İSLAM DÜŞÜNCESİ NASIL ELE ALINMALI?
Her
şeyden önce “İslam düşüncesi” ifadesi pek çok tamlamada olduğu gibi yeni ve
modern bir tamlamadır. İslam medeniyeti, İslam ahlakı, İslam hukuku, İslam
devleti vb.
İslam
düşüncesiyle ilgili şimdiye kadar ortaya konulmuş literatüre baktığımızda bu
alanla ilgili tanımlamaların da yeni olduğu ve bunlar üzerinde tam manasıyla
bir ittifak sağlanamadığı göze çarpmaktadır.
Bu
açıdan meselenin çerçevesini belirleme ve tanımlama çabalarından hareket
edilmesi gerekmektedir.
“İslam
düşüncesi kısaca İslam’ın insan, hayat, kainat ve Allah hakkındaki
telakkilerinin bütünü olarak tanımlanabilir. Bu telakkiler fikri, felsefi ve
edebi türler halinde yazılı olarak ifade edilebileceği gibi; musıki şeklinde
sözlü, resim, hat, süsleme ve mimari gibi değişik kalıplar içerisinde de
yorumlanabilir. Bu nedenle İslami ölçüler esas alınarak üretilen ve belirli bir
sistematiği bulunan her türden düşünce ürünü eser, İslam düşüncesi çerçevesinde
ele alınıp değerlendirilir. İslam düşüncesi İslam bilimlerinin ürünü olmakla
beraber onun üstünde ve daha geniş bir alanı kapsar. Çünkü bilimler tek tek
kendi alanlarıyla uğraşırlar ve ortaya belirli ve sınırlı bazı sonuçlar
koyarlar. Bu sonuçları alıp değerlendirerek toplu bir dünya görüşü haline
dönüştürmek ve bu dünya görüşünü bütün varlık alanlarına yansıtarak ona uygun
bir uygarlık kurup geliştirmek işlevi ise İslam düşüncesinin görevidir. İslam
düşüncesinin alanı içinde yer alan disiplinlerin pek çoğu daha ilk asırlarda
ortaya çıkmışlarsa da İslam düşüncesi kavramı yeni şekillenmeye başladığı gibi
bu kavramın içeriği henüz tartışılmaktadır.” (Karlığa, 2001, s. 1)
“İslam
düşüncesini, Sünnilik veya Şiilik gibi yalnızca bir mezhebe; Araplık, Türklük,
Farslık gibi sadece bir ırka veya bir devlete; ya da tarihi bir döneme veya
belirli bir gruba mal etmek onu daraltmak ve özünü zedelemek olur. Ayrıca onun
ilahi vahyin ürünü olan özüyle tarih içerisinde oluşup, gelişen bölümünü de
aynı kategori içerisine yerleştirmek doğru olmaz. O halde bu düşünceyi, ona
hayat veren temel kaynak ve ilkeler doğrultusunda tetkik ederek, özgün olan
ilahi cephesiyle yaygın olan beşeri cephesini birbirinden ayırt etmek ve ilahi
bölümünü, kaynağının sahip bulunduğu tartışılmaz nitelikleriyle kabul edip
benimsemek, beşeri bölümünü ise herhangi bir beşeri eseri değerlendirmede
kullandığımız kriterleri kullanarak ele alıp değerlendirmek gerekir.” (Karlığa,
2001, s. 5)
“En
basit e en yalın tanımıyla İslam düşüncesi, Müslüman bilginlerin tarih
içerisinde ortaya koydukları düşüncelerin ortak adıdır. Bu düşünceye İslam
düşüncesi adının verilmesi sadece düşünürlerin Müslüman kişiler olmasından
değil, aynı zamanda Kur’an ve Sünnet gibi İslam dininin en temel iki kaynağının
böyle bir düşüncenin oluşumuna ve gelişimine doğrudan etkide bulunmasındandır.”
