25 Mayıs 2009 Pazartesi

İslamcılık Hakkında Bazı Mülahazalar

İSLAMCILIK HAKKINDA BAZI MÜLAHAZALAR

1.
İslamcılık hakkında öteden beri çok farklı değerlendirmeler olduğu herkesin malumudur. İslamcılığa çeşitli saiklerle eleştiriler getirenler, kendisini İslamcılığın devamı ve takipçisi görenler, bazı hususlarda şerh düşerek benimseyenler, tamamını değil de bazı yönlerini kabul edenler, tüm şahısları değil de bazılarını kabul edip, sadece kabul ettiklerini ön plana çıkaranlar, İslamcılığın bazı ekollerini kabul etmek şöyle dursun yerden yere vuranlar, İslamcılığı toptan reddedenler, İslamcılığı kendisiyle başlatanlar, geçmişteki tüm faaliyetleri ve girişimleri hatalı/yanlış olarak görenler ve daha pek çok yaklaşımlardan bahsedebiliriz.

Bu farklılıkların temelinde İslamcılığın nasıl okunması gerektiğine dair bir bakış açısı ve usul geliştirememenin yattığını söyleyebiliriz.

Bu bağlamda İslamcılık nedir, ne zaman başlamıştır, bir bid’at midir, geçmişte de benzeri yaklaşımlar olmuş mudur, yoksa modern dönemlere özgü türedi bir yaklaşım mıdır, İslam düşünce tarihindeki mezhepler, ekoller, disiplinler açısından bakıldığında İslamcılığın yeri neresidir, kimler İslamcıdır, oluşan ekoller hangileridir, bu ekollerin temel düşünceleri nelerdir, birleştikleri ve ayrıldıkları alanlar hangileridir gibi sorular anlam kazanmakta; değerlendirmeler de bu sorulara verilecek cevaplara göre şekillenmektedir.

Kanaatimce farklılıkları ve ayrışmaları şekillendiren husus, İslamcılığın tanımı ve çerçevesi meselesidir. Kelimeye dilbilimsel açıdan eleştiriler yapılmış olması, bazı isimlerin pejoratif kullanım kastıyla bu kelimeyi özellikle tercih etmesi, bu yaklaşımlardan haberdar olanların sadece dilbilimsel yönden değil, muhteva ve mahiyet açısından da İslamcılığı “dar, inhisarcı ve siyasi/ideolojik” görmesi, günümüzdeki İslamcılık eleştirilerinin arka planını oluşturmaktadır.

Hala devam ettirilen ve tartışmalara zemin oluşturan böylesi yaklaşımlar, esasında İslamcılığı salt bir terim olarak ele almaktadırlar. İster kabullenilsin, ister reddedilsin, ister siyasi/ideolojik bulunsun, isterse Müslümanların geneline teşmil edilsin İslamcılık, tarihi bir olgu olması ve etkilerini hala devam ettiren bir anlayış olması sebebiyle sadece bir adlandırma meselesine indirgenemeyecek ehemmiyettedir. Ve bu meselenin özünü İslam ve Müslüman kavramları yanında bir de İslamcı kavramına niçin gerek duyulabiliyor sorusu oluşturmaktadır.

İslam ve İslamcılık ilişkisini iki kavramın birbirini içermesi yönüyle değerlendirdiğimizde ya “her Müslüman’ın doğal olarak aynı zamanda İslamcı olacağı” ya da “her İslamcının doğal olarak aynı zamanda Müslüman olacağı” gibi sonuçlara ulaşılıyor. Oysa kendini İslamcı olarak niteleyenlerin din telakkisini nazara vererek kendi din anlayışını kesinlikle İslamcılarla aynı görmeyen geniş Müslüman kitlelerin olduğu da bir gerçektir. Buna son zamanlarda kendini İslamcı olarak tanımlayanların bile artık bu kavramdan pek hoşlanmadıklarını ihsas eden yeni söylemlerini, “İslamcılığın artık bittiği” ve “yeni İslamcılıklar” oluştuğu yolundaki değerlendirmelerini de ilave edersek, adlandırma yanında kavramsal düzeyde bile aslında kelimenin çok da kullanışlı olmadığını, en azından sorunlu olduğunu ifade edebiliriz.

İşte tam da burada her İslamcılık tanımının, İslam dininin çok geniş yelpazesinde kaçınılmaz bir şekilde daima bir sınırlılığa, bir inhisara ve bir daraltmaya götüreceğini görürüz. Bu sebeple İslamcılığı hele hele sadece kendi inhisarcı din telakkisiyle tanımlamaya çalışmak öteden beri olduğu gibi günümüzde de meseleyi içinden çıkılmaz hale getirmektedir.

