet, 5
Kardeşlik
Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir. ”
Hz. Peygamber bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi.
Buhârî, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 18; Nesâî, Zekât 67
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 224. hadis olarak zikredilmektedir.
Numân İbni Beşir radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar. ”
Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 226. hadis olarak zikredilmektedir.
Abdulah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter. ”
Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60; Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 235. hadis olarak zikredilmektedir.
“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir. ”
Hz. Peygamber bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi.
Buhârî, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 18; Nesâî, Zekât 67
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 224. hadis olarak zikredilmektedir.
Numân İbni Beşir radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar. ”
Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 226. hadis olarak zikredilmektedir.
Abdulah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter. ”
Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60; Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 235. hadis olarak zikredilmektedir.
Zühd, Sadelik, Kanaat, Tevekkül
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dünya mü’minin zindanı, kâfirin de cennetidir. ”
Müslim, Zühd 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd l6; İbni Mâce, Zühd 3
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 471. hadis olarak zikredilmektedir.
İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim iki omuzumu tuttu ve:
“Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol” buyurdu. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle derdi:
Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme. Sağlıklı anlarında hastalık zamanın için, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al.
Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 472. hadis olarak zikredilmektedir.
Ebü’l–Abbâs Sehl İbni Sa’d es–Sâidî radıyallahu anh’in söylediğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve:
–Yâ Resûlallah! Bana, yaptığım zaman hem Allah’ın hem de insanların beni seveceği bir iş söyle, dedi. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
– “Dünya ve dünyalıklardan yüz çevir, Allah seni sevsin; halkın elinde olandan yüz çevir, insanlar seni sevsin” buyurdu.
İbni Mâce, Zühd 1
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 473. hadis olarak zikredilmektedir.
Kâ’b İbni İyâz radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi (imtihan vesilesi) de maldır. ”
Tirmizî, Zühd 26
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 482. hadis olarak zikredilmektedir.
Ubeydullah İbni Mihsan el–Ensârî el–Hatmî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden hanginiz canı ve malı emniyet içinde, vücudu sıhhat ve afiyette, günlük azığı da yanında olduğu halde sabahlarsa, sanki bütün dünya kendisine verilmiş gibidir. ”
Tirmizî, Zühd 34. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 9
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 512. hadis olarak zikredilmektedir.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül tokluğudur. ”
Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 130. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 40; İbni Mâce, Zühd 9
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 523. hadis olarak zikredilmektedir.
“Dünya mü’minin zindanı, kâfirin de cennetidir. ”
Müslim, Zühd 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd l6; İbni Mâce, Zühd 3
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 471. hadis olarak zikredilmektedir.
İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim iki omuzumu tuttu ve:
“Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol” buyurdu. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle derdi:
Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme. Sağlıklı anlarında hastalık zamanın için, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al.
Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 472. hadis olarak zikredilmektedir.
Ebü’l–Abbâs Sehl İbni Sa’d es–Sâidî radıyallahu anh’in söylediğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve:
–Yâ Resûlallah! Bana, yaptığım zaman hem Allah’ın hem de insanların beni seveceği bir iş söyle, dedi. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
– “Dünya ve dünyalıklardan yüz çevir, Allah seni sevsin; halkın elinde olandan yüz çevir, insanlar seni sevsin” buyurdu.
İbni Mâce, Zühd 1
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 473. hadis olarak zikredilmektedir.
Kâ’b İbni İyâz radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi (imtihan vesilesi) de maldır. ”
Tirmizî, Zühd 26
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 482. hadis olarak zikredilmektedir.
Ubeydullah İbni Mihsan el–Ensârî el–Hatmî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden hanginiz canı ve malı emniyet içinde, vücudu sıhhat ve afiyette, günlük azığı da yanında olduğu halde sabahlarsa, sanki bütün dünya kendisine verilmiş gibidir. ”
Tirmizî, Zühd 34. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 9
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 512. hadis olarak zikredilmektedir.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül tokluğudur. ”
Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekât 130. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 40; İbni Mâce, Zühd 9
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 523. hadis olarak zikredilmektedir.
Sıla-i Rahim ve Akrabaya İyilik
Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Medine’de ensar arasında en fazla hurmalığı bulunan Ebû Talha idi. En sevdiği malı da Mescid–i Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ adlı hurma bahçesiydi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi.
Enes (sözüne devamla) dedi ki:
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyet–i kerîmesi nâzil olunca, Ebû Talha Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in yanına geldi ve:
– Yâ Resûlallah! Cenâb–ı Hak sana “Sevdiğiniz şeylerden Allah yo–lunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyetini gönderdi. En sevdiğim malım Beyruhâ adlı bahçedir. Onu Allah rızâsı için sadaka ediyorum. Allah’dan onun sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allah’ın sana göstereceği şekilde kullan, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Âferin sana! Kârlı mal dediğin işte budur! Seni duydum, Ebû Talha. Onu akrabalarına vermeni uygun görüyorum. ”
Ebû Talha:
– Öyle yapayım, yâ Resûlallah, dedi ve bahçeyi akrabaları ve amcasının oğulları arasında taksim etti.
Buhârî, Zekât 44, Vekâlet 14, Vesâyâ 10, 17, 26, Tefsîru sûre (3) 5, Eşribe 13; Müslim, Zekât 42, 43
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 299. hadis olarak zikredilmektedir.
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Rızkının çoğalmasını, ömrünün uzamasını isteyen kimse, akrabasını kollayıp gözetsin. ”
Buhârî, Edeb 12, Büyû` 13; Müslim, Birr 20, 21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 45
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 321. hadis olarak zikredilmektedir.
Ebû Muhammed Cübeyr İbni Mut’ım radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Akrabasıyla ilgisini kesen kimse cennete giremez. ”
Buhârî, Edeb 11; Müslim, Birr 18, 19. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 45; Tirmizî, Birr 10
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 341. hadis olarak zikredilmektedir.
Medine’de ensar arasında en fazla hurmalığı bulunan Ebû Talha idi. En sevdiği malı da Mescid–i Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ adlı hurma bahçesiydi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi.
Enes (sözüne devamla) dedi ki:
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyet–i kerîmesi nâzil olunca, Ebû Talha Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem in yanına geldi ve:
– Yâ Resûlallah! Cenâb–ı Hak sana “Sevdiğiniz şeylerden Allah yo–lunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyetini gönderdi. En sevdiğim malım Beyruhâ adlı bahçedir. Onu Allah rızâsı için sadaka ediyorum. Allah’dan onun sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allah’ın sana göstereceği şekilde kullan, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Âferin sana! Kârlı mal dediğin işte budur! Seni duydum, Ebû Talha. Onu akrabalarına vermeni uygun görüyorum. ”
Ebû Talha:
– Öyle yapayım, yâ Resûlallah, dedi ve bahçeyi akrabaları ve amcasının oğulları arasında taksim etti.
Buhârî, Zekât 44, Vekâlet 14, Vesâyâ 10, 17, 26, Tefsîru sûre (3) 5, Eşribe 13; Müslim, Zekât 42, 43
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 299. hadis olarak zikredilmektedir.
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Rızkının çoğalmasını, ömrünün uzamasını isteyen kimse, akrabasını kollayıp gözetsin. ”
Buhârî, Edeb 12, Büyû` 13; Müslim, Birr 20, 21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 45
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 321. hadis olarak zikredilmektedir.
Ebû Muhammed Cübeyr İbni Mut’ım radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Akrabasıyla ilgisini kesen kimse cennete giremez. ”
Buhârî, Edeb 11; Müslim, Birr 18, 19. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 45; Tirmizî, Birr 10
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 341. hadis olarak zikredilmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in Faziletine Dair Hadisler
Resûlullah "Muhakkak ki ileride kapkaranlık geceler misâli fitneler
olacak!" buyurdu.
"Onlardan kurtuluşun yolu nedir, Ey Allah'ın Resûlü?" denildi.
Buyurdu:
"Allah'ın kitabı!
Onda sizden öncekilerin olayları,
sizden sonrakilerin haberleri ve sizin de hükmünüz vardır.
O, kesin çizgidir; şaka değildir.
Her kim kibirlenerek onu terk ederse Allah onun belini kırar.
Her kim ondan başka hidâyet ararsa Allah onu saptırır.
O Allah'ın sapasağlam ipidir.
O, apaçık bir nurdur.
O hikmetli bir hatırlatmadır.
O dosdoğru yoldur.
Hevalar onun sayesinde kaymaz.
Görüşler onun sayesinde dağılmaz.
Âlimler ona doymazlar.
Onun çokça tekrarı usanç vermez.
Hayretengiz yönleri tükenmez.
Her kim onun ilmiyle ilimlenirse ileri gider.
Her kim onunla amel ederse ecirlenir.
Her kim onunla hükmederse adalet eyler.
Her kim ona tutunursa doğru yolu bulur."
Ahmed b. Hanbel, 1, 91;
Dârimî, Fezâilü'l-Kur'ân, 1;
Tirmizî, Sevâbü'l-Kur'ân 14, 2908.