(Bayrakdar, 2007, s. 2)
“İslam
düşüncesini, bu düşüncenin içerisine giren farklı alanlardaki düşünce
şekilleriyle de tanımlayabiliriz. İslam düşüncesi en genel anlamıyla ele
alındığında bu düşüncenin kapsamına İslam dünyasında ortaya çıkan felsefe, kelam,
tasavvuf, ahlak felsefesi, siyaset felsefesi, hukuk felsefesi, iktisat
felsefesi, tarih felsefesi, bilim felsefesi ve dil felsefesi gibi pek çok
disiplin girer. O halde İslam düşüncesi denilince bu ifadeyi dar anlamda sadece
İslam dünyasında var olan felsefi düşünceyle sınırlı görmemek aksine bütün
bilimleri içine alan bir düşünce sistemi olarak anlamak gerekir.” (Bayrakdar,
2007, s. 3-4)
“İslam
düşüncesi, Müslüman toplumlarda yaşayan ilim ve fikir adamlarının, aydınların
din, toplum, medeniyet, kültür, felsefe ve benzeri konularda ürettikleri ciddi
ve önemli nitelikteki görüş, kanaat ve bilgilerin tamamını kapsar. Sanat ve
metafizik de buna dahildir. Belli bir zaman dilimi itibariyle baktığımız zaman
selef ve ehl-i sünnet bilginleri, düşünürleri ve aydınları tarafından üretilen
bilgiler, görüşler, kanaatler, teoriler, icatlar, keşifler, geliştirilen
teknolojiler ve sanatlar bu düşüncenin kapsamına girdiği gibi; Mutezile, Şia,
Hariciler, mutasavvıflar ve hukema gibi mezhep ve ekollere ait bilgi birikimi
de buna girer. Bunların bidatçi, heretik, sapkın, inkarcı, kafir olmakla
suçlanması, fikir ve kanaatlerinin bu çerçevede ele alınmasına engel değildir.
İslam
düşüncesi denildiği zaman iki şey akla gelir:
1.
Kur’an-ı Kerim ve hadis-i
şerifler çerçevesinde mümin ve Müslüman bilgin, düşünür, aydın ve sanatkarların
ürettikleri bilgiler, bilimler, görüşler ve geliştirdikleri dini-manevi
kültürel hayat. Bu durumda İslam düşüncesinin iki temel dayanağı Kur’an ve
hadis ile bu ikisine bağlı olan icma ve kıyastır. Özellikle Kur’an üzerinde
düşünme, ibret alma, tefekküre dalma, orada var olan hukuki hükümlerden
hareketle yeni hükümler çıkarma, kıyas, içtihat ve nazar yoluyla ilim ve fikir
üretme imkanı vermesi bakımından önemlidir. Kıyasın yanı sıra istihsan,
istishab, maslahat, sedd-i zerai, örf, umumi belva, keşf ve ilham gibi daha
başka bilgi üretme usulleri de vardır. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam, ahlak ve
tasavvuf gibi ilimler ve bunların dalları bunun ürünüdür. Onun için bunlara
özellikle İslami ilimler (ulum-i islamiyye) adı verilir. Sarf, nahiv, iştikak,
belagat, bedi, beyan ve aruz gibi lisan ilimleri (ulum-i lisaniye) bir bakıma
vesile ilimler, İslami ilimleri anlamak ve üretmek için araçtır, bir bakıma da
bağımsız ilim dallarıdır. Fakat özellikle araç/vesail olan bu ilimler, son
dönemde amaç/makasıd olan İslami ilimlerle eşdeğerde tutulmuş, hatta daha da
ileriye giderek İslami ilimlerin temeli olarak görülmüştür. Bugün zayıflayan bu
görüşün kalıntılarına İslam aleminin her tarafında rastlamak mümkündür. İslam
düşüncesinin problemlerinden biri zaman zaman güçlenen ve toplumda etkili hale
gelen bu akımların olumsuz tesirlerinden hem Müslüman toplumları hem de İslam
düşüncesini korumaktır. Afganistan’daki Taliban hareketinde görüldüğü gibi.