Müslümanların geçmişte olduğu gibi günümüzde de farklı düşünce ekollerine, dini algılama ve yaşama usullerine sahip olabileceği, bunun da aslında bir “zıtlıklar ihtilafı” değil, “çeşitlilik ve zenginlik ihtilafı” olduğu kabul edilmediği müddetçe bu mesele etrafındaki tartışmalar sürüp gidecektir. Öte yandan modernizmin tekçi ve tek tipçi karakterinin İslam dünyasına da sirayet etmiş olması, bu mesele etrafındaki tartışmaları daha da körüklemektedir. Bu mesele başta olmak üzere pek çok meselemizde hilaf ile ihtilaf farkını anlamamız gerekmektedir. Maksat bir olduktan sonra ve bir delile dayandıktan sonra ortaya çıkan usul ve yöntem farklılıklarını ihtilaf olarak görüp, kabul etmek durumundayız. Ama maksat farklıysa ve bir delile dayanmaksızın aykırılıklar ortaya çıkıyorsa buradaki hilafı da ayrıca değerlendirmeliyiz. İhtilafta maksatlar bir olmakla birlikte yöntemlerde farklılıklar olabilmektedir ve delile dayanma söz konusudur. Hilafta ise maksat ve yöntem farklılığı yanında çoğunlukla bir delile dayanmama, diğer görüşlere karşı çıkma ve aykırı davranma durumu söz konusudur.

Bir Müslüman’ın, kendini İslamcılıktan ve İslamcılardan uzak görmesi, geniş İslam dairesi içinde ne denli mümkünse yine aynı dairede İslamcılığın ve İslamcıların olabileceğini de kabullenmesi gerekmektedir.

Aynı şekilde bir İslamcının da yine geniş İslam dairesi içinde kendisi gibi düşünmeyen Müslümanlar olduğunu, Müslümanların sadece İslamcılarla sınırlandırılamayacağı anlayışını aynı serinkanlılıkla benimsemesi gerekir.




2.
Yukarıdaki mülahazalarla birlikte, en genel anlamda İslamcılık kavramı da, “bir okuma biçimi”, “bir telakki tarzı”, “bir yöntem”, “bir tavır alış” olarak karşımıza çıkmaktadır. İslamcılık bu yönüyle de, sorulabilecek bir dizi sorunun cevaplarına göre değerlendirme konusu olmaktadır.

Kanaatimce İslamcılığın doğru bir zeminde anlaşılabilmesi için, ne zaman ortaya çıktığı, hangi şartlarda ve niçin oluştuğu, hangi maksatları gerçekleştirmek istediği, İslam tarihini nasıl okuduğu, geçmişi, hali ve istikbali nasıl değerlendirdiği, hangi halet-i ruhiyeye sahip olduğu, en genel anlamda hangi çerçeve içinde yer aldığı, kalkış noktası, öncülleri, dayanakları, ele aldığı ve önemsediği temel meseleleri, problem alanları, önerdiği çözüm yolları, usul ve metodoloji konusundaki yaklaşımları, dost ve düşman tanımlamaları, İslamcıların Allah, kainat, insan, hayat, dünya, tarih, güç, iktidar, siyaset, toplum, Batı, teknoloji, medeniyet, terakki, geri kalmışlık vb. kavramlar etrafında oluşturdukları dünya görüşleri, bilgi anlayışları vb. pek çok alanda sıhhatli bilgilenmelere ve metodolojik yaklaşımlara ihtiyaç vardır.



3.
Bu çerçevede İslamcılığın müspet ve menfi tarafları üzerinde artık serinkanlı, komplekssiz yaklaşımlar sergilenebilmeli, mesele özellikle ön plana çıkarılan kimliklere hapsedilmeden ele alınabilmelidir. Öte yandan sadece İslamcılığa hasretmeden din olarak İslam’ın bu coğrafyada yaşayan herkesi ilgilendirdiği ve aslında herkesin meselesi olduğu gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Bu meseleye ilişkin düşünenlerin radikal İslamcı, geleneksel Müslüman, modernist Müslüman, ılımlı İslamcı, solcu, sosyalist, Türkçü, muhafazakar, liberal gibi sıfatlarından ziyade yaklaşımlarının, usullerinin ve hüküm cümlelerinin kendisine bakılmalıdır.

Mesela İslamcılığın, modernist etkiler altında gelişen ve modern dönemlere özgü bir hareket olması, dini bir ideoloji haline getirmesi, reaksiyoner oluşu, hezimet psikolojisi üzerine inşa edilmiş bir “kurtuluş ideolojisi” oluşu, geleneği dışlaması ve dışladığı oranda zayıflaması, İslam tarihini okuma biçiminde tarihi, kendisi için bir imkan olarak değil de bir engel olarak telakki etmesi, Batı karşısında yer yer özür dileyici, öykünmeci, hayranlık duyan yaklaşımlar sergilemesi, elit karakterde olması, meseleleri siyasal alana inhisar ettirmesi, niyetlendiği ölçüde güçlü bir ideoloji ortaya koyamaması, rasyonalist yaklaşımlara kendini kaptırması, yer yer pozitivist ve materyalist söylemlerin etkisinde kalması, farklılıkları bir zenginlik olarak görme yerine “tekçi” anlayışlara meyletmesi, terakkici bir karaktere bürünmesi, bazı alanlarda kendi temel kavramlarının öncelik sıralamasını ters yüz etmesi, izahında zorlandığı alanlarda kolaylıkla red ve inkar yoluna giderek, te’vile başvurma, istediği gibi her şeyi “kendi kafasına göre” yorumlama yanlışına sapması, “bunlar batıl ve hurafedir” diyerek pek çok alanda toptancı davranıp, reddedilmemesi gereken şeyleri de red cihetine gitmesi, dini ve din dilini modern olana ve güçlü olana adapte etme, kendisini karşısındakine göre tanımlama ve şekillendirme yanlışına düşmesi, önemli bazı anlayış ve telakkileri yerinden ederken, çok da ön planda olmayan bazı anlayış ve yaklaşımları ön plana geçirme, kavramları konjonktüre göre yeniden tanımlama ve büyük ölçüde içeriğini boşaltarak tanımlama gibi hatalara düşmesi … ve daha sayılabilecek pek çok konuda önce böyle olup olmadığına dair ciddi okumalar, tespitler ve tahliller yapılmalı, ardından buralardan hareketle İslamcılık müspet ya da menfi değerlendirmelerin muhatabı olmalıdır.