Ebû Mûsa el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kur’an okuyan mü’min portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’an okuyan münâfık fesleğen gibidir: Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’an okumayan münâfık Ebû Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır. ”
Buhârî, Et’ime 30 Fezâilü’l–Kur’ân 17, Tevhîd 36; Müslim, Müsâfirîn 243. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Edeb 16; Tirmizî, Edeb 79; İbni Mâce, Mukaddime 16
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 997. hadis olarak geçmektedir.
olacak!" buyurdu.
"Onlardan kurtuluşun yolu nedir, Ey Allah'ın Resûlü?" denildi.
Buyurdu:
"Allah'ın kitabı!
Onda sizden öncekilerin olayları,
sizden sonrakilerin haberleri ve sizin de hükmünüz vardır.
O, kesin çizgidir; şaka değildir.
Her kim kibirlenerek onu terk ederse Allah onun belini kırar.
Her kim ondan başka hidâyet ararsa Allah onu saptırır.
O Allah'ın sapasağlam ipidir.
O, apaçık bir nurdur.
O hikmetli bir hatırlatmadır.
O dosdoğru yoldur.
Hevalar onun sayesinde kaymaz.
Görüşler onun sayesinde dağılmaz.
Âlimler ona doymazlar.
Onun çokça tekrarı usanç vermez.
Hayretengiz yönleri tükenmez.
Her kim onun ilmiyle ilimlenirse ileri gider.
Her kim onunla amel ederse ecirlenir.
Her kim onunla hükmederse adalet eyler.
Her kim ona tutunursa doğru yolu bulur."
Ahmed b. Hanbel, 1, 91;
Dârimî, Fezâilü'l-Kur'ân, 1;
Tirmizî, Sevâbü'l-Kur'ân 14, 2908.
Ebû Mûsa el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kur’an okuyan mü’min portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’an okuyan münâfık fesleğen gibidir: Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’an okumayan münâfık Ebû Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır. ”
Buhârî, Et’ime 30 Fezâilü’l–Kur’ân 17, Tevhîd 36; Müslim, Müsâfirîn 243. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Edeb 16; Tirmizî, Edeb 79; İbni Mâce, Mukaddime 16
Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 997. hadis olarak geçmektedir.
30 Ekim 2008 Perşembe
Niyetin Önemine Dair Bir Hadis
“Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı:
Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb–ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb–ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar.
Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb–ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb–ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar. ”
Buhârî, Rikâk 31; Müslim, Îmân 207, 259. Ayrıca bk. Buhârî, Tevhîd 35; Tirmizî, Tefsîru sûre (6), 10
Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb–ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb–ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar.
Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb–ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb–ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar. ”
Buhârî, Rikâk 31; Müslim, Îmân 207, 259. Ayrıca bk. Buhârî, Tevhîd 35; Tirmizî, Tefsîru sûre (6), 10
30 Eylül 2008 Salı
Ramazan Ayı Hakkında
İbn Hüzeyme'nin naklettiğine göre Selman (r.a) şöyle anlatmıştır; Resulullah (s.a.s) bir Şaban ayının son gününde bize şöyle hitab etti:
"Ey insanlar! Yüce ve mübarek bir ay'ın gölgesi üzerinize bastı. O ayda bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. ALLAH o ayda oruç tutmayı farz kıldı. Geceleyin ibadet yapmayı (teravih) kılmayı nafile kıldı. O ayda bir hayır işleyen kimse diğer aylarda bir farz işlemiş gibi olur. O ayda bir farz işleyen ise diğer aylarda yetmiş farz işleyen gibidir. O, sabır ay'ıdır, sabrın karşılığı ise Cennettir. O, yardımlaşma ay'ıdır. O ayda müminin rızkı bollaştırılır. O ayda kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, günahlarının bağışlanmasına ve Cehennemden kurtulmasına sebep olur. Aynı zamanda oruçlunun sevabı kadar sevap verilir. Oruçlunun sevabından da birşey noksanlaşmaz. " Ashab; "Ya Resulullah! Hepimiz oruçluyu iftar ettirecek bir şey bulamıyoruz" deyince Resulullah (s.a.s):ALLAH bu sevabı oruçluyu kuru bir hurma ile veya bir yudum su ile ya da bir yudum süt karışığı ile iftar ettirene de verir. O öyle bir aydır ki; evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu da Cehennem ateşinden kurtuluştur. O ayda köle ve hizmetçilerinin yükünü hafifleten kimseyi ALLAH bağışlar ve Cehennem ateşinden kurtarır" (et-Tergîb, II, 94-95).
"Ey insanlar! Yüce ve mübarek bir ay'ın gölgesi üzerinize bastı. O ayda bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. ALLAH o ayda oruç tutmayı farz kıldı. Geceleyin ibadet yapmayı (teravih) kılmayı nafile kıldı. O ayda bir hayır işleyen kimse diğer aylarda bir farz işlemiş gibi olur. O ayda bir farz işleyen ise diğer aylarda yetmiş farz işleyen gibidir. O, sabır ay'ıdır, sabrın karşılığı ise Cennettir. O, yardımlaşma ay'ıdır. O ayda müminin rızkı bollaştırılır. O ayda kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, günahlarının bağışlanmasına ve Cehennemden kurtulmasına sebep olur. Aynı zamanda oruçlunun sevabı kadar sevap verilir. Oruçlunun sevabından da birşey noksanlaşmaz. " Ashab; "Ya Resulullah! Hepimiz oruçluyu iftar ettirecek bir şey bulamıyoruz" deyince Resulullah (s.a.s):ALLAH bu sevabı oruçluyu kuru bir hurma ile veya bir yudum su ile ya da bir yudum süt karışığı ile iftar ettirene de verir. O öyle bir aydır ki; evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu da Cehennem ateşinden kurtuluştur. O ayda köle ve hizmetçilerinin yükünü hafifleten kimseyi ALLAH bağışlar ve Cehennem ateşinden kurtarır" (et-Tergîb, II, 94-95).
8 Ağustos 2008 Cuma
Kişisel Gelişim (Bir eleştiri denemesi)
Tuhaf Bir Doğu-Batı Sentezi Çabası: Kişisel Gelişim
KİŞİSEL gelişim sektörünün dayandığı temel felsefeye bakıldığında batı paradigmasının (tanrı-evren-insan tasavvurunun) bir sonucu olarak ortaya çıktığı ve Batı düşüncesinin son yüzyıllarda içine düştüğü hümanist, sekülerist, pozitivist ve materyalist girdabın modern zamanlara mahsus bir yansıması olduğu görülür.
Öte yandan, bu tatsız ve lezzetsiz batı yemeğine kadim doğu bilgeliğinden bazı alıntıların ketçap, mayonez suretinde boca edildiği de dikkatlerden kaçmıyor.
Bizim lezzet anlayışımıza ve damak zevkimize hiç de uymayan kişisel gelişimi birkaç kelimeyle özetlemek gerekirse: modern zaman büyücülerinin göz boyayıcı dünyasının aldatıcı ışıkları altında yükselmek, zengin olmak, şöhret, kariyer, başarı, mutluluk merdivenine imaj, gösteriş, gevezelik, şarlatanlık, yalan, yapmacıklık vb. basamaklarla çıkma çabası. Derinleşme yok. Malumatfuruşluk ön planda.
İmana, dine, kalbe, ruha, manevi boyuta, seyr-i süluka, terbiyeye, nefis tezkiyesine, arınmaya, incelmeye, zerafete, yardımlaşmaya, diğergâmlığa kısaca insan olmaya sırt dönülürken nefsi azdırmaya, benlik ve enaniyeti ön plana çıkarmaya, yükselmek için her yolu mübah görmeye, ne pahasına olursa olsun kariyer yapmaya, yalana, aldatmaya pirim veriliyor.
HAK, hakikat, iyi, doğru ve güzelin yerini ne idüğü ve nasıl olacağı tanımlanamayan başarı, motivasyon, kariyer vb. kavramlar almış durumda. Ahiret yok. Her şey bu dünyada ve sadece maddi başarıya endeksli. Doğallık, güvenilirlik, dürüstlük, kişilik, şahsiyet, ehliyet, liyakat, ilke ve benzeri kavramlar “out”. Beden dili, imaj, demagoji, görünüş, prezantasyon “in”.
Kerameti kendinden menkul kişisel gelişim dünyası zaten yanılsamalar üzerinde yükseldiği için varlığını da yanılsamalarla devam ettirmeye çalışıyor. İnsanların önce kendilerini kötü hissetmeleri sağlanıyor, ardından buradan bir sektör oluşturuluyor. Sen başarısızsın, cahilsin, gelişmemişsin, eğitilmen lazım, şu konularda sertifikan olmalı, bunları elde edersen şöyle yükselirsin, herkesin gözbebeği olursun gibi kuruntularla aldatılan yığınlar ve bu yığınların “kişisel gelişimcilerin gelişmesine” aktardığı milyarlar.
