15 Eylül 2014 Pazartesi

Farklı Selefilikler ve İnhisarcılık Hastalığı

Farklı Selefilikler ve İnhisarcılık Hastalığı

Öncelikle şunu tespit etmek gerekiyor: selef bizde olumlu bir kavramdır. Selef-i Salihin dendiğinde İslam dininin ilk öncüleri yani sahabiler, tâbiûn uleması ve tebe-i tâbiîn uleması kast edilir. Yani peygamberimizin arkadaşları (sahabiler), onlara tabi olanlar (tâbiûn) ve onlara tabi olanlar (tebe-i tâbiîn).

Selefe yüklenen anlam ilk planda saflığı, kaynağa yakınlığı, bozulmamışlığı ifade eder. Kelime manası itibariyle öncüler, önden gidenler anlamındadır. Karşıtı haleftir. Halef ise ardıl, sonra gelen, selefi takip eden demektir.

Günümüzden geriye doğru gidilirse selef dendiğinde ehl-i sünnet-i hassa denilen ilk dönem Müslümanları kastedilir. Bu ilk dönem Müslümanlar içerisinde ana gövde, büyük çoğunluk (sevad-ı azam) öteden beri ehl-i sünnet ve’l-cemaat çizgisi olmakla birlikte önce Haricilik, ardından Mutezile, Şia vb. mezhepler teşekkül etmiş, yeni usuller, dine yeni yaklaşımlar oluşmaya başlamıştır.

Yine günümüzden geriye doğru yapılan değerlendirmelerde ilk mezheplerin oluşumu sürecinde selef kavramı daha çok ehl-i hadis diye anılan grupları ve mezhep imamlarını ifade eden bir kavram olarak kullanılmıştır. (Ehl-i hadis kavramının karşısında ehl-i rey kavramı vardır. İlk dönem temsilcisi Büyük İmam (İmam-ı Azam) Ebu Hanife’dir.)

Diğer mezhep imamlarından mesela İmam Malik, İmam Şafii ehl-i hadistir ve özellikle itikadi meselelerde selefi yaklaşıma sahiptirler. Selefilik ilk dönemler itibariyle temelde dinin anlaşılmasında ayetleri ve hadisleri esas alan, bir konuda ayet veya hadis olduğunda meseleyi o kapsamda değerlendiren ve daha ötesine gitmemeyi ifade eden yaklaşımdır. Bu yaklaşım tevile, keyfiyet tartışmalarına, yorumlara, akıl yürütmelere fazla yatkın değildir. Ama İmam Malik ve İmam Şafii’nin selefiliği (ki bu yönüyle ehl-i rey olan Ebu Hanife de dönem itibariyle selef ulemasındandır) onlardan sonra gelecek olan Ahmed bin Hanbel’in selefiliğine göre son derece aklidir.

Daha sonraları bu kavram daha özel anlamlar kazanmıştır. Mesela ilk dönem selefiliği ile özdeşleşen bir isim olarak Ahmed bin Hanbel ve onun takipçilerinin oluşturduğu Hanbeli mezhebi, selefiliğin fıkhi-ameli ve siyasi-itikadi yansımalarının mezhebi anlamda ilk örneklerindendir.

İlk dönem selefiliği zaman içinde çevrelerindeki ekollerin (filozoflar, mutezile, ehl-i sünnetin iki ana akımı olan eşariler ve maturidiler) etkisiyle ve İslam coğrafyasının gelişmesine ve değişmesine paralel olarak, özellikle diğer kültür ve medeniyet unsurlarının İslam medeniyet havzasına dahil olması, felsefi ve bilimsel birikimlerin İslam dünyasına aktarılması sürecinde başlangıçtaki katı yaklaşımlardan az da olsa uzaklaşmak durumunda kalmıştır. Bu yönüyle selefiyye ana yaklaşımlardan biri olarak kelamiyye, sufiyye ve felasife ile birlikte İslam ümmeti içinde öteden beri varlığını devam ettire gelmiştir. Ancak ana gövdeyi zamanla kelamiyye ve sufiyye oluşturmuş, selefiyye ve felasife öteden beri azınlıkta kalmıştır.

Miladi 14. asırla birlikte selefilikte yeni bir dalga oluşmuş, adeta selefiye ekolü özellikle İbn Teymiye (ö. 1328) ve talebeleri (İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 1350), İbn Kesir (ö. 1373) gibi) şahsında zirve dönemini yaşamıştır. (Not: Bu dönem İslam dünyasının en karışık dönemlerinden biri olan Moğol İstilası ve onların kısa zaman içinde İslamlaşması dönemidir. 1258 sonrası)

Türkiye’de Birgivi Mehmet Efendi (ö. 1573) ve Kadızadeliler Hareketi (16. ve 17. Yüzyıl), Arabistan’da Muhammed bin Abdülvehhab (ö. 1792), Vehhabilik Hareketi ve Suud Ailesinin serüveni (18. Yüzyıldan günümüze), Hindistan’da Şah Veliyullah Dihlevi (ö. 1762)(18. Yüzyıl) gibi isimler tonları ve vurguları farklı olmakla beraber bu kapsamda değerlendirilebilir.

Bu yönüyle selefilik sonradan ortaya çıkan bidatlerle (dine din olarak sokulan ama aslında dinden olmayan uygulamalarla) mücadele anlamında hemen her yerde ve her zaman karşılaşılabilecek bir olgudur.

Osmanlı’nın son dönemindeki bazı İslam alimlerinin ve düşünürlerinin genel temayülü de –özellikle yanlışlara karşı durma anlamında- selefi çağrışımlar içerir.

İslamcılık da bu süreçte selefi bir çıkış olarak görülebilir. Özellikle Kur’an ve Sünnet’e Dönüş, Öze Dönüş anlamında. Ama İslamcılığın seleften anladığıyla mesela Suudi Arabistan’daki Suudi selefilik kesinlikle bir araya gelemez. İslamcıların selefiliği son derece rasyoneldir, aklidir, aklı önceler. Ama Suudi selefilikte felsefe, kelam, tasavvuf dışlanır. Tekfircilik ve inhisarcılık (Harici mantık) ön plana çıkabilmektedir.

Bir nokta-i nazardan Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Hasan el-Benna, Seyyid Kutub gibi isimler selefidir. Ama başka nokta-i nazarlardan bu isimler son derece akılcı ve rasyonel isimlerdir. (Günümüzde Suudi selefilik İhvan-ı Müslimin’i çok rahat bir şekilde karşısına alabilmektedir. Oysa İhvan-ı Müslimin de özellikle temel yönelimleri itibariyle ve özellikle itikadi sahada selefi söyleme sahiptir.)

Özü itibariyle selefiliği başlangıçta “hadis merkezli ve zahirci bir metincilik, tevile kapı açmama” yaklaşımı olarak anlamak mümkündür. Ama günümüze doğru artan şiddetle selefilik aynı zamanda “kurtulmuş fırka temelli bir dışlamacılık ve tekfirciliğe kayma” süreci de yaşamaktadır. (Günümüzde Arap dünyasındaki yeni oluşumların selefilikten anladığı maalesef bu yöndedir. Selefilik maalesef haricilikle özdeşleştirilir olmuştur.)

Dolayısıyla tek bir selefilikten bahsedilemez. Pek çok selefi anlayış vardır. Bu anlayışlar kendi içlerinde bile birbirlerini kolayca tekfir edebilmektedir.