İslamcılık özellikle de siyasal veya “Radikal İslamcılık, İslam’ı değil, batıyı; dini değil ideolojiyi ve devrimi merkeze almaktadır. Söylemlerinde dinden ziyade, dünyayı sömüren emperyalizm ve insanlığın kanını emen Siyonizm gibi kavramlar ön plandadır.”(1) şeklindeki eleştirilerden, “İslamcılığın batıyla olan ilişkisi marazi bir aşk ilişkisidir.”(2) veya “İslamcılık batı sorunsalına (saplantısına) takılıp kalmıştır. Batılılaşma ile modernleşme arasındaki çizgi fark edilemezse ve İslamcılar kendi modernleşmelerini gerçekleştiremezse bu anti batıcılık bir sorun alanı olarak devam eder. Artık öteden beri var olan özgüven sorunu aşılmalıdır. Ak Parti, İslamcı entelektüellerin önünde…”(3) mealindeki yaklaşımlara varıncaya kadar ve hangi çevreden geliyor olursa olsun eleştiriler bizzat İslamcı kimliğini benimseyenler tarafından da dikkate alınmak durumundadır. En azından cevap vermek ve hesaplaşmak düzleminde de olsa “İslamcılık eleştirileri” önemsenmelidir.

İslamcılığı devlet ve siyaset söylemleri eksenindeki sınırlılıklarıyla, batı modernizmiyle girdiği hesaplaşma sürecinde tıkanıp kalmakla, özgün olmayıp, “projeci” olmakla, tıkanmakla ve iflas etmişlikle ve aşılması gerektiği kanaatiyle değerlendiren yaklaşımlar da en azından niçin böyle baktıkları ve ne önerdikleri cihetinden muhatap alınmalıdır.

Bu eksende mesela Milli Görüş örneğinde olduğu gibi batı karşıtlığı esasına dayalı söylemle, batıyla diyalogu öneren ve yeni proje arayışlarında olan AK Parti söylemini mukayese etmek ve bu yeni arayışlara destek verip, yer yer öncülük yapan Gülen Hareketi yaklaşımının arka planını anlamaya çalışmak da bu meselenin artık ele alınması gereken yeni düzlemine işaret etmektedir.

Kısacası şimdiye değin geleneksel İslam’ı eleştiriye tabi tutan İslamcıların bizzat kendilerinin de artık öz eleştiri yapma zamanı gelmiştir.




4.
İslamcılıkla birlikte merkezin kayması, ilmi çalışmalarda ve zihinsel işleyişlerde referans çerçevesinin değişmesi, “paradigma farklılaşması”, değerler sisteminin altüst olması, oryantalizmin ilim siyasetinin farkına varılmaması ve emperyalizmle paralel yürüdüğünün ıskalanmış olması, epistemolojide tekçi yaklaşımın tahakkümü, mesela rasyonalizmin tek geçer akçe kabul edilmesi, pek çok İslamcının keşifle, ilhamla alay eder hale gelmesi, kader, tevekkül, tasavvuf ve tarikat çevrelerindeki zühd anlayışı vb. konuların, problemlerin sebebi olarak görülüp mahkum edilmesi, bunun karşısında bilim, teknoloji, bilimsel yaklaşım vb. yeni söylemlerin adeta kutsallaştırılması, tarihin ve geçmişin kötü olduğu, geleceğin iyi olacağı şeklinde özetlenebilecek batılı “düz doğrusal seyreden, ilerlemeci tarih anlayışı”nın kabul edilmesi, bu çerçevede geçmişin kötülenmesi, divan edebiyatının, şerh ve haşiye geleneğinin kötülenmesi, bir “inhitat edebiyatı” söyleminin yaygınlaştırılması, pozitivist karakterin ön plana çıkmasıyla tecrübe edilemeyenin hurafe olarak görülmesi, dini alanın sınırlandırılması ve daha sayılabilecek pek çok başlık “İslamcılık meselesi” ekseninde ele alınıp, değerlendirilmelidir.

Bu bağlamda Batı düşünce tarihi için kırılma noktaları diyebileceğimiz reform, Rönesans süreçlerinin, özellikle de hümanizm ve aydınlanmayla birlikte ulaşılan paradigmanın, İslam düşüncesine ne tür etkileri olduğunun ve modern dönemlerde “Müslüman akılları” nasıl tesir altına aldığının daha bir hassasiyetle tahlili yapılmalıdır. Tabii bu arada akıldan değil, akıllardan bahsedildiği de unutulmamalıdır.