Cahil, eğitimsiz, yeteneksiz, ehliyetsiz, yetersiz olduğunuzu kabul ediverin yeter! Nasıl olsa her köşe başında size neyi nasıl yapmanız gerektiğini söyleyecek uzmanlar var ve siz hayatınızı idame ettirebilmek için bu uzmanlardan destek almak zorundasınız.
Kendisi himmete muhtaç 25-30 yaşındaki dedelerden(!) bilgelik, yaşam tecrübeleri, öğütler, nasihatler, hayatın ve insanın derinliklerine dair engin tecrübeler dinlemelisiniz ki başarılı ve mutlu olabilesiniz. Aile kurumundan bihaber (ve bazen de bekar) aile koçlarına başvurmadan aile içi iletişim kuramazsınız. Eşinizle ve çocuklarınızla nasıl geçineceğinizi sizi ve ailenizi hiç de tanımayan bu uzmanlardan öğrenmelisiniz. Yaşam koçları olmadan yaşayamazsınız. Ne yiyeceğinizi, ne içeceğinizi, nasıl giyineceğinizi, ne şekilde davranacağınızı, nasıl mutlu olacağınızı mutlaka size birilerinin söylemesi lazım. Bu “üstün insanlar” olmasa zaten siz zavallı insancıklar başarı ve mutluluk yüzü göremezsiniz!
BU sektörün gurularına inanıp, elinizde avucunuzda ne varsa kişisel gelişiminize yatırdınız. Tüm kitaplarını okudunuz, seminerlerini kaçırmadınız, elinizde onlarca sertifikanız var artık. Sonuçta ulaşılan ne?
Mutluluk mu?
Bilakis: hayal kırıklıkları, ümitsizlikler, aşırı yüklenme sonucu ortaya çıkan sağlık sorunları, büyük hedeflerin altında ezilmeler, beceriksizliğin kabullenilmesi ve içe kapanmalar.
Başarı mı?
Ne gezer! Alınan sertifikalara rağmen içi boş, derinliği olmayan, ne yapacağını bilemeyen, kişiliksiz, gelişememiş, tatmin olamayan bireyler. Başaracağına inandırılmış olmanın ama başaramamanın getireceği sıkıntılar da cabası.
Bir insan nasıl mutlu olur, ne zaman başarılı sayılır? Dinlerin ve kadim felsefelerin yüzyıllardan beri cevap vermeye çalıştığı ve insan hayatının tamamını kuşatan bir konuda üç-beş kitap okuyup, ezberlediği klişe cümlelerle show yapan şarlatanlar birkaç seminerle sizi mutlu ve başarılı kılabilir mi?
Bereketi, haramı helali, Allah rızasını, “hayırlısı ne ise o olsun” anlayışını, başarıyı Allah’tan bilmeyi, rızayı, tevekkülü görmezden gelen bir yaklaşımla kim, nereye gidebilir?
TÜM bunların yanında bu konuda belki de en çok düşünülmesi gereken nokta: klasiklerinin önsözleri daima “başarı Allah’tandır” ifadesiyle biten bir medeniyetin mensuplarının da maalesef yine “bunun da en iyisi bizde”, “yüzyıllar öncesinde bunlar zaten bizde vardı” mantığıyla hareket etme yanlışına düşmesi.
İçinde taşıdığı batıl itikatlar, yanlış felsefi telakkiler göz ardı edilerek kişisel gelişimi İslamîleştirme, yerlileştirme ve millîleştirme çabalarına dikkat edilmeli ve böylesi konularda “ince eleyip sık dokuyan” bir yaklaşım sergilenmelidir.
Daha ziyade olumsuz yönlerine işaret ederek bir tahlil denemesi yaptığımız kişisel gelişim alanıyla ilgili şöyle bir itiraz gelebilir: peki bu alanın hiç mi olumlu yönleri yok?
Kanaatimize göre zaten seyl-i huruşan halinde kapıp götüren bir sürecin zararlı boyutlarını nazara vermek, faydalı yönlerinden istifade edelim anlayışından önce gelir. Gerekli eleştirileri yapabilenler zaten istifade edilebilecek yönlerini de görüp değerlendirebilirler.
Not: Bu yazı Zafer dergisinin 378. sayısında (Haziran 2008) yayınlanmıştır.
KİŞİSEL gelişim sektörünün dayandığı temel felsefeye bakıldığında batı paradigmasının (tanrı-evren-insan tasavvurunun) bir sonucu olarak ortaya çıktığı ve Batı düşüncesinin son yüzyıllarda içine düştüğü hümanist, sekülerist, pozitivist ve materyalist girdabın modern zamanlara mahsus bir yansıması olduğu görülür.
Öte yandan, bu tatsız ve lezzetsiz batı yemeğine kadim doğu bilgeliğinden bazı alıntıların ketçap, mayonez suretinde boca edildiği de dikkatlerden kaçmıyor.
Bizim lezzet anlayışımıza ve damak zevkimize hiç de uymayan kişisel gelişimi birkaç kelimeyle özetlemek gerekirse: modern zaman büyücülerinin göz boyayıcı dünyasının aldatıcı ışıkları altında yükselmek, zengin olmak, şöhret, kariyer, başarı, mutluluk merdivenine imaj, gösteriş, gevezelik, şarlatanlık, yalan, yapmacıklık vb. basamaklarla çıkma çabası. Derinleşme yok. Malumatfuruşluk ön planda.
İmana, dine, kalbe, ruha, manevi boyuta, seyr-i süluka, terbiyeye, nefis tezkiyesine, arınmaya, incelmeye, zerafete, yardımlaşmaya, diğergâmlığa kısaca insan olmaya sırt dönülürken nefsi azdırmaya, benlik ve enaniyeti ön plana çıkarmaya, yükselmek için her yolu mübah görmeye, ne pahasına olursa olsun kariyer yapmaya, yalana, aldatmaya pirim veriliyor.
HAK, hakikat, iyi, doğru ve güzelin yerini ne idüğü ve nasıl olacağı tanımlanamayan başarı, motivasyon, kariyer vb. kavramlar almış durumda. Ahiret yok. Her şey bu dünyada ve sadece maddi başarıya endeksli. Doğallık, güvenilirlik, dürüstlük, kişilik, şahsiyet, ehliyet, liyakat, ilke ve benzeri kavramlar “out”. Beden dili, imaj, demagoji, görünüş, prezantasyon “in”.
Kerameti kendinden menkul kişisel gelişim dünyası zaten yanılsamalar üzerinde yükseldiği için varlığını da yanılsamalarla devam ettirmeye çalışıyor. İnsanların önce kendilerini kötü hissetmeleri sağlanıyor, ardından buradan bir sektör oluşturuluyor. Sen başarısızsın, cahilsin, gelişmemişsin, eğitilmen lazım, şu konularda sertifikan olmalı, bunları elde edersen şöyle yükselirsin, herkesin gözbebeği olursun gibi kuruntularla aldatılan yığınlar ve bu yığınların “kişisel gelişimcilerin gelişmesine” aktardığı milyarlar.
Cahil, eğitimsiz, yeteneksiz, ehliyetsiz, yetersiz olduğunuzu kabul ediverin yeter! Nasıl olsa her köşe başında size neyi nasıl yapmanız gerektiğini söyleyecek uzmanlar var ve siz hayatınızı idame ettirebilmek için bu uzmanlardan destek almak zorundasınız.
Kendisi himmete muhtaç 25-30 yaşındaki dedelerden(!) bilgelik, yaşam tecrübeleri, öğütler, nasihatler, hayatın ve insanın derinliklerine dair engin tecrübeler dinlemelisiniz ki başarılı ve mutlu olabilesiniz. Aile kurumundan bihaber (ve bazen de bekar) aile koçlarına başvurmadan aile içi iletişim kuramazsınız. Eşinizle ve çocuklarınızla nasıl geçineceğinizi sizi ve ailenizi hiç de tanımayan bu uzmanlardan öğrenmelisiniz. Yaşam koçları olmadan yaşayamazsınız. Ne yiyeceğinizi, ne içeceğinizi, nasıl giyineceğinizi, ne şekilde davranacağınızı, nasıl mutlu olacağınızı mutlaka size birilerinin söylemesi lazım. Bu “üstün insanlar” olmasa zaten siz zavallı insancıklar başarı ve mutluluk yüzü göremezsiniz!
BU sektörün gurularına inanıp, elinizde avucunuzda ne varsa kişisel gelişiminize yatırdınız. Tüm kitaplarını okudunuz, seminerlerini kaçırmadınız, elinizde onlarca sertifikanız var artık. Sonuçta ulaşılan ne?
Mutluluk mu?
Bilakis: hayal kırıklıkları, ümitsizlikler, aşırı yüklenme sonucu ortaya çıkan sağlık sorunları, büyük hedeflerin altında ezilmeler, beceriksizliğin kabullenilmesi ve içe kapanmalar.
Başarı mı?