2.
Genel olarak İslam düşüncesi
dendiğinde felsefe, mantık, matematik, tababet (tıp), biyoloji, zooloji,
botanik, astronomi, aritmetik, geometri, fizik, kimya, tarih, coğrafya gibi
akli, felsefi ve tecrübi ilimler akla gelir. Mimari, şiir, musıki, hüsn-i hat,
tezhip ve benzeri, güzel sanatlar da İslam düşüncesine dahildir. İslam
toplumlarında yetişmiş ve bilgi üretmiş gayr-i Müslimler bile bu anlamda İslam
düşüncesi kapsamında görülür. Zaten söz konusu ilim ve santların kaynağı ve
kökü İslam’dan önceki kadim medeniyetler ve kültürler olup, bu ilimler ve
sanatlar İslam medeniyetinde gelişerek devam etmiştir. Akli ilimler,
hikemi/felsefi ilimler gibi isimler alan bu ilimler belli bir dinin ve kavmin
malı olmayıp insanlığın ortak malı ve mirasıdır. Müslüman ilim ve fikir
adamlarının katkıları veya bu tür düşünce hareketlerinin Müslüman toplumunda
gelişerek hayatiyetini devam ettirmeleri sebebiyle biz bunları özel anlamdaki
İslami düşünceye ek olarak genel anlamdaki İslami düşünce olarak görmekteyiz.”
(Uludağ, 2007, s. 37-39)
Yukarıdaki
yaklaşımlardan hareket ederek bir tanım denemesi yapılmak istendiğinde İslam
Düşüncesini, müslümanların Tanrı, İnsan, Varlık, Bilgi, Ahlak, Hukuk, Siyaset,
İktisat, Dünya, Ahiret, Hayat, Ölüm, Adalet vb. konulardaki telakkileriyle
ortaya çıkan bir dünya görüşü olarak değerlendirmek ve şu yaklaşımla ele almak
mümkündür: İslam’ın bu alanlardaki telakkileri kelam, felsefe, tasavvuf gibi
doğrudan düşünceyle ilgilenen disiplinlerde ele alınmış, İslami ilimler olarak
şekillenen tefsir, hadis, fıkıh vb. disiplinlerde (özellikle bu ilimlerin
usullerinde) anlama usulleri belirlenmiş; edebiyat, sanat (özellikle şiir,
musıki, mimari ve diğer İslami sanatlar) gibi değişik alanlarda ifade edilerek
ve gelişerek bir birikim halinde günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.
İslam
düşüncesini bir çatı disiplin şeklinde anlamak yerinde olur. Bu düşünceyi ana
mecraları olarak ifade edebileceğimiz selefiyye, kelamiyye, sufiyye ve felasife
yaklaşımlarından herhangi birinin inhisarında değerlendirmek; varlık, bilgi ve
değer açısından bu ekollerin sadece birisinden hareket etmek, çağdaş
okumalardan örnek verilecek olursa el-Cabiri’nin “beyan, burhan ve irfan”
üçlüsünden yalnız biri üzerinden ele almak yanıltıcı olacaktır.
Mesela
çağdaş İslam düşünürlerinden önemli bir çoğunluk İslam düşüncesinde bilgi
felsefesini özellikle tasavvufu ve daha çok onunla anıla gelen marifet
yaklaşımını dışarıda tutarak ilimle ve sadece şehadet alemiyle sınırlandırma
temayülündedir.
Yine
düşünce dendiğinde biraz da batı felsefesi etkisiyle mesele felsefeyle
sınırlandırılmakta, buradan hareketle “İslam düşüncesinin özgünlüğü”, “İslam
düşüncesinin Gazzali sonrasında donuklaştığı ve yeni üretimler yapılamadığı”,
“Osmanlı’da düşünce olmadığı” gibi genellemelere prim verilebilmektedir.