5.
İslamcılık hakkında günümüzde yapılan bazı değerlendirmelerin çok yüzeysel kaldığı, derin tahlillere ve okumalara istinad eden yaklaşımların maalesef istenen düzeyde olmadığı, hele bu alanda kendisini “İslamcı” olarak tanımlayanların bilimsel yeterliliğini bırakalım, ilgi düzeyinde bile yetersiz kaldıkları da teslim edilmesi gereken bir gerçektir.

Kendi meselelerimiz hakkında sıhhatli değerlendirmeler yapmak bir yana, meselelerimizin ne olduğunun tespiti bile maalesef yapılabilmiş değil. Konuştuğumuz alanlarda meselenin özüne nüfuz etme anlayışından uzaktayız ve çoğunlukla meselelerin etrafında dolanıp duruyoruz. Mesela İslamcılığın 19. ve 20. yüzyıllardaki söylemlerinden sonra 21. yüzyıl perspektifinin ne olacağına dair, dünyaya neler söyleyebileceğine veya şu anda böylesi bir potansiyele sahip olup olmadığına dair pek konuşamıyoruz. İsimler ve ekoller üzerindeki tartışmalara, spekülasyonlara, İslamcılığın kimle başlatılacağı, mesela Cemaleddin Afgani gibi dışarıdan(!) biriyle mi, yoksa Namık Kemal, Ali Suavi, Ahmed Cevdet Paşa gibi yerliler mi başlatılacağı, kimin peşinden gidileceği gibi başlıklara dalınca meselenin asıl ele alınması gereken yönleri buharlaşıp gidiyor.

Modernistler, radikaller, muhafazakarlar, ılımlılar, gelenekselciler, gelenekçiler derken meselenin özüne hiçbir zaman değinilemiyor. Asıl sorulması gerekenlere gelinemiyor.



6.
Bazı yönlerine yukarıda değinilen eleştiriler yanında, İslamcılığın Müslümanlara kazandırdıkları da gözden ırak tutulmamalıdır.

İslamcılık, ümmetin belki de en zor dönemlerinde ortaya çıkmış ve bazı ciddi sorumlulukları üstlenmiş bir arayışlar toplamının da adıdır.

Aynı zamanda, özellikle İslam Dünyası’nda uyanışlara vesile olmuş, ümmetçi düşünceyi gündeme taşımış, anti-emperyalist karakteri de olan bir yöneliştir.

İslamcılığı kendi tabii gelişimi içerisinde ele aldığımızda, günümüzden bakıp da hata ve yanılgılarını görmek ne kadar mümkünse, bütün eksikliklerine rağmen iyi niyetlerle girişilmiş bir çabalar bütünü olarak değerlendirmek de mümkündür.

Bu açıdan baktığımızda İslamcılık düşüncesinin pek çok alanda müspet katkılarından da bahsedilebilir.

İster menfi yönleri gündeme taşınsın, isterse müspet yönlerinden bahsedilsin, İslamcılığı yekpare bir düşünce ve anlayış olarak değerlendirmek yanıltıcı olur. İçerisinde farklı yönelişlerin olduğu, farklı bakış açılarına sahip kişi, ekol ve anlayışların toplamının İslamcılık çerçevesinde yer aldığı gerçeği de unutulmamalıdır.

İslamcılığın herkesçe kabul edilebilir bir şekilde tanımlanamazlığı, amorfluğu, her kalıba uyması, dileyenin dilediği gibi tanımlayabilmesi, dilediği gibi mahkum edebilmesi gerçeği göz önünde tutulursa bunun tabii bir sonuç olduğu, birilerinin zannettiği gibi bir kusur, bir noksanlık olmadığı da ifade edilebilir.

İslamcılıkla ilgili tanım denemelerinde genelde sübutîlik üzerinden değil, selbîlik üzerinden yapılan tavsifler ön planda tutulduğu için, İslamcılığın ne olduğundan ziyade ne olmadığı anlaşılırlık kazanabilmektedir. Mesela bir İslamcı, gelenekçi olmadığını, tasavvufçu olmadığını, modernist de olmadığını fakat Müslüman ifadesinin de kendisini tam anlamıyla ifade etmeye yetmeyeceğini, diğer “sıradan” Müslümanlardan farklı oluşunu belirtebilmek için İslamcılığın burada en kullanışlı kavram olduğunu düşünebilmektedir. Ama bu durum sadece bir İslamcının, kendisini diğer Müslümanlardan farklı olduğu yönler dolayısıyla tanımlamasına yaramaktadır ki; bu da ayrımcılığa ve ayrışmaya kapı aralamakta, ithamları, suçlamaları hatta bazen tekfiri bile beraberinde getirebilmektedir.



7.
İslamcılık tartışmalarını bizzat yaşayanlar ve günümüzde bu meselenin doğrudan muhatapları olarak bizler nelerle yüz yüzeyiz ve bu konuda neler yapabiliriz?

Bu çerçevede bence modern dönem İslam düşüncesinin ve daha özelde İslamcılığın ciddi bir tahlil ve tenkide tabi tutulması gerekmektedir.