Ne gezer! Alınan sertifikalara rağmen içi boş, derinliği olmayan, ne yapacağını bilemeyen, kişiliksiz, gelişememiş, tatmin olamayan bireyler. Başaracağına inandırılmış olmanın ama başaramamanın getireceği sıkıntılar da cabası.
Bir insan nasıl mutlu olur, ne zaman başarılı sayılır? Dinlerin ve kadim felsefelerin yüzyıllardan beri cevap vermeye çalıştığı ve insan hayatının tamamını kuşatan bir konuda üç-beş kitap okuyup, ezberlediği klişe cümlelerle show yapan şarlatanlar birkaç seminerle sizi mutlu ve başarılı kılabilir mi?
Bereketi, haramı helali, Allah rızasını, “hayırlısı ne ise o olsun” anlayışını, başarıyı Allah’tan bilmeyi, rızayı, tevekkülü görmezden gelen bir yaklaşımla kim, nereye gidebilir?
TÜM bunların yanında bu konuda belki de en çok düşünülmesi gereken nokta: klasiklerinin önsözleri daima “başarı Allah’tandır” ifadesiyle biten bir medeniyetin mensuplarının da maalesef yine “bunun da en iyisi bizde”, “yüzyıllar öncesinde bunlar zaten bizde vardı” mantığıyla hareket etme yanlışına düşmesi.
İçinde taşıdığı batıl itikatlar, yanlış felsefi telakkiler göz ardı edilerek kişisel gelişimi İslamîleştirme, yerlileştirme ve millîleştirme çabalarına dikkat edilmeli ve böylesi konularda “ince eleyip sık dokuyan” bir yaklaşım sergilenmelidir.
Daha ziyade olumsuz yönlerine işaret ederek bir tahlil denemesi yaptığımız kişisel gelişim alanıyla ilgili şöyle bir itiraz gelebilir: peki bu alanın hiç mi olumlu yönleri yok?
Kanaatimize göre zaten seyl-i huruşan halinde kapıp götüren bir sürecin zararlı boyutlarını nazara vermek, faydalı yönlerinden istifade edelim anlayışından önce gelir. Gerekli eleştirileri yapabilenler zaten istifade edilebilecek yönlerini de görüp değerlendirebilirler.
Not: Bu yazı Zafer dergisinin 378. sayısında (Haziran 2008) yayınlanmıştır.
26 Temmuz 2008 Cumartesi
Cevamiü'l-Kelim olan Efendimiz'den bir hadis
"Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdulillah duası mizanı, elhamdulillah ve sübhanallah sözleri ise yer ile gökler arasını sevap ile doldurur. Namaz nurdur, sadaka burhandır, sabır ziyadır. Kur'an senin ya lehinde ya aleyhinde delildir. Herkes sabahtan (pazara çıkar) nefsini satar. Kimi onu azad eder, kimi de helak eder."
Müslim, Taharet, 1
16 Haziran 2008 Pazartesi
HAYATA DAİR (Seyyid Kutub)
"Hayat daima diri olan Allah’ın kuvvetiyle canlanır ve gelişir.
Sadece kendimiz için yaşadığımız zaman kısa ve cılız görünür bize hayat; etrafımızı algılamamızla başlayan, sınırlı ömrümüzün tükenmesiyle son bulan kısacık bir süreç!
Fakat başkası için yaşadığımız zaman… yani bir fikir için yaşadığımız zaman hayat uzun ve anlamlı görünür; insanlığın bir bütün olarak hayata başladığı andan, bütün insanlığın şu yeryüzünden ayrılacağı son ana kadar sürüp giden uzun bir ömür!
Bu perspektife sahip olunca ferdi ömrümüze kat be kat ömür katmış oluruz… Hayatı bu şekilde tasavvur etmek, günlerimizi, saatlerimizi ve dakikalarımızı daha bir hissetmemize, başka türlü algılamamıza, nefes alış verişlerimizi varlığımızın ta derinliğinden duymamıza sebep olur, varoluş bilincimiz arttıkça artar… Hayat, yılların sayısına göre değil, bilincin derinliğine göre yaşanır. Realistlerin bu bağlamda vehim dedikleri şey realitede bir hakikattir; onların hakikatlerinden daha sahici bir hakikat! Çünkü hayat, insanın hayatı algılayışından, hayata ilişkin bilincinden başka bir şey değildir. Hangi insan hayata ilişkin bilinçten soyutlanırsa, gerçek anlamıyla hayatı öz hayatından soyutlamış olur. Bir insan ne zaman hayata dair bilincini arttırırsa, fiilen dolu dolu bir hayat yaşar."
Seyyid Kutub
Ruhun Sevinci, s. 5
Not: Ruhun Sevinci, merhum Seyyid Kutub'un kızkardeşine yazmış olduğu kısa ve özlü birkaç mektuptan oluşan ve Dünya Yayıncılık tarafından Ocak 2007'de 2. baskısı yapılan 36 sayfalık küçük bir kitapçıktır.
Sadece kendimiz için yaşadığımız zaman kısa ve cılız görünür bize hayat; etrafımızı algılamamızla başlayan, sınırlı ömrümüzün tükenmesiyle son bulan kısacık bir süreç!
Fakat başkası için yaşadığımız zaman… yani bir fikir için yaşadığımız zaman hayat uzun ve anlamlı görünür; insanlığın bir bütün olarak hayata başladığı andan, bütün insanlığın şu yeryüzünden ayrılacağı son ana kadar sürüp giden uzun bir ömür!
Bu perspektife sahip olunca ferdi ömrümüze kat be kat ömür katmış oluruz… Hayatı bu şekilde tasavvur etmek, günlerimizi, saatlerimizi ve dakikalarımızı daha bir hissetmemize, başka türlü algılamamıza, nefes alış verişlerimizi varlığımızın ta derinliğinden duymamıza sebep olur, varoluş bilincimiz arttıkça artar… Hayat, yılların sayısına göre değil, bilincin derinliğine göre yaşanır. Realistlerin bu bağlamda vehim dedikleri şey realitede bir hakikattir; onların hakikatlerinden daha sahici bir hakikat! Çünkü hayat, insanın hayatı algılayışından, hayata ilişkin bilincinden başka bir şey değildir. Hangi insan hayata ilişkin bilinçten soyutlanırsa, gerçek anlamıyla hayatı öz hayatından soyutlamış olur. Bir insan ne zaman hayata dair bilincini arttırırsa, fiilen dolu dolu bir hayat yaşar."
Seyyid Kutub
Ruhun Sevinci, s. 5
Not: Ruhun Sevinci, merhum Seyyid Kutub'un kızkardeşine yazmış olduğu kısa ve özlü birkaç mektuptan oluşan ve Dünya Yayıncılık tarafından Ocak 2007'de 2. baskısı yapılan 36 sayfalık küçük bir kitapçıktır.
Etiketler:
başkaları için yaşamak,
hayat,
Seyyid Kutub
8 Mayıs 2008 Perşembe
Dürüstlük Üzerine Güzel Bir Öykü
Bir zamanlar, Uzak Doğu'da, artık yaşlandığını ve yerine geçecek birini seçmesi gerektiğini düşünen bir imparator varmış. Yardımcılarından ya da çocuklarından birini seçmek yerine; kendi yerine geçecek kişiyi değişik bir yolla seçmeye karar vermiş.
Bir gün, ülkesindeki tüm gençleri çağırmış ve: "Artık tahttan inip yeni bir imparator seçme vakti geldi. Sizlerden birini seçmeye karar verdim." demiş.
Gençler şaşırmışlar, ancak o konuşmasını sürdürmüş: "Bugün hepinize birer tohum vereceğim. Bir tek tohum... Ama bu çok özel bir tohum. Evlerinize gidip onu ekmenizi, sulayıp büyütmenizi istiyorum. Tam bir yıl sonra büyüttüğünüz o tohumla buraya geleceksiniz. Sizi, yetiştirdiğiniz o tohuma göre değerlendirip, birinizi imparator seçeceğim."
Saraya çağrılan gençlerin arasında Ling adında biri de varmış. O da diğerleri gibi tohumunu almış... Evine gidip heyecanla olayı annesine anlatmış. Annesi bir saksı ve biraz toprak bulup, onun tohumu ekmesine yardım etmiş. Sonra birlikte dikkatlice sulamışlar. Her gün sulayıp büyümesini bekliyorlarmış.
Yeterince zaman geçtikten sonra diğer gençler tohumlarının ne kadar büyüdüğünü anlatırken, Ling hayal kırıklığı içinde, kendi tohumunda hiçbir değişiklik olmadığını görüyormuş. Üç hafta, dört hafta, beş hafta geçmiş... Hâlâ hiçbir gelişme yokmuş. Diğerleri yetişen bitkilerinden söz ederken Ling çok üzülüyormuş. İmparatorun onu beceriksiz sanmasından çok endişeleniyormuş. Arkadaşlarına da hiçbir şey diyemiyor, sabırla bekliyormuş.