Oysa
İslam düşüncesini, İslam felsefesiyle sınırlandırmak, düşünce dendiğinde sadece
felsefeyi algılamak son derece yanıltıcıdır. İslam filozoflarının üretimleri
geniş bir dairede kısmi bir alanı ifade eder.
İmam
Gazzali sonrasında felsefi ekollerin zayıfladığı, bu alandaki üretimlerin
durakladığı nispeten kabul edilebilirse de (oysa büyük ölçüde zaten zirvesine
ulaştığı da söylenebilir) diğer alanlarda (kelamiyye, sufiyye ve selefiyye)
gelişerek devam ettiği bilinen bir gerçektir.
İslam
düşüncesini İslam felsefesinden ibaret sayarak onu sadece kadim birikimi çağdaş
batıya aktaran bir köprü olarak görmek, dolayısıyla özgünlükten uzak saymak
şeklinde süre gelen yaklaşımların sorgulanması gerekmektedir.
İslam
düşüncesinin temel disiplinleri olarak görülebilecek kelam, tasavvuf ve İslam
felsefesini birbirinden bağımsız değerlendirmek hatta birbirleriyle taban
tabana zıt mecralar olarak görmek de sorgulanmalıdır. İslam düşüncesinin ortaya
koyduğu usulleri ve ürünleri bir bütünün parçaları olarak görüp, ortak
zeminlerinden bahsetmek yerine sürekli farklılıkları ve ihtilafları nazara
vererek parçalayıcı bir üslupla değerlendirmek doğru değildir.
“İslam
düşünce birikiminin iç bütünlüğü, tutarlılığı ve sürekliliği göz ardı edilmiş,
farklı ekol mensupları arasındaki paradigma-içi tartışmalar alt kategorilerin
cedelleri şeklinde sunulmuştur. Bu durum tek tek Müslüman alimlerin
düşünce-hayat bütünlüklerinin de reddedilmesi sonucunu doğurmuştur. Misal
vermek gerekirse, İbn Rüşd’ün fıkhi yönü, İbn Teymiyye’nin tasavvufi anlatımla
ele aldığı ahlak risaleleri, Gazzali’nin hayatının değişik safhalarına yayılmış
eserlerinin iç bütünlüğü, Gazzali sonrası müteahhir kelamın felsefi tahlilleri
gibi bahsi geçen kategorik farklılaşmalara ters düşen misaller oryantalistlerin
tesiri altında klasikleşen yaklaşımın oluşturduğu imge perdesinin gölgesi
altında kaybolmuşlardır.
Gittikçe
katılaşan bu kategorik modeller İslam dünyası içindeki farklı yaklaşım sahibi
ekollerin kemikleşmelerine de yol açmıştır. Her ekol mensubu İslam düşünce
geleneğine kendi zaviyesinden yaklaşmış, bu geleneği bir bütün olarak kavramak
ve zaman-mekan boyutu içinde yeniden üretebilmektense geleneğin kendi dışındaki
unsurlarını mutlak anlamda reddetme psikolojisine kapılmıştır. Müspet anlamda
gelenek sahibi olmakla menfi anlamda gelenekçi olmak arasındaki önemli fark
görülemediği için de batı medeniyeti ile hesaplaşma sürecinde yük olduğu
varsayılan unsurların tasfiyesi o ölçülere vardırılmıştır ki, bir İslam düşünce
tarihinden bahsetmek imkansız hale gelmiştir.