İslamcılık, İslam tarihinde tabii bir şekilde ortaya çıkan bir anlayıştan ziyade bir buhran döneminde, hezimet psikolojisi altında, bir kurtuluş ideolojisi olarak ve “acil çözümler bulma” anlayışı çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Bu sebeple hatalı ve çıkış şartlarıyla malûl tarafları vardır. İşte bu yönlerinin serinkanlılıkla yeniden ele alınması ve değerlendirmeye tabi tutulması gerekmektedir.

İslamcılık “kendi” temel sorunlarını yeniden tanımlamalıdır.

Kullanılan dil ve söylem yeni baştan gözden geçirilmeli, dilde ve iktidar anlayışında göze çarpan modernist etki yeni baştan sorgulanmalıdır. Kime karşı ve niçin mücadele edildiği yeniden değerlendirilmeli, zamanın ve şartların değişimi yeniden hesaba katılmalıdır.

Daha önceki tarihlere gitmek mümkünse de genel yaklaşımlarda baz alınan 1908 yılından bu yana tam 100 yıl geçmiş bulunuyor. Bu 100 yıl boyunca İslamcılık etrafında yaşananlar artık hak ettiği ilgiyi bulmalı, muhasebesi yapılmalı, gelecek öngörüleri tespit edilmeli, yeni yaklaşımlarla meselenin çerçevesi yeniden belirlenmelidir.

İslamcılık eleştirileri nazar-ı dikkate alınmalı, kim yapıyor olursa olsun bu alandaki eleştiriler ciddiyetle masaya yatırılmalıdır. Tabii ki burada eleştirilerin seline kapılıp, “vur abalıya” mantığıyla hareket edilmemeli, İslamcılık bir kalemde reddedilmemeli,
günümüz şartlarında geçerliliği olacak bir tarz ve üslupla yeniden üretilmeli, eksik ve aksak olan tarafları tamamlanmalı, ideolojik yönden güçlendirilmelidir.

İslamcılık, hiçbir zaman tek bir çevrenin inhisarına terk edilmemeli, “kargadan başka kuş tanımayan”, hizipçi, sekter yaklaşımlara prim verilmemeli, İslam’ı ve Müslümanları sadece kendisinden ve kendi anlayışlarından ibaret gören sığ yaklaşımlar kesinlikle terviç edilmemeli, İslam’ı ve Müslümanları temsil etmenin çok ağır ve sorumluluk gerektiren bir yük olduğu bilinciyle hiç kimse tek başına böylesi bir yükün altına girme yanlışına düşmemeli, düşenler uyarılmalıdır.


Ülke ve dünya gerçekliğinden kopuk, aslında tarih dışı diyebileceğimiz düşünme biçimlerinden, yapılanma anlayışlarından, tarihe, topluma, tabiata, insan benliğine uzak anlayış ve yaklaşımlardan sarf-ı nazar edilmeli. Kendi dar dünyasının sınırlarıyla düşünüp, hareket eden bazı çevrelerde olduğu gibi İslamı ve Müslümanları kendi varlığı ve yokluğuyla eşitleyip, korkularını ve sevinçlerini sadece kendisine endeksli hale getirme yanlışından vazgeçilmelidir.




8.
İslam tarihini ve geleneksel fıkıh yöntemlerini eleştiren kişi ve çevreler, İslamcılığın 100 yıllık söylemlerini de eleştirebilmeli; değişen şartlar muvacehesinde İslamcılığın 21. yüzyıl perspektifi belirlenirken, hem İslam dünyasındaki hem de dünyadaki değişmeler ve gelişmeler hesaba katılmalıdır.

İslamcılık tartışmaları geçmişte olduğu gibi yine karşıtlıklar düzlemine hapsedilmemelidir. Geçmişinde İslamcı kimliğiyle tanınanların bazı yaklaşımlarında pervasızca hareket ederek, dinin sabitelerini bile hiçe sayma tavrı sergilemesi ne kadar yanlışsa; kendini “daha İslamcı” gören bazı çevrelerin, atılan her adımı sapma ve savrulma olarak görmesi, hatta bu adımları atanları ihanetle suçlaması da en az o kadar yanlıştır.

Özellikle Türkiye üzerinden değerlendirme yapacak olursak; artık İslamcılığı belli çevrelerin inhisarından kurtarma ve bazı yeni söylemlere kapı aralayabilme vaktinin geldiğini söyleyebiliriz.

Mesela Ak Parti değerlendirmelerinde “batı sorunsalını aşarak, İslamcılığa yeni bir soluk aldırmak ve İslamcı entelektüellerin önüne geçmek”, “İslamcı alandan batı ile barışık bir kesim olmak” tespitleri yanında “batının dümen suyuna girmek”, “batıyla işbirliği yapmak”, “batının Ortadoğu projelerinin taşeronluğunu üstlenmek”, “vatanı satmak”, “İslamcılığa ihanet etmek” gibi aşağılayıcı ve dışlayıcı ifadeler de sıkça kullanılmaktadır.

Aynı denklemin Gülen Hareketi için de kurulduğu, bu hareketle ilgili değerlendirmelerin de hemen hemen aynı söylemlerle ifade edildiği bilinmektedir.