Sonunda bir yıl bitmiş ve gençlerin yetiştirdikleri bitkileri imparatorun huzuruna götürecekleri gün gelip çatmış. Ling, annesine boş saksıyı götüremeyeceğini söyleyince, annesi ona cesaret verip; saksısını götürüp dürüst bir şekilde olanları imparatora anlatmasını istemiş. Ling, pek istemese de, annesinin sözünü tutmuş ve boş saksıyla saraya gitmiş.
Saraya varınca arkadaşlarının yetiştirdiği bitkilerin güzellikleri karşısında şaşırmış. Sonra imparator gelmiş ve tüm gençleri selamlamış. Ling, arkalarda bir yerlere saklanmaya çalışıyormuş. "Ne büyük bitkiler, çiçekler ve ağaçlar yetiştirmişsiniz. Bugün biriniz imparator olacak." demiş imparator.
Aniden arkada elinde boş saksısıyla Ling'i fark etmiş. Hemen muhafızlarına onu öne getirmelerini emretmiş. Ling çok korkmuş. "Sanırım beceriksizliğimden dolayı beni öldürtecek." Ling öne geldiğinde imparator adını sormuş. "Adım Ling." demiş. Diğer gençler gülüşüp onunla alay etmeye başlamışlar. İmparator onları susturmuş. Ling'e ve elindeki saksıya dikkatle bakıp kalabalığa doğru dönmüş. "Yeni imparatorunuzu selamlayın. Adi Ling!" demiş.
Ling inanamamış. Çünkü tohumunu yeşertememiş bile, nasıl imparator olurmuş?... İmparator devam etmiş: "Bir yıl önce burada herkese bir tohum verdim. Siz ekip, sulayıp bir yıl sonra getirecektiniz. Ama hepinize kaynamış tohum vermiştim. Asla büyüyemeyecek olan... Ling'in dışında herkes ağaçlar, bitkiler ve çiçekler getirdi; çünkü tohumun büyümediğini fark edince hepiniz onu bir başka tohumla değiştirdiniz. Sadece Ling içinde benim verdiğim tohum olan boş saksıyı getirme cesaret ve dürüstlüğünü gösterdi. Beklentisi gerçekleşmeyince umutsuzluğa kapılsa da, dürüstlüğünden vazgeçmedi... Onun için yeni imparatorunuz o olacak!"
Bir gün, ülkesindeki tüm gençleri çağırmış ve: "Artık tahttan inip yeni bir imparator seçme vakti geldi. Sizlerden birini seçmeye karar verdim." demiş.
Gençler şaşırmışlar, ancak o konuşmasını sürdürmüş: "Bugün hepinize birer tohum vereceğim. Bir tek tohum... Ama bu çok özel bir tohum. Evlerinize gidip onu ekmenizi, sulayıp büyütmenizi istiyorum. Tam bir yıl sonra büyüttüğünüz o tohumla buraya geleceksiniz. Sizi, yetiştirdiğiniz o tohuma göre değerlendirip, birinizi imparator seçeceğim."
Saraya çağrılan gençlerin arasında Ling adında biri de varmış. O da diğerleri gibi tohumunu almış... Evine gidip heyecanla olayı annesine anlatmış. Annesi bir saksı ve biraz toprak bulup, onun tohumu ekmesine yardım etmiş. Sonra birlikte dikkatlice sulamışlar. Her gün sulayıp büyümesini bekliyorlarmış.
Yeterince zaman geçtikten sonra diğer gençler tohumlarının ne kadar büyüdüğünü anlatırken, Ling hayal kırıklığı içinde, kendi tohumunda hiçbir değişiklik olmadığını görüyormuş. Üç hafta, dört hafta, beş hafta geçmiş... Hâlâ hiçbir gelişme yokmuş. Diğerleri yetişen bitkilerinden söz ederken Ling çok üzülüyormuş. İmparatorun onu beceriksiz sanmasından çok endişeleniyormuş. Arkadaşlarına da hiçbir şey diyemiyor, sabırla bekliyormuş.
Sonunda bir yıl bitmiş ve gençlerin yetiştirdikleri bitkileri imparatorun huzuruna götürecekleri gün gelip çatmış. Ling, annesine boş saksıyı götüremeyeceğini söyleyince, annesi ona cesaret verip; saksısını götürüp dürüst bir şekilde olanları imparatora anlatmasını istemiş. Ling, pek istemese de, annesinin sözünü tutmuş ve boş saksıyla saraya gitmiş.
Saraya varınca arkadaşlarının yetiştirdiği bitkilerin güzellikleri karşısında şaşırmış. Sonra imparator gelmiş ve tüm gençleri selamlamış. Ling, arkalarda bir yerlere saklanmaya çalışıyormuş. "Ne büyük bitkiler, çiçekler ve ağaçlar yetiştirmişsiniz. Bugün biriniz imparator olacak." demiş imparator.
Aniden arkada elinde boş saksısıyla Ling'i fark etmiş. Hemen muhafızlarına onu öne getirmelerini emretmiş. Ling çok korkmuş. "Sanırım beceriksizliğimden dolayı beni öldürtecek." Ling öne geldiğinde imparator adını sormuş. "Adım Ling." demiş. Diğer gençler gülüşüp onunla alay etmeye başlamışlar. İmparator onları susturmuş. Ling'e ve elindeki saksıya dikkatle bakıp kalabalığa doğru dönmüş. "Yeni imparatorunuzu selamlayın. Adi Ling!" demiş.
Ling inanamamış. Çünkü tohumunu yeşertememiş bile, nasıl imparator olurmuş?... İmparator devam etmiş: "Bir yıl önce burada herkese bir tohum verdim. Siz ekip, sulayıp bir yıl sonra getirecektiniz. Ama hepinize kaynamış tohum vermiştim. Asla büyüyemeyecek olan... Ling'in dışında herkes ağaçlar, bitkiler ve çiçekler getirdi; çünkü tohumun büyümediğini fark edince hepiniz onu bir başka tohumla değiştirdiniz. Sadece Ling içinde benim verdiğim tohum olan boş saksıyı getirme cesaret ve dürüstlüğünü gösterdi. Beklentisi gerçekleşmeyince umutsuzluğa kapılsa da, dürüstlüğünden vazgeçmedi... Onun için yeni imparatorunuz o olacak!"
24 Nisan 2008 Perşembe
Bediüzzaman'ın Dilinden Efendimiz -1
“Demek her bir nevi mevcudatın, hatta yıldızların da bir serzakiri ve nurefşan bir bülbülü var. Fakat bütün bülbüllerin en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bahiri ve en azimi ve en kerimi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kainat bostanında, arz ve semavatın bütün mevcudatını latif secaatiyla, leziz nağamatıyla, ulvi tesbihatiyle vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zişanı ve beni Adem’in bülbül-ü zü’l-Kur’an’ı, Muhammed-i Arabidir.”
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 24. Söz, 4. Dal, Bülbül Bahsine Bir Tetimme
“Allah’ım, kalplerimizi imân ve Kur’ân nuruyla nurlandır. Allah’ım, bizi Sana muhtaç olduğumuzun şuuruyla zenginleştir; Senden müstağnî durma fakirliğine düşürme. Kendi güç ve kuvvetimizden teberrî ediyor, Senin havl ve kuvvetine sığınıyoruz. Bizi Sana tevekkül edenlerden kıl. Bizi nefsimizin eline bırakma. Bizi, koruyuculuğunla muhâfaza eyle. Bize ve erkek, kadın bütün müminlere merhamet et.
Kulun, peygamberin, seçtiğin, dostun, mülkünün güzelliği, masnuâtının melîki ve sultanı, inâyetinin gözbebeği, hidâyetinin güneşi, hüccetinin lisânı, rahmetinin timsâli, mahlûkatının nuru, mevcudâtının şerefi, mahlûkatının çokluğu içinde birliğinin kandili, kâinat tılsımının keşşâfı, rubûbiyet saltanatının dellâlı, hoşnut olduğun şeylerin tebliğ edicisi, gizli isimlerinin tanıtıcısı, kullarının muallimi, âyetlerinin tercümânı, rubûbiyet güzelliğinin aynası, şuhud ve işhâdının medârı, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin habîbin ve resûlün olan Efendimiz Muhammed’e, onun bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan diğer peygamber ve resûllere, melâike-i mukarrebîne ve sâlih kullarına salât ve selâm eyle. âmin.”