Böylesi
bir kısır döngüden kurtulmanın öncelikli şartı sistematik oryantalist
çalışmaların empoze ettiği kategorik farklılaşma modellerinin ciddi bir
sorgulamaya tabi tutulmasıdır. Bu sorgulama İslam düşünce tarihini yeniden
yorumlama faaliyeti ile atbaşı gitmek zorundadır. Yeniden yorumlama
faaliyetinin dayanmak zorunda olduğu temelse İslam tarihindeki farklı ekollerin
çatışan hususiyetlerinden çok kendi içinde bütüncül bir paradigma oluşturan
ortak yönlerinin vurgulanmasıdır. Kur’ani akideye ters düşen sentezci ekoller
istisna edilecek olursa, bütün bir İslam düşünce birikiminin,
Allah-insan-tabiat ilişkisinde mutlak bir algılama devrimi gerçekleştiren
Kur’ani dünya görüşünün değişik tezahürlerinden ibaret olduğu aşikardır. Bu
bütünlük içinde farklı ekollerin ortaya çıkışı, İslam öncesi kültür
çevreleriyle yaşanan hesaplaşma sürecinde aynı dünya görüşünün farklı üslup ve
kavramsal çerçevelerle ifade edilmesinden başka bir şey değildir. Bu ekollerin
varlığını ve çıkış gerekçelerini reddetmek imkansızdır; fakat bu gerekçelerden
hareketle bu ekollerin sadece başka inanç/kültür çevrelerinin mütekabil
ekolleri arasında nakledici bir hususiyete sahip olduklarını iddia etmek ve dolayısıyla bu ekollerin ortak bir zemine
sahip bulunduklarını örtmeye çalışmak yukarıda zikrettiğimiz batı kaynaklı
tarih akışının yol açtığı bir yaklaşım yanlışlığıdır.” (Davutoğlu, 1990, s.
11-12)
Kaynakça
Bayrakdar
(2007): Bayrakdar, Mehmet, İslam Düşünce Tarihi, Eskişehir, 2007 (8. Baskı),
Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi, İlahiyat Önlisans Programı Ders
Kitabı
Davutoğlu
(1991): Davutoğlu, Ahmet, Takdim yazısı, İslam Düşüncesi Tarihi, Ed: M. M.
Şerif, İstanbul, 1990, İnsan Yayınları (4 cilt)
Karlığa
(2001): Karlığa, Bekir, İslam Düşüncesine Giriş, Ders Notu, (Burada alıntılanan
kısım ufak çaplı değişikliklerle İslam Düşüncesi’nin Batı Düşüncesi’ne Etkileri
isimli eserin 27-29. sayfalarında da yer almaktadır. Litera Yayıncılık,
İstanbul, 2004
Uludağ
(2007): Uludağ, Süleyman, “Günümüzde İslam Düşüncesinin Problemleri” Çağdaş
İslam Düşünürleri içinde, Ed: Cağfer Karadaş, İstanbul, 2007, Ensar Neşriyat
Okuma Önerileri
Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nden Akıl, Bilgi, Düşünme, İlim ve Marifet
maddeleri.
Kelam,
Felsefe ve Tasavvuf’la ilgili genel anlamda perspektif sağlayacak başvuru
eserleri: Ensar Neşriyat’ın “Temel Kültür Dizisi”nden ilgili kitaplar olabilir.
Ya da yine İslam Ansiklopedisi’nin Felsefe ve Kelam maddeleri okunabilir.
(Tasavvuf maddesi henüz çıkmadı)
İslam
Ansiklopedisi’nin İslam maddesinde yer alan “Düşünce, İlim ve Sanat” başlığı
okunabilir.
Süleyman
Uludağ’ın Dergah Yayınları’ndan çıkan kitabı okunabilir: İslam Düşüncesinin
Yapısı. Tamamı olmasa bile hiç olmazsa Netice bölümü.
Ahmet
Davutoğlu’nun “İslam Düşünce Geleneğinin Temelleri, Oluşum Süreci ve Yeniden
Yorumlanması” başlıklı makalesi. Divan: İlmi Araştırmalar, c.1, s.1, İstanbul,
1996