Meseleyi nihayetinde daima böylesi bir zemine çekmek doğru mu? İslamcılık, her hal u karda hep “birilerinin ihaneti”, başka birilerinin de “sağlam Müslümanlığı” temelinde mi tartışılacak? Güncel sorunlarımıza, geleneksel yaklaşımlarımızdan da beslenerek yeni bir teorik çerçeve belirleyemez miyiz? Yeni yaklaşımlardan, yeni fıkıhlardan, yeni hakikat anlayışlarından, yeni usullerden bahsedemez miyiz? Ya da mevcut tartışmalarımızı eski de olsa bir usul çerçevesinde izaha kavuşturamaz mıyız?

Kanaatimce İslamcılık tartışmalarının yönünü ve asıl zeminini biraz da bu sorulara vereceğimiz cevaplar belirleyecek.

Bu bağlamda pek çok meselemiz yanında İslamcılık tartışmalarına da ışık tutacağına inandığım bir makaleye ve o makalede önerilen bazı hususlara dikkat çekmek istiyorum.

Makale, “Açık Medeniyet: Bir Fıkıh Medeniyeti Olarak İslam” başlığıyla Ay Vakti dergisinin Medeniyet Özel Sayısı’nda yayınlandı. (Prof. Dr. Recep Şentürk’ün kaleme aldığı makale için bakınız: Ay Vakti, Medeniyet Özel Sayısı, Yıl:7, Sayı:82-83-84, İstanbul, 2007)

“Açık fıkıh”, “açık medeniyet”, “açık toplum”, “açık bilim”, “açık ahlak” gibi kavramların bolca kullanıldığı bu makalede benim en çok dikkatimi çeken ve İslamcılık tartışmaları açısından altını çizmek istediğim husus, fıkha getirilen tanım olmuştur.

Makalenin hemen başlarında yapılan tanıma göre “fıkıh, çok-değerli mantıkla işleyen, çok katmanlı varlık, yöntem, hakikat, anlam ve değer anlayışına dayalı, farklı görüşleri içinde barındıran ve değişime açık bir bilimdir.”

Bu tanım yanında fıkıhla ilgili aşağıdaki tespitleri baz alarak düşünecek olursak zannediyorum İslamcılık tartışmaları, iki değerli mantık (doğru-yanlış; yasal-yasal olmayan) düzlemine sıkıştırılmaktan kurtulacak ve özlenen ufuklara yelken açabilecektir:

Fıkıh, sadece Müslümanların değil, tüm insanların “medeniyet problemini” çözebilecek potansiyele sahiptir.
Fıkıh, çoğulcu ve açık bir toplum öngörür.
Çok medeniyetli ve çok kültürlü dünya düzeninin kuramsal ve normatif temelleri fıkıh tarafından inşa edilmiştir ve fıkhın medeniyet kuramının Endülüs’ten Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyadaki 14 asırlık somut tarihi uygulamaları insanlık için bir ilham kaynağı olabilir.
Fıkıh, çok-değerli mantıkla işler.
İslam’da normatif hakikat tek değildir. Bu yüzden farklı içtihatlar ve mezhepler doğmuştur.
İslam hukuku çoğulcu bir hukuk sistemi üretir.
İslam hukuku, (tarihi) değişime ve (coğrafi) çeşitliliğe açıktır.
İslam hukuku başka hukuk sistemlerinden istifadeye açıktır.



Makalede fıkıhla ilgili değerlendirmeler yanında bilimle ilgili değerlendirmeler de dikkat çekicidir. Batı dünyasının özellikle pozitivist bilim ve ulus devlet süreciyle gelip tıkandığı “tek katmanlı” varlık, bilgi, değer, anlam ve hakikat anlayışı eleştirilmekte; çoğulcu bir dünya düzeni için “çok katmanlı” varlık, bilgi, değer, anlam ve hakikat anlayışına geçiş önerilmektedir. Bunları insanlığa sunacak anlayışın adresi olarak da İslam düşüncesine ve daha özelde de fıkha işaret edilmektedir.

Bu çok katmanlılığa karşılık gelen isimlendirmeler çerçevesinde İslam düşüncesinde yer alan “meratibü’l-vücud”, “meratibü’l-ulum”, “meratibü’l-usul”, “meratibü’l-meani”, “meratibü’l-ahkam”, “meratibü’l-hakaik”, “meratibü’s-süluk” gibi ıstılahlar ele alınarak, buradan hareketle “açık bilim”, “açık toplum”, “açık medeniyet” gibi kavramlar temellendirilmeye çalışılmaktadır.


Tüm bu tespitleri de göz önünde tutarak İslamcılık hakkındaki mülahazalarımıza son olarak şunları da ekleyebiliriz:

Artık İslamcılık, haklar, dokunulmazlıklar, hürriyetler, çoğulculuk, açıklık gibi konu başlıklarında tüm insanlığı kuşatacak yeni bir yaklaşımla meseleleri ele almalıdır.

Dünyanın geldiği nokta ve gideceği istikamet kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Tüm insanlığın benimsediği bazı ortak değerlere sırt çevirerek bir yere gidilemeyeceği anlaşılmalıdır.

Farklılıklar bir zenginlik olarak görülmeli, hatta insanlığın tek tipleştirilmesinin önündeki engel olması yönüyle farklı düşünce ve yaşayış usulleri muhafaza edilmeli, teşvik edilmeli ve desteklenmelidir. Baskıcı ve otoriter anlayışlar yerine, farklılıkları kabul eden ve bir arada yaşayabilmenin yöntemleri üzerinde kafa yoran anlayışlar benimsenmelidir.