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 7. Söz
"Allah’ım! Senin vücûb-u vücuduna ve Vahdâniyetine delâlet, Senin Celâline, Cemâline ve Kemâline şehâdet eden; gördüğünü önce kendisi tasdik eden şâhid-i sâdık ve tahkik edici bürhan-ı nâtık, Peygamber ve resûllerin efendisi ve onların icmâ ve tasdik ve mucizelerinin sırrını taşıyan, evliyâ ve sıddîkların önderi ve onların da ittifak ve tahkik ve kerâmetlerinin sırrını kendinde bulunduran, apaçık mu’cizelerin, zâhir hârikaların, muhakkak, kesin ve kendisini doğrulayan delillerin sahibi; zâtında kıymetli hasletlerin, vazifesinde yüce huyların, şeriatında yüksek seciyelerin mâliki-ki, bütün bunlar, mükemmel ve kendisini hilâf-ı hakikat konuşmaktan tenzih ederler-Kur’ân’ı indiren Allah’ın, indirilen Kurân’ın ve kendisine Kur’ân inen Zâtın icmâıyla, Rabbânî vahyin iniş yeri, âlem-i gayb ve melekûtu gezip dolaşan, ruhları müşâhede edip meleklerle arkadaşlık eden, şahıs, nev ve cinsiyle kâinattaki kemâlâtın fihristesi, yaratılış ağacının en nurlu meyvesi, hakkın kandili, hakikatin bürhanı, rahmetin timsâli, muhabbetin misâli, kâinat tılsımının keşşâfı, Rubûbiyet saltanatının dellâlı, şahsiyet-i mâneviyesinin ulviyetiyle kâinatın yaratılışından âlemin Yaratıcısının maksadı olduğunu gösteren, kanunlarının genişliği ve kuvvetiyle kâinatı düzene koyan Zâtın nizâmı ve kâinatın Yaratıcısının kanunu olduğunu gösteren Şeriatın sahibi, (Evet, kâinatı bu eksiksiz nizam ile tanzim eden Zâttır ki, bu Dini, bu en güzel ve mükemmel nizâmıyla ortaya koymuştur.) biz insanların efendisi ve biz mü’minlere imân yolunu gösteren, Abdullah bin Abdulmuttalib’in oğlu Muhammed’e salât eyle. Ona yer ve gökler durdukça en üstün salâvâtlar ve en mükemmel selâmlar olsun. İşte, bu gördüğünü önce kendisi tasdik eden şâhid-i sâdık şahitlerin huzurunda, asırların ve ülkelerin arkasından, bütün kuvvetiyle gáyet ciddiyetle, nihayetsiz güveni kuvvet-i itminânıyla ve kemâl-i imânıyla, yüksek bir ses ile şöyle nidâ edip bildiriyor: "Allah’tan başka hiçbir ilâh bulunmadığına şehâdet ederim. O tektir; hiçbir ortağı yoktur."
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 22. Söz, 2. Makam
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 24. Söz, 4. Dal, Bülbül Bahsine Bir Tetimme
“Allah’ım, kalplerimizi imân ve Kur’ân nuruyla nurlandır. Allah’ım, bizi Sana muhtaç olduğumuzun şuuruyla zenginleştir; Senden müstağnî durma fakirliğine düşürme. Kendi güç ve kuvvetimizden teberrî ediyor, Senin havl ve kuvvetine sığınıyoruz. Bizi Sana tevekkül edenlerden kıl. Bizi nefsimizin eline bırakma. Bizi, koruyuculuğunla muhâfaza eyle. Bize ve erkek, kadın bütün müminlere merhamet et.
Kulun, peygamberin, seçtiğin, dostun, mülkünün güzelliği, masnuâtının melîki ve sultanı, inâyetinin gözbebeği, hidâyetinin güneşi, hüccetinin lisânı, rahmetinin timsâli, mahlûkatının nuru, mevcudâtının şerefi, mahlûkatının çokluğu içinde birliğinin kandili, kâinat tılsımının keşşâfı, rubûbiyet saltanatının dellâlı, hoşnut olduğun şeylerin tebliğ edicisi, gizli isimlerinin tanıtıcısı, kullarının muallimi, âyetlerinin tercümânı, rubûbiyet güzelliğinin aynası, şuhud ve işhâdının medârı, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin habîbin ve resûlün olan Efendimiz Muhammed’e, onun bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan diğer peygamber ve resûllere, melâike-i mukarrebîne ve sâlih kullarına salât ve selâm eyle. âmin.”
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 7. Söz
"Allah’ım! Senin vücûb-u vücuduna ve Vahdâniyetine delâlet, Senin Celâline, Cemâline ve Kemâline şehâdet eden; gördüğünü önce kendisi tasdik eden şâhid-i sâdık ve tahkik edici bürhan-ı nâtık, Peygamber ve resûllerin efendisi ve onların icmâ ve tasdik ve mucizelerinin sırrını taşıyan, evliyâ ve sıddîkların önderi ve onların da ittifak ve tahkik ve kerâmetlerinin sırrını kendinde bulunduran, apaçık mu’cizelerin, zâhir hârikaların, muhakkak, kesin ve kendisini doğrulayan delillerin sahibi; zâtında kıymetli hasletlerin, vazifesinde yüce huyların, şeriatında yüksek seciyelerin mâliki-ki, bütün bunlar, mükemmel ve kendisini hilâf-ı hakikat konuşmaktan tenzih ederler-Kur’ân’ı indiren Allah’ın, indirilen Kurân’ın ve kendisine Kur’ân inen Zâtın icmâıyla, Rabbânî vahyin iniş yeri, âlem-i gayb ve melekûtu gezip dolaşan, ruhları müşâhede edip meleklerle arkadaşlık eden, şahıs, nev ve cinsiyle kâinattaki kemâlâtın fihristesi, yaratılış ağacının en nurlu meyvesi, hakkın kandili, hakikatin bürhanı, rahmetin timsâli, muhabbetin misâli, kâinat tılsımının keşşâfı, Rubûbiyet saltanatının dellâlı, şahsiyet-i mâneviyesinin ulviyetiyle kâinatın yaratılışından âlemin Yaratıcısının maksadı olduğunu gösteren, kanunlarının genişliği ve kuvvetiyle kâinatı düzene koyan Zâtın nizâmı ve kâinatın Yaratıcısının kanunu olduğunu gösteren Şeriatın sahibi, (Evet, kâinatı bu eksiksiz nizam ile tanzim eden Zâttır ki, bu Dini, bu en güzel ve mükemmel nizâmıyla ortaya koymuştur.) biz insanların efendisi ve biz mü’minlere imân yolunu gösteren, Abdullah bin Abdulmuttalib’in oğlu Muhammed’e salât eyle. Ona yer ve gökler durdukça en üstün salâvâtlar ve en mükemmel selâmlar olsun. İşte, bu gördüğünü önce kendisi tasdik eden şâhid-i sâdık şahitlerin huzurunda, asırların ve ülkelerin arkasından, bütün kuvvetiyle gáyet ciddiyetle, nihayetsiz güveni kuvvet-i itminânıyla ve kemâl-i imânıyla, yüksek bir ses ile şöyle nidâ edip bildiriyor: "Allah’tan başka hiçbir ilâh bulunmadığına şehâdet ederim. O tektir; hiçbir ortağı yoktur."
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, 22. Söz, 2. Makam
EFENDİMİZE
Sen hem gülsün hem bülbülsün
“Rahmeten li’l-âleminsin”
“Hem Rauf’sun hem Rahim’sin”
Ya Rasûlallah
“Rahmeten li’l-âleminsin”
“Hem Rauf’sun hem Rahim’sin”
Ya Rasûlallah
14 Mart 2008 Cuma
Kur'an'dan Dua Örnekleri
“Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, “Rabbinize inanın” diye imana çağıran bir davetçiyi işittik ve hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve ruhumuzu iyilerle beraber al.”
Al-i İmran/193
“Ey Rabbimiz! Bize indirdiğine inandık ve peygambere tâbi olduk. Bizi şahitlerle bir tut.”
Al-i İmran/53
“Ey Rabbimiz! Biz iman ettik. Bizi affet, bize acı. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.”
Mü’minun/109
“Ey Rabbimiz! Biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateşin azabından koru.”
Al-i İmran/16
“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.”
Al-i İmran/8
“Ey Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize güç yetiremeyeceğimiz sorumluluklar da yükleme. Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlamızsın. Kafirlere karşı bize yardım et.”
Bakara/286
“Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla. Ayaklarımızı sabit kıl ve kafirlere karşı bizi muzaffer eyle.”
Al-i İmran/147
“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit kıl ve kafirler güruhuna karşı bizlere yardım et.”
Bakara/250
“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canlarımızı Müslümanlar olarak al.”
A’raf/126
“Ey Rabbimiz! Bizi zalimlerle beraber bulundurma.”
A’raf/47
“Ey Rabbimiz! Bizlerle kavmimiz arasında hak ile hükmet. Sen hak ile hükmedenlerin en hayırlısısın.”
A’raf/89
“Ey Rabbimiz! Bizi zalimler nezdinde bir fitne unsuru kılma ve rahmetinle bizi şu kafirler güruhundan kurtar.”
Yunus/85-86
“Ey Rabbimiz! Bizi kafirler için deneme konusu kılma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Her zaman aziz olan ve hikmet sahibi olan sensin.”
Mümtehine/5
“Ey Rabbimiz! Bize katından rahmet ver ve şu durumumuzdan kurtuluş için bize bir yol göster.”
Kehf/10
“Ey Rabbimiz! Sen, Firavun ve kavmine dünya hayatında nice zinet ve mallar verdin. (Onlara bu zenginliği) insanları senin yolundan saptırsınlar diye mi (verdin)? Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et ve kalplerine sıkıntı ver. Çünkü elem verici cezayı görmedikçe imana gelecekleri yok.”
