Farklı Selefilikler ve İnhisarcılık Hastalığı
Öncelikle şunu tespit etmek
gerekiyor: selef bizde olumlu bir kavramdır. Selef-i Salihin dendiğinde İslam
dininin ilk öncüleri yani sahabiler, tâbiûn uleması ve tebe-i tâbiîn uleması
kast edilir. Yani peygamberimizin arkadaşları (sahabiler), onlara tabi olanlar
(tâbiûn) ve onlara tabi olanlar (tebe-i tâbiîn).
Selefe yüklenen anlam ilk planda
saflığı, kaynağa yakınlığı, bozulmamışlığı ifade eder. Kelime manası itibariyle
öncüler, önden gidenler anlamındadır. Karşıtı haleftir. Halef ise ardıl, sonra
gelen, selefi takip eden demektir.
Günümüzden geriye doğru gidilirse
selef dendiğinde ehl-i sünnet-i hassa denilen ilk dönem Müslümanları
kastedilir. Bu ilk dönem Müslümanlar içerisinde ana gövde, büyük çoğunluk
(sevad-ı azam) öteden beri ehl-i sünnet ve’l-cemaat çizgisi olmakla birlikte önce
Haricilik, ardından Mutezile, Şia vb. mezhepler teşekkül etmiş, yeni usuller,
dine yeni yaklaşımlar oluşmaya başlamıştır.
Yine günümüzden geriye doğru
yapılan değerlendirmelerde ilk mezheplerin oluşumu sürecinde selef kavramı daha
çok ehl-i hadis diye anılan grupları ve mezhep imamlarını ifade eden bir kavram
olarak kullanılmıştır. (Ehl-i hadis kavramının karşısında ehl-i rey kavramı
vardır. İlk dönem temsilcisi Büyük İmam (İmam-ı Azam) Ebu Hanife’dir.)
Diğer mezhep imamlarından mesela
İmam Malik, İmam Şafii ehl-i hadistir ve özellikle itikadi meselelerde selefi
yaklaşıma sahiptirler. Selefilik ilk dönemler itibariyle temelde dinin
anlaşılmasında ayetleri ve hadisleri esas alan, bir konuda ayet veya hadis
olduğunda meseleyi o kapsamda değerlendiren ve daha ötesine gitmemeyi ifade
eden yaklaşımdır. Bu yaklaşım tevile, keyfiyet tartışmalarına, yorumlara, akıl
yürütmelere fazla yatkın değildir. Ama İmam Malik ve İmam Şafii’nin selefiliği
(ki bu yönüyle ehl-i rey olan Ebu Hanife de dönem itibariyle selef
ulemasındandır) onlardan sonra gelecek olan Ahmed bin Hanbel’in selefiliğine
göre son derece aklidir.
Daha sonraları bu kavram daha
özel anlamlar kazanmıştır. Mesela ilk dönem selefiliği ile özdeşleşen bir isim
olarak Ahmed bin Hanbel ve onun takipçilerinin oluşturduğu Hanbeli mezhebi,
selefiliğin fıkhi-ameli ve siyasi-itikadi yansımalarının mezhebi anlamda ilk
örneklerindendir.
İlk dönem selefiliği zaman içinde
çevrelerindeki ekollerin (filozoflar, mutezile, ehl-i sünnetin iki ana akımı
olan eşariler ve maturidiler) etkisiyle ve İslam coğrafyasının gelişmesine ve
değişmesine paralel olarak, özellikle diğer kültür ve medeniyet unsurlarının
İslam medeniyet havzasına dahil olması, felsefi ve bilimsel birikimlerin İslam
dünyasına aktarılması sürecinde başlangıçtaki katı yaklaşımlardan az da olsa
uzaklaşmak durumunda kalmıştır. Bu yönüyle selefiyye ana yaklaşımlardan biri
olarak kelamiyye, sufiyye ve felasife ile birlikte İslam ümmeti içinde öteden
beri varlığını devam ettire gelmiştir. Ancak ana gövdeyi zamanla kelamiyye ve
sufiyye oluşturmuş, selefiyye ve felasife öteden beri azınlıkta kalmıştır.
Miladi 14. asırla birlikte
selefilikte yeni bir dalga oluşmuş, adeta selefiye ekolü özellikle İbn Teymiye (ö.
1328) ve talebeleri (İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 1350), İbn Kesir (ö. 1373) gibi)
şahsında zirve dönemini yaşamıştır. (Not: Bu dönem İslam dünyasının en karışık
dönemlerinden biri olan Moğol İstilası ve onların kısa zaman içinde
İslamlaşması dönemidir. 1258 sonrası)
Türkiye’de Birgivi Mehmet Efendi
(ö. 1573) ve Kadızadeliler Hareketi (16. ve 17. Yüzyıl), Arabistan’da Muhammed
bin Abdülvehhab (ö. 1792), Vehhabilik Hareketi ve Suud Ailesinin serüveni (18.
Yüzyıldan günümüze), Hindistan’da Şah Veliyullah Dihlevi (ö. 1762)(18. Yüzyıl)
gibi isimler tonları ve vurguları farklı olmakla beraber bu kapsamda
değerlendirilebilir.
Bu yönüyle selefilik sonradan
ortaya çıkan bidatlerle (dine din olarak sokulan ama aslında dinden olmayan
uygulamalarla) mücadele anlamında hemen her yerde ve her zaman karşılaşılabilecek
bir olgudur.
Osmanlı’nın son dönemindeki bazı İslam alimlerinin ve düşünürlerinin genel temayülü de –özellikle yanlışlara karşı durma anlamında- selefi çağrışımlar içerir.
İslamcılık da bu süreçte selefi bir çıkış olarak görülebilir. Özellikle Kur’an ve Sünnet’e Dönüş, Öze Dönüş anlamında. Ama İslamcılığın seleften anladığıyla mesela Suudi Arabistan’daki Suudi selefilik kesinlikle bir araya gelemez. İslamcıların selefiliği son derece rasyoneldir, aklidir, aklı önceler. Ama Suudi selefilikte felsefe, kelam, tasavvuf dışlanır. Tekfircilik ve inhisarcılık (Harici mantık) ön plana çıkabilmektedir.
Bir nokta-i nazardan Cemaleddin
Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Hasan el-Benna, Seyyid Kutub gibi isimler
selefidir. Ama başka nokta-i nazarlardan bu isimler son derece akılcı ve
rasyonel isimlerdir. (Günümüzde Suudi selefilik İhvan-ı Müslimin’i çok rahat
bir şekilde karşısına alabilmektedir. Oysa İhvan-ı Müslimin de özellikle temel
yönelimleri itibariyle ve özellikle itikadi sahada selefi söyleme sahiptir.)
Özü itibariyle selefiliği başlangıçta
“hadis merkezli ve zahirci bir metincilik, tevile kapı açmama” yaklaşımı olarak
anlamak mümkündür. Ama günümüze doğru artan şiddetle selefilik aynı zamanda
“kurtulmuş fırka temelli bir dışlamacılık ve tekfirciliğe kayma” süreci de
yaşamaktadır. (Günümüzde Arap dünyasındaki yeni oluşumların selefilikten
anladığı maalesef bu yöndedir. Selefilik maalesef haricilikle özdeşleştirilir
olmuştur.)
Dolayısıyla tek bir selefilikten
bahsedilemez. Pek çok selefi anlayış vardır. Bu anlayışlar kendi içlerinde bile
birbirlerini kolayca tekfir edebilmektedir.