Dipnotlar


(1) Mustafa Akyol, “Dindar Olmayan İslamcılık”, Radikal Gazetesi, 22 Eylül 2005
(2) Necati Polat, “Masal Olarak Batı”, Zaman Gazetesi, 23 Mart 2007
(3) İhsan Dağı, “İslami Kimlik Batısız Olamaz Mı?”, Zaman Gazetesi, 6 Mart 2007; “Cevabı Aranan Soru: Kim Korkar Batıdan ve Modernleşmeden?”, Zaman Gazetesi, 22 Mart 2007



Not: Bu yazı üç aylık periyotlarla çıkan ÖZGÜN DÜŞÜNCE dergisinin ilk sayısında yayınlanmıştır.

28 Nisan 2009 Salı

Emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker

Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kur’a çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar:
Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz, dediler.
Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar. ”

Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 12

Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 189 numaralı hadis olarak geçmektedir.


Huzeyfe radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez. ”

Tirmizî, Fiten 9

Bu rivayet Riyazü's-Salihin'de 195 numaralı hadis olarak geçmektedir.

23 Mart 2009 Pazartesi

Şükür Konusunda Bazı Hadisler

Ebû Yahyâ Suheyb İbni Sinân radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur. ”

Müslim, Zühd 64

Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 28 numaralı hadis olarak geçmektedir.


Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, gece ayakları şişinceye kadar namazı kılardı. Âişe diyor ki, kendisine:
– Niçin böyle yapıyorsun (neden bu kadar meşakkate katlanıyorsun) ey Allah’ın Resûlü? Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlamıştır, dedim.
– “Şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?” buyurdu.

Buhârî, Tefsîru sûre (48), 2; Müslim, Münâfikîn 81. Ayrıca bk. Buhârî, Teheccüd 6, Rikak 20; Müslim, Münâfikîn 79–80; Tirmizî, Salât 187; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; İbni Mâce, İkâme 200

Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 99 numaralı hadis olarak geçmektedir.


Muâz İbni Cebel radıyallanu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Muâz’ın elini tutmuş ve şöyle buyurmuştur:

“Ey Muâz, Allah’a yemin ederim ki, ben seni gerçekten seviyorum. Sonra da ey Muâz sana her namazın sonunda: “Allahım! Seni anmak, sana şükretmek ve sana güzelce kulluk etmekte bana yardım et!” duasını hiç bırakmamanı tavsiye ediyorum. ”

Ebû Dâvûd, Vitr 26; Nesâî, Sehv 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 30

Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 385 numaralı hadis olarak geçmektedir.

Nimet Konusunda Bazı Hadisler

"İnsanların kıymetini bilmediği iki nimet vardır. Sıhhat ve boş zaman"

Buhârî, Rikâk, 1;Tirmizî, Zühd, 1; İbn Mace, Zühd, 15

Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 98 numaralı hadis olarak geçmektedir.


Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır. ”

Müslim, Zühd 9. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyamet 58, Libâs 38; İbni Mâce, Zühd 9

Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 468 numaralı hadis olarak geçmektedir.


Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ali radıyallahu anh'a şöyle dedi:

"Allah'a yemin ederim ki, Cenâb–ı Hakk'ın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, senin, en kıymetli dünya nimeti olan kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır. "

Buhârî, Fezâilü'l–ashâb 9, Meğâzî 38; Müslim, Fezâilü's–sahâbe 34

Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 1382 numaralı hadis olarak geçmektedir.

Tövbe ve İstiğfar Konusunda İki Hadis

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hizmetkârı olan Ebû Hamza Enes İbni Mâlik el–Ensârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır. ”

Buhârî, Daavât 4; Müslim, Tevbe 1, 7, 8

Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 16 numaralı hadis olarak geçmektedir.



İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir. ”

Ebû Dâvûd, Vitir 26. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 57

Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 1877 numaralı hadis olarak geçmektedir.

2 Şubat 2009 Pazartesi

Salat u Selam Konusunda Bazı Hadisler

Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini söylemiştir:

“Kim bana bir defa salâtü selâm getirirse, bu sebeple Allah Teâlâ da ona on misli merhamet eder. ”

Müslim, Salât 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 26; Tirmizî, Vitir 21; Nesâî, Ezân 37, Sehv, 55

Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1400 numaralı hadis olarak geçmektedir.

İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kıyâmet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok salât ü selâm getirenleridir. ”

Tirmizî, Vitir 21

Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1401 numaralı hadis olarak geçmektedir.


Evs İbni Evs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Günlerinizin en faziletlisi cuma günüdür. Bu sebeple o gün bana çokça salâtü selâm getiriniz; zira sizin salâtü selâmlarınız bana sunulur” buyurunca, ashâb–ı kirâm:
– Yâ Resûlallah! Vefat ettiğin ve senden hiçbir eser kalmadığı zaman salâtü selâmlarımız sana nasıl sunulur? diye sordular.
Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:
– "Allah Teâlâ peygamberlerin bedenlerini çürütmeyi toprağa haram kıldı" buyurdu.