Yunus/88
“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımızsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
A’raf/23
“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru.”
Bakara/201
“Ey Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Çünkü onun azabı dehşetli ve süreklidir.”
Furkan/65
“Ey Rabbimiz! Bize peygamberlerin vasıtasıyla vadettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizleri rezil rüsvay eyleme. Şüphesiz ki sen vadinden caymazsın.”
Al-i İmran/194
“Ey Rabbimiz! Bize gözümüzün aydınlığı olacak eşler ve zürriyetler bahşeyle ve bizi takva sahiplerine önder kıl.”
Furkan/74
“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önceki mü’min kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde iman edenlere karşı kin duygusu bırakma. Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin.”
Haşr/10
“Ey Rabbimiz! Hesap gününde beni, anamı, babamı ve bütün mü’minleri bağışla.”
İbrahim/41
“Ey Rabbimiz! Biz ancak sana tevekkül ettik. Yalnız sana yöneldik. (Ve biliyoruz ki) dönüş de sanadır.”
Mümtehine/4
“Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla. Sen her şeye kadirsin.”
Tahrim/8
“Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin, bilensin.”
Bakara/127
“Biz ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım bekleriz. Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil.” Amin.
Fatiha/5-7
Al-i İmran/193
“Ey Rabbimiz! Bize indirdiğine inandık ve peygambere tâbi olduk. Bizi şahitlerle bir tut.”
Al-i İmran/53
“Ey Rabbimiz! Biz iman ettik. Bizi affet, bize acı. Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.”
Mü’minun/109
“Ey Rabbimiz! Biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateşin azabından koru.”
Al-i İmran/16
“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.”
Al-i İmran/8
“Ey Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize güç yetiremeyeceğimiz sorumluluklar da yükleme. Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlamızsın. Kafirlere karşı bize yardım et.”
Bakara/286
“Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla. Ayaklarımızı sabit kıl ve kafirlere karşı bizi muzaffer eyle.”
Al-i İmran/147
“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit kıl ve kafirler güruhuna karşı bizlere yardım et.”
Bakara/250
“Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canlarımızı Müslümanlar olarak al.”
A’raf/126
“Ey Rabbimiz! Bizi zalimlerle beraber bulundurma.”
A’raf/47
“Ey Rabbimiz! Bizlerle kavmimiz arasında hak ile hükmet. Sen hak ile hükmedenlerin en hayırlısısın.”
A’raf/89
“Ey Rabbimiz! Bizi zalimler nezdinde bir fitne unsuru kılma ve rahmetinle bizi şu kafirler güruhundan kurtar.”
Yunus/85-86
“Ey Rabbimiz! Bizi kafirler için deneme konusu kılma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Her zaman aziz olan ve hikmet sahibi olan sensin.”
Mümtehine/5
“Ey Rabbimiz! Bize katından rahmet ver ve şu durumumuzdan kurtuluş için bize bir yol göster.”
Kehf/10
“Ey Rabbimiz! Sen, Firavun ve kavmine dünya hayatında nice zinet ve mallar verdin. (Onlara bu zenginliği) insanları senin yolundan saptırsınlar diye mi (verdin)? Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et ve kalplerine sıkıntı ver. Çünkü elem verici cezayı görmedikçe imana gelecekleri yok.”
Yunus/88
“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımızsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
A’raf/23
“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru.”
Bakara/201
“Ey Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Çünkü onun azabı dehşetli ve süreklidir.”
Furkan/65
“Ey Rabbimiz! Bize peygamberlerin vasıtasıyla vadettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizleri rezil rüsvay eyleme. Şüphesiz ki sen vadinden caymazsın.”
Al-i İmran/194
“Ey Rabbimiz! Bize gözümüzün aydınlığı olacak eşler ve zürriyetler bahşeyle ve bizi takva sahiplerine önder kıl.”
Furkan/74
“Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önceki mü’min kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde iman edenlere karşı kin duygusu bırakma. Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin.”
Haşr/10
“Ey Rabbimiz! Hesap gününde beni, anamı, babamı ve bütün mü’minleri bağışla.”
İbrahim/41
“Ey Rabbimiz! Biz ancak sana tevekkül ettik. Yalnız sana yöneldik. (Ve biliyoruz ki) dönüş de sanadır.”
Mümtehine/4
“Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla. Sen her şeye kadirsin.”
Tahrim/8
“Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin, bilensin.”
Bakara/127
“Biz ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım bekleriz. Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil.” Amin.
Fatiha/5-7
Peygamber Efendimizden Bir Hadis-i Şerif
“Temizlik imanın yarısıdır.
Elhamdülillah duası mizânı,
sübhânellah ve elhamdülillah sözleri ise yer ile gökler arasını sevap ile doldurur.
Namaz nurdur;
sadaka burhandır;
sabır ziyâdır.
Kur’an senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir.
Herkes sabahtan (pazara çıkar) nefsini satar; kimi onu âzâd kimi de helâk eder. ”
Müslim, Tahâret 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 86
Elhamdülillah duası mizânı,
sübhânellah ve elhamdülillah sözleri ise yer ile gökler arasını sevap ile doldurur.
Namaz nurdur;
sadaka burhandır;
sabır ziyâdır.
Kur’an senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir.
Herkes sabahtan (pazara çıkar) nefsini satar; kimi onu âzâd kimi de helâk eder. ”
Müslim, Tahâret 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 86
Peygamber Efendimizden Kur'an Tarifi
“Muhakkak ki ileride muzlim gece kıt’aları gibi fitneler olacak. Ya Resulallah, denildi: Ondan necat ne? Buyurdu ki: Allah Teala’nın kitabı; onda sizden evvelkilerin nebei, sizden sonrakilerin haberi ve mabeyninizin hükmü vardır. O hezl değil, bir fasldır. Onu tecebbüren terk edenin Allah belini kırar. Doğru yolu onun gayrisinde arayanı Allah dalalete düşürür. O, Allah’ın habl-i metini, nur-u mübini, zikr-i hakim, sırat-ı müstakimdir. Keyflerin sapıtmamasına, re’ylerin dağılmamasına yegane sebep odur. Ulema ona doymaz, etkıya ondan usanmaz. Onun ilmini bilen ileri gider, Onunla amel eden me’cur olur. Onunla hükmeden adalet eder. Ona sıkı sarılan doğru yola hidayeti bulur.”
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 1. Cilt, Mukaddime, Kur’an’ın Fezaili bölümü, s. 30-31. Eser Neşriyat ve Dağıtım, 1979.
Merhum Elmalılı’nın tefsirine aldığı yukarıdaki hadisin sadeleştirilmiş hali:
Resûlullah "Muhakkak ki ileride kapkaranlık geceler misâli fitneler
olacak!" buyurdu.
"Onlardan kurtuluşun yolu nedir, Ey Allah'ın Resûlü?" denildi.
Buyurdu:
"Allah'ın kitabı!
Onda sizden öncekilerin olayları,
sizden sonrakilerin haberleri ve sizin de hükmünüz vardır.
O, kesin çizgidir; şaka değildir.
Her kim kibirlenerek onu terk ederse Allah onun belini kırar.
Her kim ondan başka hidâyet ararsa Allah onu saptırır.
O Allah'ın sapasağlam ipidir.
O, apaçık bir nurdur.
O hikmetli bir hatırlatmadır.
O dosdoğru yoldur.
Hevalar onun sayesinde kaymaz.
Görüşler onun sayesinde dağılmaz.
Âlimler ona doymazlar.
Onun çokça tekrarı usanç vermez.
Hayretengiz yönleri tükenmez.
Her kim onun ilmiyle ilimlenirse ileri gider.
Her kim onunla amel ederse ecirlenir.
Her kim onunla hükmederse adalet eyler.
Her kim ona tutunursa doğru yolu bulur."
Ahmed b. Hanbel, 1, 91;
Dârimî, Fezâilü'l-Kur'ân, 1;
Tirmizî, Sevâbü'l-Kur'ân 14, 2908.
Kur’an Anlaşılsın Diye, İlyas Aslan ve diğerleri, YEKDER, Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2007
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 1. Cilt, Mukaddime, Kur’an’ın Fezaili bölümü, s. 30-31. Eser Neşriyat ve Dağıtım, 1979.
Merhum Elmalılı’nın tefsirine aldığı yukarıdaki hadisin sadeleştirilmiş hali:
Resûlullah "Muhakkak ki ileride kapkaranlık geceler misâli fitneler
olacak!" buyurdu.
"Onlardan kurtuluşun yolu nedir, Ey Allah'ın Resûlü?" denildi.
Buyurdu:
"Allah'ın kitabı!
Onda sizden öncekilerin olayları,
sizden sonrakilerin haberleri ve sizin de hükmünüz vardır.
O, kesin çizgidir; şaka değildir.
Her kim kibirlenerek onu terk ederse Allah onun belini kırar.
Her kim ondan başka hidâyet ararsa Allah onu saptırır.
O Allah'ın sapasağlam ipidir.
O, apaçık bir nurdur.
O hikmetli bir hatırlatmadır.
O dosdoğru yoldur.
Hevalar onun sayesinde kaymaz.
Görüşler onun sayesinde dağılmaz.
Âlimler ona doymazlar.
Onun çokça tekrarı usanç vermez.
Hayretengiz yönleri tükenmez.
Her kim onun ilmiyle ilimlenirse ileri gider.
Her kim onunla amel ederse ecirlenir.
Her kim onunla hükmederse adalet eyler.
Her kim ona tutunursa doğru yolu bulur."
Ahmed b. Hanbel, 1, 91;
Dârimî, Fezâilü'l-Kur'ân, 1;
Tirmizî, Sevâbü'l-Kur'ân 14, 2908.
Kur’an Anlaşılsın Diye, İlyas Aslan ve diğerleri, YEKDER, Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2007
Etiketler:
hadis,
Hz. Muhammed,
Hz. Peygamber,
Kur'an
12 Şubat 2008 Salı
Mevlana'dan Güzel Bir Ders
AZDAN VEREN CANDAN VERİR
Bir gün iki Türk fakih Mevlânâ Hazretlerini ziyarete gelmişler ve hediye olarak da bir parça mercimek getirmişlerdi. Onlar, bu hediyenin azlığından ötürü utanıyorlardı. Mevlânâ da şu hikayeyi anlattı:
“Allah Teâlâ, Rasûlullah (s.a.v)’e; «Ashâb benim için mal ve para versinler» diye vahiyde bulundu. Allah Rasûlü (s.a.v) bunu ashabına bildirdi. Ashab-ı kirâmın her biri kudreti nisbetinde mal getirdi. Bunlardan bazısı malının yarısını bazısı üçte birini getirdi. Bu sûretle sayısız mal toplandı. Sahâbeden biri fakir ve çoluk çocuk sahibi idi. Bunun üç hurma ve bir arpa ekmeğinden başka bir şeyi yoktu. Bu yiyecek de âilesinin geçim vasıtası idi. Ayağa kalkıp bu naçiz hediyesini Rasûlullah’a getirdi ve utanarak yerine oturdu. Ashabdan bazılarını bir gülme tuttu ve içten içe güldüler. Rasûlullah (s.a.v) onların güldüğünü fark etti ve:
«–Size gayb âleminin sırlarından bir şeyler söyleyeyim mi?» diye sordu. Bütün sahâbîler:
«–Buyurun yâ Rasûlallah!» dediler.
Allah Rasûlü (s.a.v) buyurdu ki:
«–Allah gayb âleminin perdelerini gözümün önünden kaldırdı. Ben orada kurulmuş bir terazinin bir gözüne sizin getirdiğiniz bütün malların ve öteki gözüne de bu fakirin üç hurması ile arpa ekmeğinin konulmuş olduğunu gördüm. Bu pek az görünen şey onların hepsinden ağır geliyordu.»
Ashâb-ı kirâm başlarını önlerine eğdiler ve bunun sebebini sordular. Allah Rasûlü (s.a.v):
«–Çünkü o fakir, bütün varını yoğunu vermiştir. Bundan başka bir şeyi yoktur. Hâlbuki diğerlerinin geride biraz malları kalmıştır” buyurdu. Sözlerine şöyle devam etti:
«–Celil olan Allah’ın uğrunda verilen az şey, O’nun katında büyük bir kabul görür. Mesela küçük bir taneyi yere gömüyorlar. Sonra onu Allah’a havale ediyorlar. Yüce Allah o taneyi bir ağaç yapıyor ve bu ağaç sayısız meyveler veriyor. Çünkü onu Allah’a bırakıyorlar. Verilmesi gereken şeyi, bir fakire, bir Allah kuluna vermeli, zira bu Allah’a vermek demektir. Fakirin eline konulan sadaka, ondan evvel Allah’ın eline düşer. Cenâb-ı Hak; “Sadakalar fakirlerin ve hiçbir şeyi olmayanların… hakkıdır” buyuruyor. (Tevbe, 61)» dedi.
Bunun üzerine bütün Muhâcirler ve Ensâr sevindiler.”
Bu kıssa üzerine, o iki fakih mürid oldular.
(Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, I, 315-316)
Bir gün iki Türk fakih Mevlânâ Hazretlerini ziyarete gelmişler ve hediye olarak da bir parça mercimek getirmişlerdi. Onlar, bu hediyenin azlığından ötürü utanıyorlardı. Mevlânâ da şu hikayeyi anlattı:
“Allah Teâlâ, Rasûlullah (s.a.v)’e; «Ashâb benim için mal ve para versinler» diye vahiyde bulundu. Allah Rasûlü (s.a.v) bunu ashabına bildirdi. Ashab-ı kirâmın her biri kudreti nisbetinde mal getirdi. Bunlardan bazısı malının yarısını bazısı üçte birini getirdi. Bu sûretle sayısız mal toplandı. Sahâbeden biri fakir ve çoluk çocuk sahibi idi. Bunun üç hurma ve bir arpa ekmeğinden başka bir şeyi yoktu. Bu yiyecek de âilesinin geçim vasıtası idi. Ayağa kalkıp bu naçiz hediyesini Rasûlullah’a getirdi ve utanarak yerine oturdu. Ashabdan bazılarını bir gülme tuttu ve içten içe güldüler. Rasûlullah (s.a.v) onların güldüğünü fark etti ve:
«–Size gayb âleminin sırlarından bir şeyler söyleyeyim mi?» diye sordu. Bütün sahâbîler:
«–Buyurun yâ Rasûlallah!» dediler.
Allah Rasûlü (s.a.v) buyurdu ki:
«–Allah gayb âleminin perdelerini gözümün önünden kaldırdı. Ben orada kurulmuş bir terazinin bir gözüne sizin getirdiğiniz bütün malların ve öteki gözüne de bu fakirin üç hurması ile arpa ekmeğinin konulmuş olduğunu gördüm. Bu pek az görünen şey onların hepsinden ağır geliyordu.»
Ashâb-ı kirâm başlarını önlerine eğdiler ve bunun sebebini sordular. Allah Rasûlü (s.a.v):
«–Çünkü o fakir, bütün varını yoğunu vermiştir. Bundan başka bir şeyi yoktur. Hâlbuki diğerlerinin geride biraz malları kalmıştır” buyurdu. Sözlerine şöyle devam etti:
«–Celil olan Allah’ın uğrunda verilen az şey, O’nun katında büyük bir kabul görür. Mesela küçük bir taneyi yere gömüyorlar. Sonra onu Allah’a havale ediyorlar. Yüce Allah o taneyi bir ağaç yapıyor ve bu ağaç sayısız meyveler veriyor. Çünkü onu Allah’a bırakıyorlar. Verilmesi gereken şeyi, bir fakire, bir Allah kuluna vermeli, zira bu Allah’a vermek demektir. Fakirin eline konulan sadaka, ondan evvel Allah’ın eline düşer. Cenâb-ı Hak; “Sadakalar fakirlerin ve hiçbir şeyi olmayanların… hakkıdır” buyuruyor. (Tevbe, 61)» dedi.
Bunun üzerine bütün Muhâcirler ve Ensâr sevindiler.”
Bu kıssa üzerine, o iki fakih mürid oldular.
(Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, I, 315-316)
Etiketler:
infak,
Mevlana,
samimiyet,
yoksulun vermesi
2 Ocak 2008 Çarşamba
Allah Rızası İçin Sevmenin Karşılığı (Hadis-i Şerif)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den,
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Adamın biri, bir başka köydeki (din) kardeşini ziyâret etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ, adamı gözetlemek için onun yolu üzerinde bir meleği görevlendirdi. Adam meleğin yanına gelince, melek:
– Nereye gidiyorsun? dedi. Adam,
– Şu (ileriki) köyde bir din kardeşim var, onu ziyârete gidiyorum, cevabını verdi. Melek:
– O adamdan elde etmek isteğidin bir menfaatin mi var? dedi. Adam:
– Yok hayır, ben onu sırf Allah rızası için severim, onun için ziyâretine gidiyorum, dedi. Bunun üzerine melek:
– Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öylece seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın sana gönderdiği elçisiyim, dedi. ”
Müslim, Birr 38
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Adamın biri, bir başka köydeki (din) kardeşini ziyâret etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ, adamı gözetlemek için onun yolu üzerinde bir meleği görevlendirdi. Adam meleğin yanına gelince, melek:
– Nereye gidiyorsun? dedi. Adam,
– Şu (ileriki) köyde bir din kardeşim var, onu ziyârete gidiyorum, cevabını verdi. Melek:
– O adamdan elde etmek isteğidin bir menfaatin mi var? dedi. Adam:
– Yok hayır, ben onu sırf Allah rızası için severim, onun için ziyâretine gidiyorum, dedi. Bunun üzerine melek:
– Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öylece seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın sana gönderdiği elçisiyim, dedi. ”
Müslim, Birr 38
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)