Ebû Dâvûd, Salât 201, Vitir 26. Ayrıca bk. Nesâî, Cum`a 5; İbni Mâce, İkamet 79, Cenâiz 65

Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1402 numaralı hadis olarak geçmektedir.


Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Yanında adım anıldığı halde bana salâtü selâm getirmeyen kimse perişan olsun. ”

Tirmizî, Daavât 101

Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1403 numaralı hadis olarak geçmektedir.

Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kabrimi bayram yeri haline çevirmeyiniz. Bana salâtü selâm getiriniz. Zira nerede olursanız olun sizin salâtü selâmınız bana ulaşır. ”

Ebû Dâvûd, Menâsik 97

Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1404 numaralı hadis olarak geçmektedir.


Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kimse bana salâtü selâm getirdiği zaman, onun selâmını almam için Allah Teâlâ ruhumu iade eder. ”

Ebû Dâvûd, Menâsik 96. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 527

Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1405 numaralı hadis olarak geçmektedir.


Ali radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Cimri, yanında adım anıldığı halde bana salâtü selâm getirmeyen kimsedir. ”

Tirmizî, Daavât, 101. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 201

Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1406 numaralı hadis olarak geçmektedir.


Fedâle İbni Ubeyd radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazdan sonra Allah’a hamd etmeden, Peygamber aleyhisselâm’a salâtü selâm getirmeden dua eden bir adamı işitti. Bunun üzerine:
“Bu adam acele etti” buyurdu. Sonra o adamı yanına çağırdı. Ona veya bir başkasına şöyle buyurdu: “Biriniz dua edeceği zaman önce Allah Teâlâ’ya hamdü senâ etsin, sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e salâtü selâm getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde dua etsin. ”

Ebû Dâvûd, Vitir 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 65; Nesâî, Sehv 48

Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1407 numaralı hadis olarak geçmektedir.


Ebû Muhammed Kâ‘b İbni Ucre radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza gelmişti. Kendisine:
– Yâ Resûlallah! Sana nasıl selâm vereceğimizi öğrendik, sana nasıl salavât getireceğiz? diye sorduk. O da şöyle buyurdu:
– “Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ âli İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd. Allâhümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ âli İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd: Allahım! İbrâhim’in âline rahmet ettiğin gibi Muhammed’e ve âline de rahmet et. Şüphesiz sen övülmeye lâyık ve yücesin. Allahım! İbrâhim’in âline hayır ve bereket lutfettiğin gibi Muhammed’e ve âline de hayır ve bereket ihsan et. Şüphesiz sen övülmeye lâyık ve yücesin, deyiniz. ”

Buhârî, Daavât 32, Tefsîru sûre (33), 10; Müslim, Salât 66. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 179; Tirmizî, Vitir 20; Nesâî, Sehv 51; İbni Mâce, İkâme 25

Bu rivayet Riyazu’s-Salihin’de 1408 numaralı hadis olarak geçmektedir.

Ölüm Hakkında Bazı Hadisler

Lezzetleri yok eden ölümü çok anın.

Tirmizî, Zühd 4; Kıyâme 26
Nesâî Cenâiz 3
İbn Mâce Zühd 31

Mü'min kul (ölünce) dünyanın yorgunluk ve ağrılarından kurtulur. Fâcir (ölünce) ondan da kullar memleket ağaçlar ve hayvanlar kurtulur.

Buhârî Rikak 42; Cenâiz 61
Nesâî Cenâiz 48 49
Muvattâ Cenâiz 54

Sabır Konusunda Bazı Hadisler

Ebû Yahyâ Suheyb İbni Sinân radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur. ”

Müslim, Zühd 64

Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 28 numaralı hadis olarak geçmektedir.



Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Başına bir musibet geldi diye hiç biriniz ölümü temenni etmesin. Mutlaka böyle bir şey temenni etmek zorunda kalırsa: ‘Allahım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür’ desin. ”

Buhârî, Merdâ 19; Daavât 30; Müslim, Zikir 10, 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 9; Nesâî, Cenâiz 1; İbni Mâce Zühd 31

Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 41 numaralı hadis olarak geçmektedir.

30 Ocak 2009 Cuma

Besmele ve Hamdeleyle İlgili Bazı Hadisler

Vahşî İbni Harb şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı:
– Yâ Resûlallah! Yemek yiyoruz, fakat doymuyoruz, dediler.
Resûl–i Ekrem onlara:
– “Herhalde ayrı ayrı yiyorsunuz!” diye sorunca:
– Evet, öyle yapıyoruz, dediler.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de:
– “Yemeği birlikte yiyiniz; besmele çekiniz; yemeğiniz bereketlenir” buyurdu.

Ebû Dâvûd, Et`ime 14. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et`ime 17

Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 744 numara ile geçmektedir.


Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’a hamdederek başlanmayan her önemli iş bereketsiz olur. ”

Ebû Dâvûd, Edeb 18. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 19


Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 1397 numara ile geçmektedir.



İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Deve gibi bir nefeste içmeyin. İki, üç nefeste için. Bir şey içeceğiniz zaman besmele çekin; içtikten sonra da elhamdü lillah deyin. ”

Tirmizî, Eşribe 13


Bu rivayet Riyazu's-Salihin'de 759 numara ile geçmektedir.